29 Nisan 2015 Çarşamba

geçiyorum...

en derinine düşüyorum durmadan,
daha derini olmaz derken üstelik
beklemediğim yerden geliyor tüm sorular
hangi son ne zaman beklenirdi?

çok mu mutluyum şimdi?
mutluluk nasıl birşeydi?
anımsamıyorum.
ya sevmek?
bir kız çocuğunu öpmek
dudaklarım hissetmezmi bundan sonra
bir nefesin sıcaklığını üzerinde...

kırılamazmıyım
bükülüp dururken hayat karşısında
ne kadarına hazır oluyor insan,
ne kadar daha yüklenirse üzerine
vazgeçmeden
kaçıp gitmek yerine
yüzleşiyor kendiyle...

nasıl da kızamıyorum sana
nasıl da hafifetiyorsun her suçunu
bu kadar mı içime işledin,
oysa ben daha yeni tanıyorken seni...

iklim bozukluğu,
zamansız açan çiçekleriyle bir erik ağacı gibiyim
biraz içim ısınsa
renkleniyor,
ardından ayaz yiyiyor yüreğim
küfrediyorum,
gelmişime geçmişime,
bir daha açmayacağım diye
kapıyorum kollarımı
uslanmıyor
yeniden yakıyorum dallarımı
kimi kandırıyorum?
kime daha iyi oynuyor?
kim daha cok seviyor beni?
bu yalnızlıktan nerden geliyor?
neden geçmiyor gece
neden her sabah
daha yorgun
daha vazgecmiş
kimse görmemiş
diye suçladığım yok
görünmeyen benim!
söylediklerimi anlamıyorsun
sustuklarımdan kaçarken
yakalandığın benim!
ne çok konuşmak istedikçe
seni duyacağımı bilip
ısrarla uzak duran
ben...

bağlanmak yok!

bağlanmak yok!
tutunup bir sevdanın kanadına,
uçmayı hayal etmek yok!
tutamayacağımız sözler verip,
ardından kırmak
kırılmak yok...

bağlanmak yok!
körü körüne vurulup,
vazgeçmek
yorulmak,
yormak yok birbirimizi
ne kadar istesekte
sabah birlikte uyanmak,
gecesinde sevişsekte
adını koymak yok bunun!
söyleme
nolur...
söyledikçe kuruyor çiçekler
susalım
sonsuza kadar sürmeyecek biliyorum
en azından şimdi
sadece tadını çıkaralım...

bağlanmak yok!
gün boyu ne yapıyor diye,
meraklanmak,
tutamayacağını anladığında kendini
aramamak için
bir sigara daha yakmak
yok...

nasıl da hırsından
deli gibi çarpıyordu kalbin...
ne yapıyorumlara
neredeyimleri ekliyordun durmadan
cevabını bulamadığın soruları
sormak yok!
bağlanmak yok!
özlemek olsa da sonunda,
özledim diyerek,
iç çekmek yok...

hem kötüyüm ben,
hem bencil...
nasıl da hoşuma gidiyordu,
dinlerken seni,
adam sanmak kendimi...
sahiplenmek yok!
desekte,
nereye koyacağız şimdi?
yokluğumuzda aklımızı kemirip duran,
gerçekleri...

19 Nisan 2015 Pazar

saklambaç...

sustukların büyütüyor beni
daha iyi oynuyorum artık
mesela
beklemiyormuş gibi yapıyorum
durup durup telefonumu kontrol ederken
gizlice...

aklından geçenleri sormak yerine
cevaplarıma inanıyorum
değişiyoruz yavaşça rollerimizi,
ben beklediğin oluyorum,
sen tutunacak bir yer arıyorsun,
'acaba'ların dehlizinde düşerken...

yine en zoruna yaklaşıyoruz
doğru kadın,
yanlış erkeği oynamaktan yoruldum!
yanlış zaman,
bütün doğrularıma mezar oluyor şimdi!

ne senin tek kelimelik cevapları olan soruların vardı,
ne de benim,
cevap olacak paragraflarım,
kullanıldıkça eskimemiş...

akıl oyunlarının yazarı ben değilim,
tam ortasına düşmüş,
kırıp dökmemek için,
billur güzelliğini,
sesini bile çıkaramayan,
bir figüran...

bunun için mi bu kadar kontrollüsün?
bunun için mi?
özenle seçiyorsun her kelimeni,
içime işliyorsun sınırlarını,
çarpmaktan korktuğun yer,
kalbim mi?

aklına her düştüğümde gülümsetebiliyorsam seni,
tutup hiç görmediğim ellerinden,
götürebiliyorsam seni,
denizin mavisine
ve saçlarının kokusu siniyorsa satırlarıma
yanlış bunun neresinde?
nasıl açıklayabilirim ki sana,
uzak durmak,
daha çok canın yanmasın diye,
senden daha iyi,
kim bilebilir ki?

ne çok beklemek sıkıştırıyoruz artık,
söylemek istediklerimizin arasına,
susarak haykırdıklarımızın altında kalıyoruz,
oysa gel desen,
gelirdim...

saklandığımız yerleri bilirken,
gözlerimizi yummak neye yarıyor?
kimi kandırıyorduk?
bulduğumuzda birbirimizi,
yeniden kaçmayacakmıydık?
yeniden
başlamak yerine
bitmesin istemek,
belki son baharı olacak ömrümün,
son defa yumduğumda gözlerimi
bir daha açmayacağım...
bu yüzden belki de,
bilsemde saklandığın yerleri,
gelip tutmuyorum ellerini...

11 Nisan 2015 Cumartesi

anladım...

Esen her rüzgar başımı kaldırdığımda,
yüzüme düşen her kar tanesi,
bana beni hissettiriyor...

Hele kollarını açıp,
başını yukarı kaldırdığında,
kirpiğine düşen kar tanesi mutluluğunun,
tarifi yok...

Şarkı söyleyecek kadar güzel bir sesin olmasada,
bağıra bağıra şarkı söylemenin,
gecenin karanlığında,
tarifi yok...

Üşüdüğün halde rüzgarı karşına alıp,
onun üstüne yürümenin,
tarifi yok...

birgün sana her şey bedava,
bugün bana her şey tarifsiz...

Her zaman yanında olacak biriyle
üstüne yağan karda yürümek,
üsümek
tarifi yok...

Tat almayı öğrenmek lazım
bunu öğrenince
içtiğin sudan bile alacağın zevkin,
tarifi yok...

'Alıntıdır...'

5 Nisan 2015 Pazar

temenni...

hayat böyedir işte,
gün gelir, seviştiğin değilde
sevişmek istedigin kadına yazdırır adama...

sonra vicdan azapları başlar,
gecelerine yenisi eklenir
yanındakini değilde
bekledigini özlersin...

sanırsın ki dokunsan geçecek,
sonra yalnız uyanırsın
yanında şeftali kokulu bir kadın varken,
sabaha....

öpsen silinecek tadı sanırsın
başka bir kadını,
öpersin
geçmez...
kendine ihanetlerin olur,
aldırmazsın
onu kırdığın an
baştan yaşayamazsın

ve bu kahrolası gri şehri
bir başkasıya değişemezsin
canın çok yanar belki
özledim
diyemezsin...

susarsın sonra
susmak çok bir halta yarıyormuş gibi
bilirsin o'da özler seni
özlemek
dokunmaya yetiyormuş gibi...

söversin gelmişine geçmişine
sövmek
çaresizliğini gideriyor sanki
beklersin
beklemek
o kanamayı durdurmuyor belki...

sonra o kirli siyah yalanlar gelir aklına
çok bilmek
yalnızlığını gidermiyor...
çok sevmek
hala literatüründe yok tanrının
beni affetmeyecek

yoruldum anlıyormusun?
tutunamamaktan bir sözüne
ve durmadan
aynı yerden kırılmaktan....

yoruldum
sana bütün bir ömrü taşıyıp
kapında kalmaktan...

neyse siktiret...
en güzeli ne biliyormusun sevgili,
en azından birimiz,
uyuyor şimdi....

derinlerden bir çığlık....

git diyorsun bana
ateşini söndür öyle gel
başka bir tende
başka bir bedende kaybol
sonra beni bul
oluyormu öyle?
aklına düşürdüklerin
yazınca geçiyormu
yoksa erteleniyormu
başka gecelere
sustukların büyümüyormu içinde?
neresine saklanıyorsun
geçmişinden biriktirdilerinin
yoksa olmamış gibi kabullenip
aldanıyormusun
aldatıyormusun kendini?
kurallarımız yoktu bizim,
bu yaptığımı hafifletir mi?
çırılçıplak iki yalnız gibi
soyunmuşken birbirimize,
hangi maske saklayabilirdi
şehvetimizi?

kızgınlığın
kendine itiraf edemeyip
sustuğun...
bu kadar zormuydu,
bu kadarmı bağlıydın kalıplarına
bana bağlanmamak için
gitmeme izin verdin
ne bekliyordun
bilmiyordum...
bulduğun beklediğinmiydi?
sanmıyorum...
kime oynuyoruz bu çaresizliği,
önce kim vazgeçecek,
önce hangimiz
umrumda değildi diyecek
ve diğeri
inanacak
gitmek için...

uyumuyorsun...
aklındaki varlığım
tahminlerimizin ötesinde
az önce hissettiğin,
aşk değilse,
neden şimdi
sana yazıyorum?
neden şimdi,
aklından ne geçiyor diye,
ölesiye merak ediyorum.....

4 Nisan 2015 Cumartesi

teslimiyet...

nasıl da gelip,
birşey olmamış gibi,
dokunuyorsun tenime...
ve tenim nasıl da hazır,
bekliyor gibi seni,
özlemiş,
teslimiyetinden belli...

aklımdan uzak tutmaya çalıştıkça,
içine düşüyorum,
sımsıkı kapıyorsun dudaklarını,
esir etmek istermiş gibi
bedenimi...

dans et benimle!

bir şarkı seç
kulaklarında çınlasın
bırak kendini,
adımların boşluğa atılsın
her attığın adımda elbisendeki çiçekler açsın
bakışlarını bakışlarımın üzerine bırak
bir elim belinde,
diğer elim avucunda,
bedenin salınsın
kendi etrafında dön,
elbisenden renkler etrafımıza dagılsın
saçların yüzüne çarpsın
koluma sarılıp yaklaşırken bedenime
tut kendini
müziğin ritmiyle
uzaklaş benden
her adımın bana doğru,
her adımın benden uzağa
sarılmak isterken sana
kapat gözlerini
sadece çiçekleri düşün
bir kır bahçesinde
yalın ayak toprağa basarken
yeşil çimenler, ıslaklığından belli
nefesim boynunda, rüzgar gibi
ve aç gözlerini
bir elim belinde
diğer elim avucunda
bir adım uzağımda tut kendini
eteğin dönüp kıvrılsın bacaklarına
saçların gözlerinin önünde
aralığından bana bakıyorsun
nefes nefesesin
tutabilirmisin kendini?
müzik içinde yol alırken
bir adım daha atıp
içime girmeden?
bir dizimi yere koyup,
eğilip önünde,
elimi tuttuğun elinden öpüyorum
teşekkür ederim...
bu dansı bana lütfettiğin için...