31 Ocak 2015 Cumartesi

zamanla...

olur böyle şeyler...
geçer zamanla...
sen hayalini kurarsın,
hayal kurulmak istemez,
alışırsın zamanla...

sen yanıp küle dönersin,
yangın umursamaz...
çok istersin,
olmaz,
sonra geçer gider,
kabullenirsin,
zamanla...

sonra onsuz geceleri anımsayıp
buna da şükür dersin...
arasına beni de sıkıştırdı,
sevişti ya,
senin oldu
kısa bir zamanda...

ne kadar yırtsamda br yerlerimi,
senin için hala,
geçici bir heves gibi,
benim tükendiğim yer,
senin
neyse dediğin...

nasıl zor biliyormusun,
seni beklemek,
sustugun her an
kalem kırmak
sana hissetiğim
her duygu için....

doğurduğum her cocuğu
kurban etmek
aşkın tanrısına...
bile bile hemde,
gercekten
gelmeyeceğini....

yine mi uyuya kaldın?
sorularımı cevapsız,
beni yalnız bıraktın....

ne yapsam affedecekmişsin gibi hissediyorum.

içinde bir yerleri acıyan insanlara,
kelimelerden ağrı kesiciler sunuyoruz durmadan...
sanki kendi canımız yanmıyormuş gibi...

çok planlar yapıp,
hayata geçirme aşamasına geldiğimizde,
erteleme hastalığına kapılıyoruz durmadan...
bir bok olmaz bizden anlayacağın...

gecelik sevişmelerin ardından,
unutulmak istememiz bundan...
bağlanma engelliyiz biz.
kime aşık olacak kadar yaklaşsak,
arıza çıkarıyoruz durmadan...

kısa vadede çok istemek,
uzun vadede çok mutlu etmiyordu bizi.
bu yüzden ne zaman bir kadın
seni seviyorum dese,
susup,
iççekişlerimize gömüyorduk
ayrılığın ardından
yazacaklarımızı...

şiir kadınlar yaratıyorduk durmadan
tenlerine dokunmaya kıyamadıklarımızı
kafiyeye vuruyorduk
normal değildik sanırım
asla tatmin olamıyorduk

bu doymak bilmez şehvet,
bu kahrolası açlık
yıkılmak son noktaydı,
dizlerimizin üzerindeki her an,
orgazmın uzatılmış haliydi...


gece yarısı salaş bir meyhanede
sigara içmenin yasak olduğu meskende
duman altı
her yudum
biraz daha sallamakta dünyayı

her yudum
yeni bir kırılganlığı ıslatır,
canın yanmasın diye
farkına vardığında...


iki kadını bile kaldıramıyorken
ezilmiş ruhum,
üçüncüsü olma,
uzak dur benden!


üç film birden!
sinema salonları yok artık,
ve okulu asan liseli çocukta değilim ben,
bakırköy sahilinde
kayalıkların üzerinde içecek...


sana dokunmayacağıma öyle güveniyorsunki,
çırılçıplak giriyorken koynuma
ben bile korkuyorken kendimden
masumiyetinin zırhı
o kadar kalınmı?


koparılıp kanatları,
tanrısı tarafından terkedilmiş yeryüzüne,
bir melek değilim ben!
yanlış zamanda,
buldun beni...

yalnızlığına denk gelmiş olmam,
bir işaret değildi,
ilahi bir yanı yok bunun!
beni anlamlandıran sensin,
tutup ellerimden,
'erkeğim' diyen..


tutulduğun bu adam,
özgürlüğünden belki de
sarılıp sararsan,
değişir,
ruh halleri,
kararır hayaller,
sen sevdiğin renk
mavi değil miydi?


söyle sevgili!
en çok bunu sevmedin mi?
sana sahip olabilecekken,
öpüp güzel dudaklarından,
arkamı dönüp gitmelerimi...


söyle sevgili...
her gece bana uyurken,
ben nerede yazıyorum diye,
merak etmedin mi?


söyle,
ben sana yanmamak için
içiyorken her gece,
sen nasıl gönlünü,
ulaşamayacağını bile bile,
avutuyorsun?


her sevişmenin ardından,
beni özlediğini söylerken,
daha derine saplarken pişmanlığımı,
sen nasıl  bağlayabiliyorsun?
ikimizi birden
hayata


ne yapsam affedecekmişsin gibi hissediyorum.

bazen tutma diyorsun kendini...
bırak, sadece an'ı yaşa...
yaşadığım fırtınalardan,
koruyamamki seni...

