15 Kasım 2017 Çarşamba

Bilinç'Ötemden Yansımalar-34

Bir dakikaları bile yok insanların, hissettiklerini durup yazmak için...
Bazı insanların hayatlarında kırılma noktaları vardır. O andan itibrane ne yapsalar, nereye gitseler, hangi işte çalışsalar hatta evlenseler bile uzaklaşamadıkları. Önceleri görmezden geldikçe, zamanla içini kemiren, unuttuğuna inandığı için farkına bile varmadan boşluğa dönüşen bir türlü yakasını bırakmayan kırılma noktası...

Bir sabah kalkıp bulabildiğin ilk otobüsle, kalan son koltukta yola çıkarsın. Yaklaştıkça hatırlar, hatırladıkça, geçen zaman içinde yaptığın tüm hatalar pişmanlıklar olarak bir kez daha yazılır borç hanene. Vadesi çoktan geçmiş, ödemeyi de aklından çıkardığın için omuzlarında yük olarak taşıdığın, her gün biraz daha ağır, her gün biraz daha teslim olur gibi bırakırsın kendini... Bıraktığın yerlerin seni kabullememesi yüzüne çarpar eksikliğliğini, usul usul bırakırsın kendini.

Komik olma gayesi gütmeden, hayranlık uyandırıcı özgüvenine tanık olup otobüsteki muavinin, bu tanıklık da hayatın suratıma çarptığı eksikliklerden biri olarak tarih sayfasındaki yerin alıyordur şimdi. Eğleniyor musun! Bir binanın üçüncü katında tek başıma oturup bir köşede, sorgulayan gözlerle sana bakıp yanından geçenlerin arasında yazarken bu satırları o kadar gülünç değilmiş diyorsun kendine. O yolculuk, o muavin, ilk otobüs, son koltuk, ironisi yaşayamayacaklarının...

belki de hiçbir zaman isteyerek yapmadım, son on beş yılda olan biten ne varsa. Ben sokağa çıkmam gerektiği için işe gittim, sevişmek gerektiği için belki de kadınlar aldım hayatıma, hatta evlendim. Bunların hiçbiri katılmadı bana. Sanki hepsini haberim olmadan biri kayda almış, sonra siyah beyaz bir ekrandan izlermiş gibi yaşadım.  Tuhaf onca yıl izlerken üzerimde eğreti duran bu hayatı ne kadar beceriksizce yaşadığımı bir türlü göremedim.Oysa binlerce film izlemiş, onlarca kitep okumuş,her zaman olmasa da ince ayrıntıları, alt metinlerde anlatılmak istenenleri fark etmek, bilgiç bir havayla etrafımdakilere bunlardan bahsedebilmekle över kendimi, egomu okşardım. Ya siz canım insanlar! Siz de mi benim kadar kördünüz? Benimle yaşarken, beni hayatınıza katarken, beni alıp kullanırken, benimle sevişip ağlarken, içip sızarken, kavga edip kızarken, sövüp sayarken, hiç mi fark etmediniz üzerime oturmaya bu hayatı? Nezaketen mi sustunuz? Sesinizi çıkarmayı bırakın imasını bile yapmadınız! Yoksa, yaptınız da ben o muhteşem körlüğüm, bencil egomla sizi de mi görmezden geldim... Bu hatanın sorumluluğunu kimseye atacak değilim, çünkü benden başka kimse ödemeyecek bedellerini, umarım...

Otobüs muavinin insan üstü gayretiyle sergilediği o yapmacıklık, kendinden emin beğenmişliği bir süre daha ilgimi oyalasa da, kafamın içinde uçuşup duran ancak şimdi sayfalarıma indirdiğim düşünceler, 'şimdi ne olacak?' sorusuyla sık sık kesiliyor. Nereye gittiğimi biliyordum ama neden gittiğimi, gittikten sonra ne olacağını belirsizlikler arasına bırakıp fazla kurcalamıyordum. Bir şehre ilk geldiğinizde birbirini tanıyan insan gruplarına fazla yaklaşmadan uzaktan izlersiniz ya bir süre, 'şimdi ne olacak?' sorusuna da aynı şekilde davranıyor, uzaktan soruyor, cevabı beklemeden kaçıyordum...

Bazı cevaplardan kaçamıyorsun. Bir süre kulaklarını kapatıyorsun o kadar. Geçmiyor, bekliyor sadece ağaçların arasına sinmiş avının yeterince koşup yorulmasını bekleyen pusuya yatmış aslan gibi. Gidebildiğin uzaklıklar yeter sanıyorsun yakalanmayacağına, yetmiyor... Bunu bile bile gidiyorsun işte bir umut, bir umut daha ekiyorsun aklına. Belki havalar bir süre daha iyi gider, belki ucuz yollu bir ev bulursun, belki biraz daha iyi bir iş hafta sonları ve geceleri çalışır, gündüz okursun. Onca yıl okudun da ne oldu sanki klişesine sohbet aralarında örnek olarak gösterilecek bir hayatın olduğu halde, ne kadar rezilce bir umut olmadı mı şimdi bu? Buna bile tutunmaya çalışmak, sanki hayatında daha önce tutunabilmişsin gibi...

Şehrin bir şekilde geri alır seni dişlerinin arasına. Ne kadar uzağa gidersen git işte, istersen cehennemin dibine git! yine de durduğu yerde dilini uzatıp başının üzerinde uçan sineği yakalayan kurbağa gibi tutup sonuna getirir. Şehrin iyi tanıyor çünkü seni, sorun kendiyse gittiğin her yere onu da götürdüğün için, başka şehirlerden geri dönüyorsun son otobüsle, ilk koltuğunda üstelik...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder