28 Şubat 2015 Cumartesi

son bir sigara daha...

bazen bir kadının kokusunu alıyorum
aklıma yazılmamış satırlar düşüyor
geçer diyorum
ve bir kadeh daha dolduruyorum
sadece geçiştiriliyor...


kül tablasında yanarken bırakılmış
bir bardak çay şekeri atılmış ama
karıştırılmamış
ansızın bir haber gelmiş
durmuş zaman
başka bir gerçekliğe sığınırken
bir düş
yoldan geçen insanların
yüzleriyle boyanmış
tam alışıyorken
bu hayata
aklına gelmiş
sigaran
neyse'lerine yenisini eklemişsin...
durduğu yerde zamanı
yakalayamışsın
teninde gri lekeler
soluksuz çıktığın merdivenler
intikamını almaya başladığında bedeninden
ne çok 'keşke'ler
dilinin ucuna gelirde
yediremezsin kendine
ve susmak!
tek zırhındır artık
acımasızca akıp giden zamandan değil belki
ama bulduğunda canını yakacak
cevaplardan korur seni...

kültablasında
yarım bırakılmış
kendi kendine sönen bir sigara kadar
tek başımayım şimdi...

25 Şubat 2015 Çarşamba

vazgeçme teorisi

kırılganlıklarımızı özenle saklar,
farkettikçe
görmezden gelmeyi de öğrendik biz...
daha iyi oyuncular olamadık belki
öfke kontrolündeki başarısızlıklarımız,
kıskançlık nöbetleri olarak
yaraladı ruhlarımızı
kim daha çok sevdi'yi yarıştırırken
umrumuzda olmayanları sıraladık...
sonra
umurumuzda değildi artık
'biz'...

sen ve ben denklemini bir türlü eşitleyememiştik...
bilinmeyenlerin yerine ne koyduysak,
ikimizden birini siliyordu...
belki de bu yüzden,
susmak,
en acısız ayrılık yoluydu...

bir şehir dökülür bu gece
ellerine gözlerine hüzün
okudukların benim değil,
yazdıklarım ütopyasında bir sevdanın
akıl almaz gerçekliğin...

metalik bir tad damağında
sanki az önce namlusunu çıkarmışsın ağzından
ayrılığın soğuk şakasının
eskisi gibi olmaz
seviyormuş gibi dokunmaların

naif bir ürkeklikle geldim sana
günahlarımı çıkarırken bir bir
aklımın dehlizlerinden
korkmuyordum
anlardın beni
yargılamadan...


kimsenin inanmadığı hayallerim vardı benim
kendimin bile
belki de bu yüzden
en önce sen
uzaklaştın benden...

tekerrür...

gecenin yarısı oturduğunda masanın başına,
çöker yorgunluk...
karşında boş bir sandalye
ve dolu bir kadeh rakı...
içindeki boşluktan aşağı düşmemek için,
aklının önüne alkolden duvarlar örmeye başlarsın...
biriktirdiklerin zorlar seni,
zamanında söylenmemiş sevgi sözlerin,
en zayıf yerinden yakalar
sesini çıkaramaz
çaresizliğini meze yapar
yutkunamazsın...
bir terkediş daha batar gözlerinin içine
açamazsın..
açsan
kapanmaz yaraların
kaçsan
nereye kadar?
o alkol de bitecek işte!
ayılacaksın yine
ertesi gece yine
boş bir sandalye karşısında oturup
başlayacaksın yazmaya:
bugünde ölmedim ama,
sen yaşadım sanma!

24 Şubat 2015 Salı

aklın laneti!

acının bir sonraki evresindeyim artık...
yokluğun bedenimin bir parçası,
gelsen bu saatten sonra,
bünyem kabul etmez,
sen etsende...

benim gibilere birşey olmayacak,
ömrümüzü sonuna kadar yaşayacak ve bileceğiz
lanetimiz bu bizim
değiştirememek gelecekleri...

fahişe!

boşluk dolduran olmaktan yoruldum...
tehlike anında kırılması gereken
bir cam parçası olmaktan...

kırılmış, hor kullanılmış her kadının,
sığındığı liman olmaktan,
kendini aydınlatmaktan aciz
bir fener gibi
dönüp durmaktan yoruldum...

o geri dönünceye dek
sever gibi yapma bana
sevme yeter
en azından bileyim
nerede duracağımı

bırak yatağını ısıtayım,
teninde fırtınaların
aklında kaçamakların faili
duymak istediklerinin
şairi olayım...