30 Ocak 2015 Cuma

gemileri yaktıktan sonra...

okuyamayacağım mektuplar yazıyorsun bana inatla,
inanıyorsun çünkü,
yeterince ayakta kalabilirsen,
benden sonra
seni seveceğime...

bütün gün bekliyorsun
bana söyleyeceklerini biriktiriyorsun içinde
yalnızlığını giydiriyorsun bedenime
dokunmayı hayal ettikçe,
yanıyorsun...

seviyorum dersem,
sıyrılıp tüm yorgunluğundan
bağlanackasın hayata biliyorum
seviyorum dersem,
benide bağlayacaksın
koptuğum yerden...


sessizliğimden anlıyorsun,
nasıl savaşıyorum kendimle.
teninde fırtınalar koparmak varken,
ölü bir deniz sakinliğinde
kıyılarına vuruyorum..


sen
yoruldum artık gel dedikçe,
ben yakıyorum gemileri
gelmek kolay,
söndürdükten sonra şehvetimi,
kaldırabilirmisin?
yeni bir çaresizliği..


senin olduktan sonra,
okuyup şiirlerimi
özgür bırakabilirmisin beni?
sanki hiç öpmemişsin gibi...

susma...

adını koyamadığımız birliktelikti bizim yaşadığımız,
sen ne yaşadın bilmiyorum,
benim canım çok yandı...

hırsımı teninden çıkartamadıkça,
sönmüyor bu ateş,
yakıp yıkmak istiyorum
susuyorsun
köpek gibi yalvarıyorum sana
gözlerini kapatıyorsun!

birşey söyle!
küfür et!
lanet oku!
canımı yak!
kanımı akıt!
ama birşey söyle...
susuyorsun...

seni istemekten başka
yaptığım her hata için affet beni!

seni özlemekten başka,
yazdığım her kelime için
affet beni!

susma...
yeterince yalnızım
bir de sen
bırakma...

29 Ocak 2015 Perşembe

ütopya

'sende uyu' diyorsun ya,
bilmiyormuş gibi,
sensiz burada olmak,
cami avlusunda bırakılmış,
öksüz bir çocukluk gibi...
uçuşup duran güvercinlere imrenmek gibi
kanat vermedi diye tanrıma kızıyorsam
senin yüzünden
aklıma uçmayı soktuğundan beri...
dilenirken utanıp yüzünü gizleyen bir ihtiyarım ben,
çaresizlik,
yetişemeyeceğini bilmek,
en güzel çağında bir kız çocuğuna tutulup,
olduramamak kurduğu hayalleri,
tutup yakalarımdan sarsıyorun ya bazen
sevsene beni diyorsun
hatırla,
dokunmayı
bir kadın teninde kavrulup,
küllerinden doğmayı...

27 Ocak 2015 Salı

yeniden...

bazen bir kadın gelir
ve bildiğin herşeyi
tekrar etmek istersin...

bazen bir kadın gelir
ve sen anımsarsın yeniden
yaşamayı...

bazen bir kadın gelir
ve sen silip eskiden yazdıklarını,
sanki hiç yazmamış bir şair gibi
acemice
kafiye oyunları düşlersin

bazen bir kadın gelir
ve sen arınırsın günahlarından,
kutsar seni
kollarının arasına aldığında...

bazen bir kadın gelir
ve sen sadece susarsın
ihanet olmasın diye söyleyeceklerin,
onun saflığına...

bazen bir kadın gelir
kırıldığın yerden öper
ve sen yeniden başlarsın
hayaller kurmaya...

