27 Temmuz 2014 Pazar

şiir sokakta!

şiir sokakta!
düşüp dizlerini kanatırcasına
beyaz renkli bir tomadan kaçarken,
ateş gibi asfaltın üzerinde...
öpebilmek güzel dudaklarını nefes almak için,
gaz bulutları içinde...

şiir sokakta,
günlerce uyumadan,
canımızın yanmasına inat,
direnişin en güzel yerinde,
sloganlarla yürümek taksime!

şiir sokakta,
elinden tutmak güzeldi ya,
o günlerde tutmak,
nasılda cesaret verirdi,
sığdıramazdım bu aklı,
kaçıracağım diye korkarken,
nasılda ıslaktık,
gecenin yarısı üşümemek için
birbirimize sokulurken...

şiir sokakta,
aşk beyaz çarşaflar arasında değil,
çılgın kalabalıkların ortasında
sevişmekti!
isyan ederken zorbalığa,
buradayız diyebilmekti...

şiir sokakta!
unutmamaktı!
vazgeçmemek,
bir ağacın dibine kıvrılıp,
sana sarılmaktı...
terin terime karışırken,
korkmamaktı...
üzerimize geceden başka hiçbirşey örtmeden,
birlikte olmaktı,
birlikte olmak,
hayata tutunmaktı...
bize dayatılana inat!


20 Temmuz 2014 Pazar

aldatılmak...

şimdi sen
yandaki odada bildik birinin kollarında inlerken,
ben yarı baygın bir odada
kafamı duvarlara vuruyorum...
perişanım şimdi.
mutlu oldun mu?
başını yastığa,
rahat koydun mu?

18 Temmuz 2014 Cuma

hani zaman herşeye ilaç ya, yalanmış!

zamanla,
geçiyor mu?
az önce öpülmüş dudaklarının ıslaklığı?
kalbin deli gibi çarparken,
unutuluyor mu kulaklarındaki o uğuldama?
öğreniyor mu insan yaşamayı?
herşeye rağmen,
yenilmiş bir kalple,
becerebilir mu?
arkasına bakmadan yürümeyi?

zamanla,
inkar edilebiliyor mu?
inandığımız...
dimdik ayakta yaşarken bir ömrü,
saygıdan değil,
zavallılıktan, karşısında diz çöküp,
uysal bir kölelikle...
inkarlarımız en büyük sözlerimizi,
kelime oyunlarına sığınıp,
saklandığımız...
görünmez olunabiliyor mu?
zamanla,
unutabiliyor mu insan?
bütün yol boyunca elinde tuttuğu eli terleyen,
bir otobüs yolculuğunda,
omzu uyuşssada başının altında,
o saçlarının kokusu yok mu!
işte o koku,
sabah uyandığında,
yanındaki yastığa sinen,
o koku,
uçup gidiyor mu?
zamanla...

bir kadeh rakı,
bir kaç satır mısra,
belki de unutulacak ayıldıktan sonra.
bir hayale kapılmak,
olmayacak belki,
insan kanmayacak,
ama yaşanmışlık içinde,
o eskimiş an'lar için,
yenilerine surat asıp,
nankör bir köpek gibi,
hep mutsuz,
hep hırlayarak bakmak hayata...
geçer mi bu öfke?
sakinleşir mi insan?
zamanla....
o tutkusu dokunuşların,
etin ete değmesi,
ışık bile utanır,
giremez araya...
soğuk tutuşur.
alevleri sararken bedeni,
o kadar yoksul,
bir o kadar zengin bir sevişme anı,
düştüğünde aklına,
aylar geçsede aradan,
tahrik olmaz mı artık insan?
etkisi geçer mi bunun?
zamanla...
düşünmekten yorgun düşer,
duası yetmez kaderine.
uyanası gelmez.
bir zamanlar sığamadığın,
şimdi ise bir türlü dolduramadığın,
o yatakta...
yapayalnız ve kederli,
kaybolan yıllardan arta kalan,
şerefli bir yenilgi.
ne zaman kazandık ki biz?
şimdi bırakıp kendimizi zamanın nadasına,
herşey düzelecek diye,
umut sarıyoruz kırıklarımıza...

16 Temmuz 2014 Çarşamba

yalnızlık senfonisi...

çok zengin olduk.
istediğimiz herşeyi kazandık.
oysa ki tek istediğimiz aşktı bizim,
belki de bu yüzden,
varlığımız büyüdükçe,
öptüğümüz kız çocuğunun hayaliyle,
dolduralamaz bir boşluğun içinde,
kendi başımıza yalnız kaldık...

11 Temmuz 2014 Cuma

Nevermind, I'll find someone you.