ama sevmiş gibi davranma bana...
aşık olduğun adama sakla
en güzel sözlerini
kulaklarımda harcama....

bir fahişe gibi her istediğinde
koynuna al beni
bedenimi kullan
işin bittiğinde
tanıma!
sevmiş gibi,
kollarımın arasında uyuma...

uyu şimdi
hicbirsey olmamış gibi,
her gece koynuma girmemiş gibi
uyu şimdi
yarın gece
unuttuğun yerde olacağım
gelip almazsan
yeniden isteyene kadar,
dokunuşlarını saklayacağım tenimde
tek başına yalnız kaldığında
içindeki boşluğa
sarılacağım...

sessizliğin...

sana şiir yazabilecek kadar çok uzun süre,
yalnız bırakma beni...
sonra yazdıklarım alıyor içimden,
sana söyleceklerimi...

bana özel...

bir şişe şarapla sarhoş olmazdım ben,
yanında yokluğun meze olmasaydı kalbime...
gelsen bir dert,
gelmesen...
o konuyu hiç açmayalım istersen!

bende bu gece başka bişi arama,
sen yoksun işte,
yetmez mi?

sonra
aşağıya doğru bükülür dudaklarının kenarları...
gözlerindeki ışıltılar,
kaşlarının gölgesinde soluverir...
sadece susarsın...

mülteci

zamanlaması tutmuyorsa belki zorlamamak gerek...
ben erteledikçe sen sabırsızlandın...
senin telaşın,
beni yordu.
sonuç
iki yalnız uyuduk...

iki ayrı sevdanın yanlış taraflarındaydık ikimizde.
neleri beklerken bulmuştuk birbirimizi
hala bekliyoruz
bulduğumuz ikimizede yetmemişti..

bazen
sadece varlığı yeter...
sen sadece adını yazarsın,
en güzel şiirin olur...

bazen
yorulup vazgecersin,
kokusunu hayal edersin,
sonra özlersin
sığmaz kelimelerine
bir sigara daha içersin...

ne ben senindim
ne de sen benim...
sadece bir boşluğu paylasıyorduk
hepsi bu...

çok üstüne gelirsem
sıkılıyordun,
siktirediyordun beni...
beni mi cekecektin?
cekilecek onca adam varken...

sen ona yazıyodun
ben sana
o geldiği anda
beni silecektin
gittiğinde
sıkılınca yalnızlıktan
yine beni isteyecektin...

19 Şubat 2015 Perşembe

yeldeğirmenleri...

kalbimin közünde ki kıvılcımlardan geriye kül rengi bulutlar kaldı.
eski aşkların çarpıntısıyla ertelediğim her kelime
simdi dudaklarımın ucunda çığlığa dönüyor...
şimdi dalgalardan yorgun, umutsuz bir sahil şeridi gibiyim.
kıyılarımda batan yüzlerce geminin yasını tutuyorum.
sen kumsalımda mahsur kalmış martı çığlığı,
sesini duyuyorum ,
seni göruyorum ,
biliyorsun...
çarptığın benim yüreğim mi?
yoksa sen zaten kendini kıyıya son anda atmış,
boğulmak üzere olan kazazede misin?

bana yaralarını göster.
sana kelimelerimden pansumanlar yapabileyim.
kalbimin kapısında yerin yok senin.
ya içeri girmelisin
yada dışarıda bekleme!
ben neşterlerimi alıp gelirim sana...

kaldırılıp kapatıldığın,
üzerine beyaz bir örtü bırakılan,
soğuk bir odadasın şimdi.
yanında soğuk ve morarmıs elleriyle bir dolu insan...
sana elimi uzatsam,
daha mı sıcak olacak sanıyorsun?
bir kadavra bile olsan uzandığın yerde,
senin farklı bir çalışma olduğun öyle bariz ki...
sanatçısının,
güzelliğini kıskanıp,
kimseye göstermeden bir dolabın arkasına sakladığı tablo gibisin...

sana seslenemem.
suskunluğum,
işlemek isteyipte cesaret edemediğim,
belki de bu yüzden,
üstlenmek için en öne çıktığım,
faili meçhul bir cinayettir...
sana umut vaat edemem.
yıllar önce çıkarıp astığımdan beri ruhumu,
bir rüzgarın kollarına,
ne bu beden gülümsüyor hayata ,
ne de bu ruh,
isyan etmeden durabiliyor...

ben entellektüel ve sofistike bir kaçık değilim...
ne halkının sokaklarından geçtim,
ne de burjuvanın teras katlarında yapılan kutlamalardan...
kan bağımlısı bir cerrahım artık!
beni nakledecek hasta bulamadığımdan beri,
kendimi kanatıyorum...

söylesene,
umut arıyorken çıktığın bu yolda,
ne kadar göze alabirsin?
bana yazarken ve beni okurken,
kan kaybından ölebilme ihtimallerini?