bazen bir kadın
alır seni koynuna
büyük planlar yaparsın artık
büyür adam olursun bir anda
kadınım dersin,
kadının sımsıkı sarlırken sana

bazen bir kadın
bağlar seni hayata,
başka bir kadının,
kopardığı yerden...

oscar goes to...

hep birilerine geç kalıyoruz durmadan
hep bir koşuşturmaca
hep ıskalamak hayatı
hep istediklerimizi bekletiyoruz,
bekletmemek için bizi isteyenleri
nelerden fedakarlık ediyoruz
neleri sığdıramıyoruz şu hayatımıza
doldurdukça heybemize hayalleri
gerçeklerden kopuyoruz
sonra düş yorgunu kızıl ışıklar altında
yorulduk
diyoruz...

ölümsüz değiliz biz
keşke bunu
ölmeden önce anlayıp
kayıp gitmesine izin vermeseydik
dokunuşlarıyla içimizi titreten parmakların
sahibini...

ölümsüz değildik biz
mavi pelerinli kahramanları da olamadık sefil hayatımızın
hep bir mucize bekledik
sıradan mutlulukları biriktirip
kendi hayatlarımızın başrolüne soyunamadık...
gittik
en değmeyenine sunduk bedenlerimizi
ruhumuzu şeytana....
orgazm kokusuyla sarhoş oldukça
daha iyi yalanlar söylerken bulduk kendimizi
alkış sesi bekledik durduk
kapanmadan önce gözlerimiz
sahi kim daha iyi oynadı rolünü,
kim daha mutlu ayrıldı sahneden?
kim diğerinin içinden sökerken
beklentileri,
umursamazlık oscarına aday gösterilecekti?

26 Ocak 2015 Pazartesi

sessizce...

beni yokluğunlamı terbiye ediyorsun?
yoksun'lara kelimeler sarıyorum
geçmiyor
keşkeler büyütüyorum durmadan içimde
hangi bahane
geçerliliğini yitirmeyecek
gelirsen bir gün

gün boyu içimizde hissettiğimiz o boşluk,
o yarım bırakılmışlık duygusu,
bu hayata ait değiliz biz!
3. sınıf dublörler gibi
repliklerimiz bile öyle kısa
öyle sıradan ki...

neyse siktiret işte...
nasıl olsa geçip gidecek hepsi
bugün çok üzüldüğümüz
yarın,
yarın geçecek mi cidden?

ayrılırken bile gülümsetebildim lan seni!
beni sevmemekle suçlayamazsın!

ayrılacağımız mahkeme salonuna girerken,
kapıyı açıp,
sana yol veren adamım lan ben!
aradığın adamlık bu olmasada...

sırf sen üzülme diye,
kendi içimde yıkılıp
gıkımı bile çıkarmadım,
sen beni susmakla suçlarken!

sırf sen üzülme diye,
bana git dediğinde gittim.
yüzümde bir gülümsemeyle...
ağlasaydım
suçluluğun uyutmazdı seni
sen uyanma diye geceleri
kolunu attıgın yerde oldum ben
üzerini açtığında
üşüme diye
uyumadım ben...
senin istediğin adam
değildim ben
sadece
benden sonra bile
mutlu ol istedim...

25 Ocak 2015 Pazar

mutlu yıllar...

kısalan günler midir?
yoksa ömür mü?
ertelediklerin birikir aklında
sonra
öyle çoğalır ki,
sadece vazgeçersin...

sadece uyumak istersin.
bir düş boyu yol almak
kırılganlıklarını tazelersin
demli bir bardak çay kıvamında
şekeri azaltırsın hatta
gençliğinin ateşinde yakmak istediklerin
daha değerli gelir
takvimdeki rakkamlar değiştiğinde...

sonra
tüm o öfkelerin,
hırsın
o başaramam kaygın
sıradanlaşıyor
sadece gülümsüyorsun hatırlarken
yıllar o derin izleri
sadece yüzüne bırakmıyor
anlıyorsun...