Günler geçti..
farkına varmadığım sürece sorun yok. kendimi kaptırıp yaşamak tutkusuna, akşamları sabaha, günleri geceye bağlıyorum. avucumda sıkı sıkıya tutmuyorum artık telefonumu ve ararsında duyamam diye sesini sonuna kadar açtıgım zil sesini, yine sessize alıp odanın bir köşesine bıraktım. okursun diye yazdığım sitelerede girmiyorum ne zamandır. ya da okursun bir gün diye yazmıyorum, sıradan tekrarlarımı saymazsak...

bana aldığın pantalonu, gömleği kışlıkların arasına kaldırdım. üzerinde yeşil beyaz inek resimlerinin olduğu fincanı da geçen gün, yanlışlıkla elimden kaydırıp düşürdüm... gönderdiğin deniz kabukları ve el yazın kullanılmayan bir çekmecenin müdavimi oldular. sana ilk maaşımla ne alacağımı sormuştun ya... ben de ne istersin dediğimde kızmıştın. önemli olan benim beğenip birşeyler almamdı. sana aldığım elbiseyi bir arkadaşıma verdim. sevgilisine hediye etsin diye....

aslında adresini hatırlayıp sana göndermeyi planlıyordum. ama demiştim ya, bittiğini anlayabilecek kadar büyüdüm ben. tek yapmam gereken artık buna inanmak. artık işlerim yolunda gidiyor ve sanırım iyi kazanıyorum. oysa ki nasıl da umursamazdım ve akışına bırakmıştım hayatımı... günler geçti ve ben her sensiz geçen günde, seninle yaşadıklarımın üzerinden geçtim bir bir... sonuna geldim şimdi. ruhumu arındırıyorum içimdeki bu acıdan. ve daha dikkatli yazıyorum artık. daha az devrik cümle, daha az kafiye, daha az imla hatası... sana anlatmak icin ezberlediğim masalları kız çocuklarına bırakıyorum... tuhaf bir boşlukta gibiyim... tarif etmeme yetecek kadar sözüm yok, belki de gücüm... geçti artık deyip avutmaya çalıştım bir süre, baktım geçmiyormuş. tamam deyip dayanmayı öğrendim... haklıydın... herkes kendi acısını yaşıyormuş içinde. ötelenmiyor ya da ertelenmiyor... görmezden gelsen bile ilk zayıflığından faydalanıp daha çok canını yakıyor...

sana yakın bir yerlerde hayatıma devam etmek gibi ütopik düşüncelerden de kurtuluyorum artık yavaş yavaş... yaşamak istediğim hayatla, yaşadığım hayat arasındaki uçurumdan düşüyor gibiyim. ikisine de tutunamıyorum. hala yaşadığım, yaptığım, söylediğim her söz dilimin ucunda... geçiyor yavaş yavaş ne kadar üzgün olsamda, ne kadar canım yansa da, ne kadar isyan etsem de geçiyor ve yaşıyorum... kanarken içimde bütuü kabuk tutmuş yaralar... benzetmelerden sıkıldım! benzemiyor çünkü yokluğun, anlattıklarıma... içimde ki bu sıkıntı, nefes alamıyor olmak, karşılıksız çıkması gibi, yaptığın önemli bir iş karşılığında aldığın çeklerin...

günler geçti...
ve ben hala hiçbir şey olmamış gibi bekliyorum. sanki en son bir yıl önce değil de, bir dakika önce konuşmuşuz gibi... zamanı durdurdum, avuçlarımı kanatsada sıkı sıkı tutuyorum... ihtiyarlamıyorum artık ve unutmuyorum. içime kazıyorum adımızın baş harflerini.
ölümümden sonra yapılacak otopside bulunacak belki de ölüm nedenim...
oysa ben hala yaşama nedenimi arıyorum...

10 Temmuz 2014 Perşembe

biz ve siz...

sabahları birlikte gidilip kahvaltı edilen ya da öğlen saatlerinde önunden geçilirken beş dakika oturulup kahve içilen bir cafeydi, aylar sonra karşılastığımız mekan...
benim yanmda başka bir kadın, senin yanında başka bir adam. kadın da adam da memnundu hayatından. biz ise gözgöze geldiğimiz anda buz gibi kesilmiştik, bu bazılarının memnun olduğu durumdan...

tam karşımızdaki masaya siz oturdunuz. biz kelimesinin paydasında ise bir yabancı kadın vardı artık  ve sen sessizce bir 'siz'e taşınmıştın. biz çay söylemiştik cam bardakta. benimki her zaman ki gibi demli, yanımdaki kadının ki açık ve 3 şekerli. siz beyaz fincanlarda muhtemelen kahve içiyordunuz... seninki sütlü ve şekersiz, adamınkini bilmiyorum... kadın ve adam sırt sırta duruyorlardı. ben ve sen ise karşılıklı gelmiştik...

kimi zaman gözgöze gelip susuyorduk karşımızdakilere. bazen gözgöze gelmemek için sen adama, ben kadına saklanıyordum. ama ikimizde merakla süzüyorduk olan biteni. gözgöze geldiğimiz ilk anda selamlaşmamıştık bile. iki yabancı gibiydik birbirimize. sen durmadan saatine bakıp duruyordun. kalkmak istedikçe karşındaki adam tutuyor gibiydi seni. rahatsız olduğunu hissetmiştim...