17 Şubat 2015 Salı

unutmuyoruz aslında...

Unutmuyoruz aslında!
alttan alttan, dayatılırken bize ait olmayan yaşamlar,
kırılıyoruz belki dizlerimizin üzerine çöküyoruz,
ama eğilmiyoruz,
eyvallah diyoruz
ama unutmuyoruz
biriktiriyoruz içimizde.
öfke nöbetlerine kapılmadan,
içten içe büyüyor bir yangın,
korlanıyor ateşimiz,
üzerimize gelindikçe
derin bir iç çekip,
nefesimizle canlandırıyoruz hafızalarımızı
birimiz diğerine hatırlatıyor,
diğerimiz başkasına,
farkında değiller,
böldüklerini sandıkça bizleri,
birleştiriyorlar.
din,dil,ırk,örf,adet ayrıştırmalarından sıyrılıyoruz her gün biraz daha
her gün,
aldığımız her darbede gözlerimiz biraz daha açılıyor.
'insan' olmanın birleştiriciliğini farkediyor,
tanımadığımız belkide bir daha asla görmeyeceklerimize
karşılıksız yardımlar sunuyoruz...

bölünmüyoruz aslında,
bizi ayırdıklarını sanıyorlar,
inandıklarımızla sorguluyorlar bizi,
ihanetle suçluyorlar,
geçmişimizi inkar ettiğimizi söyluyorlar,
aşağılıyorlar
gözlerimizin içine baka baka dalga geçiyorlar bizimle,
sustukça
sindik sanıyorlar...
unuttuk sanıyorlar,
belki de ilk defa ve en büyük hatayı yaptıklarını
yeni yeni anlıyorlar...

artık herşey için çok geç...
satın aldıkları sevgi,
kazandıkları nefreti örtmeye yetmiyor...
kalemleri, sözcüleri, sanatçıları yetmiyor,
korkularını ört bas etmeye...
hergün biad eden birileri çıkıp bağlılıklarını gösterirken
sadece komik oluyorlar...
zafer nidaları atarken,
çöküşlerinin sesini duyamıyorlar...
ayak seslermizi duymaya çalışıyorlar,
binlerce odalık saraylarının duvarları arasında,
binlerce korumalarının ardında
ayak seslerimize dikkat kesilip,
ne kadar yaklaştığımızı merak ediyorlar...

unutmuyoruz aslında,
aklımızda, ruhumuzda, bedenimizde birikiyor
dayatılan her zorbalık, her haksızlık,
unutmadığımız her an bizi biraz daha yaklaştırıyor birbirimize,
açlıkla korkutuyorlar bizi,
yoksullukla, yalnız kalmakla,
çare onlarmış gibi görmemizi istiyorlar,
görüyoruz sanıyorlar,
bildikleri her yolla bölmeye çalışıyorlar bizi,
inanclarımızın,
fikirlerimizin
yaşam tarzlarımızın farklılığını kullanıp
bizi bölmek istiyorlar, yetmiyor,
cinsiyetlerimizin arasına fark koyup,
biri diğerinden üstün deyip,
insan olmamızı unutmamızı istiyorlar,
cunku biliyorlar,
biz ne kadar birlikte olursak
o kadar kaybedecekler...
biliyorlar,
'insan' kalırsak,
bizi birbirimize kırdıramayacaklar...

unutmuyoruz aslında,
farkındayız ve biliyoruz
sonuna geldik bu kanlı oyunun,
canlarımızı kaybettik,
kanlarımızı akıttık adı konmamış bir savaşta,
ama sonuna geldik
her birimizin içinde bir yara açtılar,
durmadan yolup, kanatmaya çalıştılar,
onlar kanattıkça diğerimiz gelip tuttu ellerimizden,
ve hatırlattık birbirimize
'insan' olmak, 'insan' kalmak ne güzeldi...