farklılık yaratmak konusunda
hicbirzaman başarılı olamadım belki
ama sıradanlıkta da o kadar iyi değildim...
aynı insanlara bakıyoruz herkes gibi
aynı görmüyoruz
ben sadece
görmezden geliyorum
aklıma düşenleri
geçer diyorum bir süre sonra
geçiyor
yada ben
geçmiş gibi yapmayı öğreniyorum

bazen susuyorum ya
yıkılmasına izin veriyorum
hani bazen
bir kavgaya karışmak istemezsin ya
yanından geçip gitmek istiyorum sadece...
öyle yoruldum ki
dokunsam
başka bir dünya olacak
dokunmazsam
içimde kalacak
yeni bir keşke ekeceğim geçmişime
yeni bir zehir karışacak kanıma
yeni bir yılda daha
ben
çok susup
daha çok yazacağım
sen konuşsana dedikçe
derin bir nefes alıp
kafamın içinde uçuşan kelebeklerden başım döner
üzülürüm
kısalığına değil ömrümün
bilmek yakar canımı
seninle geçecek anların
tadını...

bütünleme...

çok masallar bitirdik biz,
mutlu sonların görülmediği.
çok yalnızlıklara katlandık,
çaresizce uyumaya çalışırken.
çalışmadığımız yerlerden soruldu,
aşk soruları,
sustuk diye,
yanlış sayıldı,
doğru bildiklerimiz...

imgelerimdeki kısırlık,
anlatım bozukluklarım,
duygusundan yoksun bir şiir gibi,
yaşadıklarım,
kafiyesi tutuyor belki ama
ölçüsü yok yazdıklarımın...

sustuklarımla kabul et beni
söyleyeceklerim
sığmayacak sesime...
affetme beni!
herkes gibi olduğum için....
farkım yoktu
seni anlıyor olmam yetmiyordu
mutlu olmana...
bunu farkettiğim anda
o anda
sustum...
çünkü henüz o anlamı taşıyacak kelime
söylenmemişti
yetmişiki dilde...
sustum...
çünkü kendime bile söyleyemiyordum
sadece yazdım...
okursan
affet diye beni...

söylesene!
konuşsana! diyen bir kadına,
duymak istemediklerini nasıl söylersin?
onu üzmeden...

söylesene!
sana alıştım diyen bir kız çocuğuna,
nasıl söylersin,
geçer zamanla!

geçmeyecek işte,
nasıl bizim ağzımıza sıçıldıysa,
onunda sıçılacak...
o'da mutsuz uyuyamayacak
her gece
yerini bırakırken sabaha...

sustum!

kırılmışlıklarım,
öpsen geçmez.
sarılsan bana,
kollarında kalırım,
öyle güçsüzüm.
kurtaramazsın,
beni bu karanlıktan...
kendimi tutamıyorum,
yaklaştıkça sana,
yıkılıyorum.
merhamet gösterme bana!
beni al,
sonra,
elveda bile deme,
sadece git,
duymıyayım kırıldığımı...

kadınım olmak istedikçe sen,
kollarımın arasına gelip,
bana teslim olmak istedikçe,
adam sandım kendimi...

yoruldum,
kendimi tutmaktan.
seni bu kadar çok isterken,
susmaktan,
söylemek istediklerimi...
telefonun bir ucunda yanarken sen,
bir ucunda ben,
dudaklarımı ısırmaktan...
bilirken yandığını,
elimden birşey gelmezken...

bağışla beni,
olmamışım hala,
bir kadının erkeği,
bir sevdanın,
seveni...

bağışla beni.
olmamışım,
ne hayalinin kafiyesi,
ne de beklediğin,
o sana yazmasını çok istediğin...

sustum.
bazen konuşamazsın ya,
içinde birikir kal demelerin,
diyemezsin,
gider,
kalmasını istediğin...

sustum...
soğudu hava.
üşümek bir ödül gibi,
girdi koynuma.
neleri istemiştim,
istediklerim kaldı,
satırlarımın arasında...

benimle seviştiğin her an,
bana dokunduğun,
beni öptüğün,
istediğin,
sustum...
konuşsam,
bozulurdu büyüsü.
ağlardın...

sen bile inanmazdın,
sevebileceğime,
sustum...

anlatamadım,
sana dokunmayı.
içindeyken,
nasılda mutluydum,
kimse duymasın diye,
sustum...

sustum!
sen,
'konuşsana!'
dedikçe,
sana tutuluyordum.
sen uyurken şimdi,
yazıldığım gibi,
aklıma alıp seni,
sevdiğim gibi...