karşımdaki kadının gözlerinin içine bakarak, daha eğlenceli bir yere gidelim dedim fısıldayarak. kadın çantasını aldı. ben ayağa kalkıp kadının sandalyesini hafifçe çekip kalkmasına yardım ettim. ayağa kalkarken ve kalktığım anda, kadının sandalyesini çekerken ve kadının elinden tutarken beni izlediğini biliyordum... dar koridora doğru ilerlerken elimde olmadan, aslında, hayır bizzat isteyerek duraksadım. kadının elini braktım ve hafifçe geriye dönüp sana baktım...

adam masanın üzerindeki elini tutmuş sana birşeyler anlatıyordu. sen, benim az önce oturduğum boş sandalyeye bakıyordun. belki gözlerini oradan alıp bana bakarsın diye, bir kaç saniye bekledim... yanımdaki kadın sesi birşey mi unuttuğumu sordu...
-'hayır hayatım...' diyebildim yutkunurken.
oysa ki ben bile inanmamıştım bu cevaba. birşeyleri unutalı aylar olmuştu ve belki de ancak o gün, o saatte, o mekanda anımsıyor gibiydim...

kadın belime sarıldı, başını göğsume yaslayıp, 'hadi çıkalım buradan' dedi...
-'çıkalım sevgilim...' dedim...


ve son bir kez gözgöze gelemeden ayrılmıştık oradan...

benim yanımda yabancı bir kadın, senin yanında yabancı bir adam... biz kelimesinin kapsama alanı içinde sen yoktun artık... ve siz yolda yürürken, yanından geçilen ve farkedilmeyen coğrafya gibiydiniz....

8 Temmuz 2014 Salı

prenses....

ne çok yalnızız aslında
birbirine muhtaç iki yabancı gibi
elimizde bunlar var
isyan sozleri
kurtulup şehvetinden
merhamatine muhtaç iki sevgiliydik biz
ansızın sabahın bir yarısı
birbirine tutulan
ürkerek
diğerinin ne düşündüğünü bilmeden
hayalinde ne varsa paylaşan
gercek olmayacak diye değil
belki de gercek olsa bu kadar güzel olmayacak diye
diğerinden kaçan
kaçmak bir halta yaramasada
yazmaktan vazgeçemeyen
iki çocuktuk biz...
hafifletici sebeleri varmıydı bu yaşadığımızın bilmiyorum
ama ben seni tanıkdıktan sonra
hafiflemek istemiyorum...
en ağırına çarptırsınlar beni cezaların...
senin kollarının arasındaysam eğer
her suçu üstleniyorum...
şimdi öpmelisin beni,
hicbir erkeği öpmediğin gibi...
simdi almalısın beni,
daha önce hayalini bile kurmadıgın gibi....

2 Temmuz 2014 Çarşamba

gecenin bilinmeyeni...

bir gün bana dur diyemeyeceksin...
her anını,
seni hayal ederken yaşadığım herşeyi yazacağım sana..
yazarken onlarca şiir olacak,
gerçekte yaşanamayacak kadar güzel...
aklımızı kaybedeceğiz belki, bedenlerimiz kavrulacak...
soluk soluğa kalacağız.
ben yazarken,
sen okurken...
bittikten sonra,
ne senin duvarların kalacak, ne benim korkularım
hepsi yıkılacak.
ve biz koca bir boşlukta bulacağız kendimizi.
bir daha asla ayaklarımız yere basmayacak.
sonraki her gecede ne konuşursak konuşalım,
hep o anları düşüneceğiz.
unutamayacağız,
her ne kadar sen ve ben unutamadıklarımızla yaşamayı becerebilsekte,
o anlar aklımızın, kalbimizin bir köşesinde sürekli bizi rahatsız edecek.
yeniden yaşamak isteyeceğiz.
yeniden kendimizi o fırtınaya kaptırmak...
buradaki varlığımız dışarıdaki bizi zorlamaya başlayacak,
ve kendi iç savaşlarımızın ortasında bulacağız kendimizi.
bir gün,
hayatlarımızdan çıkıp gitsek bile,
yaşadığımız o anlar hep farklı olacak ulaşılamaz ve yeniden yaşanamaz...
kimbilir...
belki de solup gitmektense,
yanarak yok olmak daha iyidir...

gecenin yarısı...

şiir olacak
şairin tesellisi
sevda kafiyesinde hayat bulacak
kadın okuyup ulaşamadığı aşkına bir kez daha tutulacak
geceler uzadıkça
teselliler sıradanlaşacak
açılan yaralar dikiş tutmayacak
canı yanacak insanın
yinede geçmesin diyecek
bitmesin bu kalp ağrısı
sıradan günler ağır gelecek
gecesinden vazgeçemeyecek iki aşık
olmayacak birşey gibiydi varlığımız
kimin umurunda?
düşünsene
ya hiç karşılaşmasaydık
nereden bilecektik
ben nereden bilecektim bu sözlerin nasıl içimden geldiğini
sen nereden bilecektin
sevdanın, cam bir fanusta bile varolabileceğini...