unutmuyoruz aslında,
işçi cinayetlerini,
ezilen, ayrıştırılan halkları,
ailesi aç kalmasın diye,
bir kaç işte çalışan emekçileri,
sırf onların istediği gibi düşünmüyor diye,
hayatlarının baharlarında öldürülen çocuklarımızı,
nerdeyse saldırılmasının normal karşıladıkları
kadınlarımızı...

unutmuyoruz....
biz hatırladıkça,
öyle korkuyorlar ki,
nasıl geldiklerini bir gün hatırlamayacağız belki,
ama nasıl gittikleri,
tarih boyunca hatırlanacak,
bir halkın hafızasının,
diktatörlere verdiği dersi....

4 Şubat 2015 Çarşamba

yara bandı...

içinde geçmişinden kalma yara izleri olmayan bir kadın,
neden ihtiyaç duysun ki bana...

hala sıradan bir insan olma özlemim sürüyor...
her ne kadar ukalalığımı,
suratıma çarpıp ezsede beni hayat
farkındalığım için...
gördüklerimi inkar edersem,
hafifletici olurmuydu?
uysallığım,
tanrının sofrasında
bir yer bulurmuydu?
bilmiyorum...

yalnızlıktan,
çekyatı açmadan uyuyan insanlarız biz,
gece yarısı hissetmeyelim diye
sırtımızdaki boşluğu...

mülkiyet sorunumuz var bizim,
sahiplenmek ve sahip olmak istemiyoruz.
bu yüzden
sığmıyoruz,
hiçbir sağlıklı akla ve mantığa...

sanıyorum ki bazen,
diğer insanların kararlarını etkileyebiliyorum...
gülümsüyor tanrım,
sanki onun rolünü,
ondan iyi oynuyorum...

aşkı dibine kadar bilip,
kimden saklıyoruz?
kime saklıyoruz?
sadece yazıyoruz...

şimdi sevgili,
ya artık seviş benimle,
yada yorma artık beni,
bırak uyuyayım...

bu saatten sonra
sevsem bile seni,
içindeki 'acaba'ları,
hangi şiirime yoracaksın?
açtığım yaraları
dokunuşlarımla mı
saracaksın?

bu kadar alkol kafi
uyutmaya yetmiyorsa
düşlerine alıp yeşil gözlerimi
iç çekişlerinin acısını
ısırdığın dudaklarından mı
çıkaracaksın?

affetme...

aralanır kapısı sustuklarımın
okursun diye yazıyorum
anlarsın diye değil
bil diye söylüyorum
affet diye değil!

gidenin amk!
kalırsan mutlu olmayacaksın,
yine de sen bilirsin..

sevme beni!
iyi değilim ben...
karanlığım üstelik,
yalnızlık kokar kelimelerim...

bağlanma bana,
mavi pelerinim yok!
uzatınca ellerimi gökyüzüne,
seni alıp kollarıma
uçamam...
daha derine çekerim seni...

sevme beni!
bulaştırma kendini yalnızlığıma,
hala büyümedim ben,
bir kadının sevgilisi olacak kadar...
büyümedim ben
ellerini
tutacak kadar.

nasılda yirmidört yaşında
hayat doluydun
benim boşalttığım yoksullukla
kirlenmeyecek kadar
saftın
istedim diye seni
affet...

özür dilerim
bir hayale ortak ettiğim için seni
özür dilerim
düştüğüm boşlukta
sana sarıldığım için
özür dilerim
bu kadar
istedim diye seni

özür dilerim
ama affetme beni...
bakma yüzümdeki masumluğa
iyi halime inanma
kullan ve at beni
şefkatine sarma
isteyip durma tenimi...

haketmiyorum seni...

3 Şubat 2015 Salı

iz'düşüm...

bir histeri sonrası
korkup karanlıktan
sığınmak yorganın altına
saklanmak neye yarar
nereye kaçar insan
uyanınca gelecek canavarlardan...

saf bir bebek gibi doğduk belki
ama günahkar öleceğiz
çok istedik diye
affedermi tanrım bizi?

duymak istemediklerini sustum diye
daha mı beyaz gece?
sevişmek istediğim için seninle,
kızıyormusun bana?
gideceğimi bile bile...

bir şairi sevdin sen,
şiirlerin oldu belki
sözlerin,
ben yazdım!
ben kurdum kafiyesini
sen
direnemediğim...

tüm zaaflarımla,
ve zayıflığımla,
ve çılgınlığım,
yangınıma ortak ettim seni,
suçuma mazeret,
keşke,
bu kadar güzel olmasaydın!

keşke bu kadar,
hayalimdeki gibi olmasaydın,
terkedip gitseydin beni
vazgecip...
herkes gibi
işin bitince benimle
ardına bakmasaydın...