22 Ocak 2015 Perşembe

kızma bana...

zaman durdu sanki...
hicbir gece,
sevişirken yeterince uzun değildir!
ve hicbir gece,
seninleyse eger,
yeterince karanlık değildir...

şu zaman ne tuhaf...
bazen geçsin istersin,
bazen dursun...
o hep kendi bildigini okur!

sevda
mesafe aşımına uğrar mı?
kaç kilometre gerekir mesela
kokusunu unutmak için?

özlemek
zamanla aşınır mı?
ne kadar süre gerekir mesela?
tenimdeki izlerin silinmesi için....

sensizlik böyle birşey mi?
uyumaya çalışmak
diğer yarısı boş bir yatakta..

uyuyorum ben bebeğim...
sen bir el daha oyna...

sanki çok önceden geçmişim bu yollardan
anımsıyorum
kaybetmek kaçınılmaz
kazanmak
yazmıyor bu senaryoda

sonrasını düşünme dedin bana
ne olacaksa olsun
tutma kendini
tutmuyorum
öyle güzelki aldanmak
sanki
uyanmayacakmışım gibi...

sonrasını düşünme dedin
sonra üzülme dedin
sonra
üzülmedim
yarım bıraktım ne varsa
seni bensiz
beni nefessiz...

sen onu anlatırken
ben kendimi sorguya çektim
sen onu özlerken
ben
biraz daha yoruldum
olmayacakları isterken

bir rüyaya inandım
kızma bana
hayalperestim diye
zayıfım diye kızma bana
sensiz beceremedim
ayakta durmayı

acemisiyim diye kızma bana
sevilmenin
kimse öpmedi beni senin gibi
kimse istemedi öpmek
yara izleri kalmış bedenimi

kızma nolur
bazen
erkek gibi
hissetmek istedğim için

bitti...

sanki kılıçlarımızı çekmişiz
diğerimiz hamle yapsın diye bekliyoruz
oysa ben
senin ilk hamlende
bırakacağım elimdekini
öylesine teslim olacağım

bu sevdanın yazarı bendim
okuyanı sen
her zaman öyleydi zaten
bırak bundan sonrada
öyle kalsın...

son kadeh,
son sigara,
son orgazm,
son düşüşün aklıma
son kırılış
son öfke nöbeti
son vazgeçiş
son gecenin koynunda
son direnmek uykuya
son.

hüzün salgını...

üzülmüyorum ben,
olduğun gibi kabul ediyorum seni...
olması gerektiği gibi
uzaklaşıyorum senden...

üzülmüyorum ki...
sen oku diye yazdıklarımı,
başka kadınlara okutuyorum sadece
beni anlamıyorlar,
bir sigara daha söndürüyorum sonra
bir kalem daha kırıyorum içimde
bir yalan daha
etkisiz hale geliyor
sonra bir kadeh daha
şunun şurasında
ne kadar kaldı ki
sabaha...

üzülmüyorum ben,
uykusuzluk ruh hallerimden biri oldu,
senin için değil,
mutsuzluk yaşam biçimim
bazen gülümsüyorum ya
işte o
tesadüf...

üzülmüyorum ben,
doluyorum bazen
yutkunamıyorum
parmaklarım ağrıyor
sancılı bir doğum öncesi
bir sigara daha yakıyorum,
geçiyor bir süre...

üzülmüyorum ben,
sigaranın dumanı o,
gözlerimi yakan...

sıradan sevdalarla yetinemeyen insanlardanız biz.
bu yüzden,
ateşli bir sevişmenin ortasında,
gözlerini kapatamayan!

20 Ocak 2015 Salı

geçmiş zaman olur ki...

nerdeyse 20 sene önce dinlediğim şarkılara rastlayınca, ne kadar ihtiyarladığımı daha iyi anlıyorum... gençliğimde özel radyolar yeni açılmıştı, ve eski kasetlerin üzerine radyodan şarkı ceker kendi albümlerimizi yapardık. youtube diye bişi bırak internet yoktu o dönemde :) dört kişi bir araya gelip kaset alırdık, sonra onu kopyalardık, telifçiler duymasın. o dönemde istanbulda iki tane avm vardı: Profilo ve Galleria... şimdi ikisinde de in cin top oynuyor. vayy be.. Bakırköy'de regatta vardı... bir dönem popçuların hepsinin staj yaptığı yer...

o dönemde bir özel radyodan şarkı istemek modaydı. hele ki canlı yayına baglanınca sanki tv'ye cıkmış gibi heyecan yapardık. bahsettiğim yıllarda daha dünyada olmayan insanlar, bugün twitterda fenomen olmuşlar.

sanırım 'gençlik' denen şeyi biz dibine kadar tükettik... bizden sonraki nesiller, çocukluktan direk erişkinliğe geçiyor...

o yıllarda bandana takarken bile çekiniyorduk biz... şimdilerde 18'ine gelipte dövme yaptırmayanı ayıplıyorlar nerdeyse. küpe takmak direk ipnelik göstergesi sayılırdı. şimdilerde bırak küpeyi burun, dudak ve göbek deldiriyorlar... enteresan olan toplum bu kadar değişmişken, iktidarda olanların bu toplumu 100 yıl geriye götürmek istemesi ve oy alması. ve en çokta oy veren kadınlara şaşırıyorum... gönüllü olarak ikinci sınıf insan muamelesi görmek istiyorlar... neyse..o yıllarda hayatımızda daha az siyaset vardı belki ama, en azından hayallerimiz vardı bizim... şimdi insanlarımız bırak hayal kurmayı, düşünmüyorlar bile... makina gibi yaşıyorlar...

şimdiki cocuklara bakıyorum, evlenip çocuk sahibi oluyorlar... daha kendileri büyümeden, o çocuklara ne verebilirler ki? yani bir nesil sonra, bu ülke için hiç umut kalmayacak... çok yazık... sanırım son güzel günleri de biz yaşadık, kendi adıma...

o yıllarda tv'de 3-5 kanal vardı ve filmlerde mozaikleme diye bişi yoktu... ve hiçbirimiz ayyaş yada uyuşturucu bagımlısı da olmadık... rtük mozaiklemeye basladıgından beri uyuşturucu kullanma yaşı kaça düştü? belki baglantısı yok ama, hiç düşündünüz mü? rtük yoktu belki ama tv'lerde, baldız-yeğen-amca-dayı ilişkileri canlı yayınlanmazdı... ailenin bir saygınlığı vardı... belki de bugünlere gelmemizin nedeni 'meraba televole!' sözüydü... bizi ilk yoldan çıkaran buydu kimbilir...

ama bizim Barış Manço'muz vardı, Adile Teyze'miz vardı... Her pazar sabahı uçan kaz norton'unmuz vardı...şimdi pepe bi halta yaramıyor! O dönemde Trt altıda açılır, onikide kapanırdı. Mesela Satranç oynamayı öğretirdi. Saat sekizde çocukları uyuturdu... Şİmdi 24 saat 15 kanalla yayında ama çocuklara dua öğretmek dışında ne veriyor?

Voltran ve Clementine izlemenin keyfini şimdiki çocuklar hicbirzaman bilemeyecekler... Öyle üzülüyorum ki onlar için...