çalışmadığım yerden geliyorsun üzerime
boş bırakıp kağıdı
çıkmak istiyorum
kırılıyorsun
'herkes gibisin!'
diyorsun,
herkes gibi,
gidiyorsun
herkez gibi
olmak
umrumda değil...
herkez gibiysem
neden simdi
gecenin bir yarısı
sana yanıyorum...

sanki gidersem
bırakıp kendimi
vazgeçersem
geçer sandım
tutamadım
kırıldığım yerde aradım seni
bencilliğim için affet
belki de düşündüğün kadar
güçlü değildim...
maskelerim korumuyordu beni
duvarlarımın ardına saklasam kendimi
bulunmam sanıyordum...

olmuyormuş,
ne kadar uzağa atarsan at,
içinden çıkaramadığın,
seninle kalıyormuş......

1 Şubat 2015 Pazar

cesaret verme bana!

hiçkimsenin herşeyi olmayın.
sonra herşeyinizi istiyorlar sizden...

alkolu bırakmamı isteme benden,
bırakırsam eğer,
seni de bırakırım....
ölümden vazgeçmemi isteme benden,
yaşarsam,
senden de vazgeçerim...

bu kadar açken kadın bedenine,
seni çağıran ve bekleyen bir kadını nasıl bekletebilirsin?

geleceğin ve getireceklerinin amk! deyip,
bırakabilirmisin kendini
şehvetin kollarına?

bu bir yangın...tam ortasında kaldım....

şimdi bir kadının koynuna gidiyorum...
günahsa bu beni suçlasınlar,
en sıcağında cehennemin
beni yaksınlar!

tanrı,
görmemiz için göz verdiyse,
konuşmamız için dil verdiyse,
neden sevişmek günah olsun?
sevişecek güç verdiyse....

yazabilme yeteneğini verdiysen,
aşık olduğum için
nasıl suçlayabilirsin beni?

sarhoşum,
alkol kokarken nefesim,
yine de istermisin?
tenimi teninde...

sabahında inkar edeceğim,
gecenin koyusunda,
alırmısın beni?
içine....

sevmek büyük adamların işi
sevilmek,
büyütür mü beni?

bekliyorsun
sana gelmediğim için kızıyorsun belki
gelirsem affedermisin beni?

susuyorsun
razı olduğun nefesim
değmemiş ellerim göğüslerine
yine de
iç çekişlerimden hissedebilirmisin?

istiyorum ulan!
yakıp teninde mecusi ateşlerini
şeytanın istediği
benim bağlandığım
bekliyorsun
direniyorum yokluğuna

dizlerimin üzerinde
zırhım darmadağın
kan içinde
sesim yorgun
kelimelerim isyankar
bu gece senin olmak istiyorum...

hastalık belirtisi...

mülkiyet sorunum var benim...
aidiyet ve sahiplenme duygum yok...
bu yüzden en tutulduğun anda bana
kırar giderim seni...

susuyorsam değerini bil,
konuşursam acısı içinde kalır
kelimelerimin
seni aldığı gibi,
vermesini de bilir
hiçbirşey olmamış gibi...

sonra
fırtına diner
sakinlik martıların kanatlarında
uzanıp güvertesine bir mavnanın
gökyüzünü izlersin
azalır kanındaki alkol oranları
oysa ayılmak için erken
sığınıp şefkatine bir kadının
af dilemek için geç
şirinlik yaparsın tanrına
isyanını görmezden gelsin diye
hırsın dinerken
çok acele etmişsinde
nefes nefese kalmış gibi
oysa daha erken
ölmek için...
geç,
yaşamak için...
fazla ıslak dudakların,
öpmek için...
kalemin körelmiş
yazmak için,
yaşasana derken bir ihtiyar,
sanki kendi
çok yaşamış gibi
unutma bunları der
sanki kendi
hatırlamış gibi...
an'ı yaşa!
sanki kendi
sevişecekmiş gibi
heyecanlı
rüzgar
nasırlı teninde
hissetmeyecek belki
ama özlemiş
gözlerinden belli...