O dönemlerde nüfus sayımı yapılırken evlere kapatılırdık, ama cadde ve sokaklar cocukların olurdu bir günlüğüne.... Şimdi teknolojik olduk, ve çocukları hapsettik evlere....

vay be... çocukluğumdan bu yana çeyrek asır geçmiş....

o yıllarda sigara içmenin bile bir adabı vardı. hava kararınca bir dal yakar 3 kişi gizlice içerdik... şimdi cocuklar ilkokulun bahcesinden cıkar cıkmaz sigarayı eline alıp ogretmenlerinden ateş ister hale geldi... sen mozaiklemeye devam et!

dini dayatmaları arttırıp, mümin genclik yapmaya çalıştıkça, ters tepmesi birilerinin işine geliyor olmalı...yoksa diretmezlerdi... ilkokula giden kızların başını örterek onları daha iyi müslümanlar yapmıyorsun amacın buysa gercekten onlara kadın gözüyle bakanları engelle! benim cocuklugumda ilkokula giden kızlar basını ortmuyordu belki ama koca adamlarda onlarla evlenilebilir gözüyle de bakmıyordu...
yazık... daha dindar bir ülke değil aslında amaç... daha itaatkar bir halk...

bizim misketlerimiz ve gazos kapaklarımız vardı, şimdiki çocuklar online oyunlarda char kasıp satıyorlar. bizim telli arabalarımız vardı şimdiki çocuklar uzaktan kumandalı arabaları beğenmiyorlar.... bizim zamanımızda da Kuran kursları vardı, ve çocuklar gitsin diye bisiklet vermezlerdi, ama yinede bir çogumuz giderdi... bizim zamanımızda minarelerde kandil yanmasının bir önemi vardı, şimdi her gece yanıyor o kandiller...bir önemi yok yani...

belki de bu ülkedeki son çocuklardık biz...son gençler... şimdi yaşayan insanların elinden bu lüksleri alınmış... hepsi birer robot gibi. tüketip, onlardan beklenileni yapar hale gelmişler...
son hayalperestler bizimle birlikte yok olacaklar....

11 Ocak 2015 Pazar

bazen çok, ama çok fazla içmek istiyorsun...

alışamadığım ne biliyormusun?
küçük bir kız çocuğu gibi
şirinlikler yapıp
gülümsüyorsun ya
yıkılıyor içimdeki buzdan duvarlar...

ve sıyrılıp aklımın oyunlarından
doymuş bir fani gibi
kalkıyorum bu sofradan
kırıldıklarımı ceplerime doldurup
sana buruk bir veda bırakıyorum

yokluğuna alkol basıyorum.
başımın çaresine bakabilirim ben
sen gittikten sonra
belki de
daha iyi bir şair olurum...


ucuz bir filmin
tekrarını izliyor gibiyim
bıçak yine senin elindeydi
ve önündeki sırt
yine benimdi!


kırılıyorsun ya bazen
acemice tutunmak istiyorsun
canın yandıkça
olmuyor
boşlukta debelendikçe
daha bir uzaktan bakıyorsun
kendine...


afili repliklerim yok benim,
kalın siyah bıyıklarım
bir maço edasıyla triplerim
yakışıklı da değilim üstelik
üst üste yazmaktan
ezilmiş satırlarım

kalbim sıkışır
sen yüzünü astığında
uykum kaçar
sakındıkça seni
kırmaktan korkarım

korktuğum başıma gelir
sen gidersin
dur diyemem
bilirim bekliyorsun kal dememi
dersem
kendi yüzüme bakamam...

aşkta gurur olmaz!
aptallık bunun neresinde?
herşey çok sevmektense
hakediyormuyum
seni çok istedim diye...

beni affet bu gece...
özgür bıraktım seni...
dilediğin kadar benim olabilirsin
istersen
dilediğinde
senin olabilirim...


uyu şimdi bebeğim...
sevgilin rüyalarına gelsin...
ben, uyandığında,
gerçeğinde
yanında olacağım...


uyu şimdi bebeğim,
sevgilinin kollarında...
bir gün yalnız kaldığında
aradığın olacağım!


uyu şimdi bebeğim...
her ayrılık
bir kırılanın üzerinde
ben üstleniyorum
sen yorulma
ben kalıyorum
sen git...

kaos!

vay amına koyayım!
nasılda derinden iç çekiyormuşuz
gözümde yaş toplandı
kimin için ağlıyoruz?

hayat ne tuhaf...
gece sevgilinle uyuyup,
sabah yalnız uyanabiliyorsun mesela,
sanki hiç sevişmemişsin gibi...

hayat ne tuhaf...
istediğin herşeyi verip sana,
sonra geri alıp,
şair yapabiliyor mesela adamı...
sanki acı çekmesek
şair olamazmışız gibi...
bir dene amına koyayım!
bir kez olsun canımı yakma
bakalım daha iyi yazamıyor muyum?

yıllarca küfürsüz yaşadım...
herkes çok takdir etti,
bir gün küfür etmeye başladım,
o günden beri
her kadın
biraz daha tutuldu bana...

adaletini sikim dünya!
erdemli bir insan olmaya çalıştıkça
sen siktin beni!
şimdi sıra bende,
alınmak yok!
sen istedin bunu...

alışıyorsun biliyormusun
biraz daha fazla iç çekiyorsun
gözlerin daldıkça
farkında olmadan
biraz daha fazla
üşüyorsun yokluğunda

alışıyorsun biliyormusun
sıradanlaşıyor
tatlım,hayatım,bebeğim sıfatları...
önemsiyormuş gibi yapmalar,
kıyamam'lara
ilk önce kıyılıyor...
alışıyorsun...
'kadınım'
özgür kalıyor,
başka kadınlara...

nasıl bir kaosun ortasındayım...
bitişler, başlangıçlara karışıyor,
ben nerede durup
ne zaman yaşayacağımı
karıştırıyorum artık...

sonra alışıyorsun işte amına koyayım!
uykusu gelince
gitmesine izin veriyorsun,
kal demek yerine...

ben olmadan...

senle birlikte olmak,
yaşamak gibi...
acıda var hüzünde...
gözyaşıda var kahkaha da...
mutlulukta var,
kanamakta...

sırtının ortasında bir yarayla uyumaya çalışmak
nasıl zor biliyormusun?
her nefesin batar göğsüne...
geçer dersin
zamanla
bilemezsin
içindeki yaralar
en zor iyileşenlerdenmiş,
gecenin yarısı diğer yanına döndüğünde
anlarsın...
kolunu
boşluğa sarmak istediğinde...

sınırlarımı çiziyorum durmadan,
ne kadar yaklaşabilirim sana
neresinde susmalıyım söyleyeceklerimin
nasıl kaçırmalıyım gözlerimi
bakmak istemediğinde
bir cambaz gibi
düşmemek için açıp ellerimi iki yana
boşluğamı tutunmalıyım?
o kadar cesur değilim ki...


ben olmadanda yine geçermi nasılsa?
hatırlıyorum bunları
unutmadım
yanındaydım
canındaydım
şimdi susuyorum diye
affet beni!


fırlatıp attığım her aşk
içimde birikti biraz daha
senden ayrılırsam zor olacaktı
oldu işte
yoruldum şimdi
şimdi susuyorum diye
affet beni!


ağlayınca gözlerinden silinmeyecek
aşk her defasında
istedigin gibi olmayacak
zaman mı çare olacak?
yokşa yeni bir aşk mı?
affet beni

1 Ocak 2015 Perşembe

kanamalı bir hasta...

ellerimdeki kırışıklıklar,
öpsen geçer mi?
yılların ağırlığı
soluklansam kollarının arasında
diner mi sancısı?
yarım bırakılmışlığın
ağrısı

bazen dünyanın döndüğünü
sadece sarhoş olunca anlarsın...
o an'a dek,
her acı ağır çekimde
kanatır ruhunu...

uykusuzluk...

yoksun!
seni geri getirebilmek için
pişmanlıklar yazabilirim
ya sonra?
hangi bahaneye
yokluğunu sığdırabilirim?

içimdeki hayvandan korumaya çalıştıkça seni
inadına o hayvanı merak ettin
ben sana dokunmaya kıyamazken
ateşime atın kendini...

ben seni tutmaya çalıştıkça
sen ellerimi tuttun
üzülme diye
gömerken içime şehvetimi
daha çok istedin beni!

beni affet!
bu kadar çok istediğim için seni,
beni affet!
sensiz uyuyamadım...