16 Temmuz 2017 Pazar

Bölüm-5

-Çağan merhaba Fırat ben..
-Fırat naber yaa... Ne zamandır görüşmüyorduk.
-Evet, işler yoğundu bu aralar. Kusura bakma daha önce arayamadım.
-sorun değil, nasılsın keyfin nasıl? Geçen gün çocuklarla buluştuk senden bahsettik arayıp sormuyor diye. Sen de hayırsız çıktın.
-ne deseniz haklısınız kardeşim. Biraz koptum sizden. Sen hala aynı yerde mi çalışıyorsun? parıltı yayınevi?
-Evet, hala buradayım. Ama sıkıldım çok. varsa yeni bir iş değerlendirebilirim.
-Aslında bir iki aya kadar yeni bir iş çıkacak seni önermeyi düşünüyordum. tabi sen de kabul edersen.
-Nasıl bir iş bu? Şartları nasıl?
-benim şu anda yaptığım iş için yerime seni önerecektim ne dersin?
-nasıl yani?
-ben bir aya kadar işten ayrılacağım, ama yerime güvendiğim sağlam birini bırakmam gerekiyor. bence sen bu işlerin üstesinden gelebilirsin.
-bir saniye ağırdan alalım. ülkenin sayılı holdinglerinden birinde yüneticilik mi teklif ediyorsun bana?
-evet, tamam belki uzmanlık alanın olmayabilir ama bence yapabilirsin.
-...
-hemen cevap vermek zorunda değilsin. vaktin varsa arada gelir benim yanımda yaptığım işleri incelersin eğer sana uymazsa kabul etmezsin. ne dersin?
-Fırat, bu çok büyük bir iyilik. yıllardır seninki gibi bir işte çalışma hayali kuruyordum. Son konuşmamızda da bundan bahsetmiştim. Ama şimdi birden sen böyle söyleyince, kusuruma bakma lütfen. Biraz şaşırdım.
-Seni anlıyorum dostum. O yüzden biraz düşün hazır olduğunda yanıma gel daha detaylı konuşalım. Kafana takılan her soruyu cevaplayacağım.
-Sen neden bırakıyorsun işi? şu an da aklımdaki en büyük soru bu.
-Sadece bir süre uzaklaşmak istiyorum. Bu şehirden, insanlardan, karmaşadan...
-Anladım.
-Tamam dediğim gibi dilediğin zaman, sana uygun olduğunda yanıma gel. Sana yaptığım işle ilgili bilgi veririm. Bir de senden küçük bir ricam var eğer mümkünse.
-tabi, ne demek! yapabileceğim bir şeyse lafı bile olmaz.
-Okuldan bir arkadaş vardı Olcay, pek sesi soluğu çıkmazdı. hatırlıyor musun?
-Olcay?
-Evet Olcay. Bazen bizimle takılır bir şişe bira içmeden kafayı bulup sarhoş olup sızardı.
-haa dilsiz Olcay, hiç konuşmazdı. Sonra o şiir yarışmasını kazandı havalara girdi.
-Aslında havalara girmedi de, kızların ilgisini çekti diyelim.
-Sen hep böyle hümanisttin zaten.
-Neyse, Olcay bu yazma olayını abartmış biraz. Ama yazdığı roman bir kaç yayınevi tarafından kabul edilmemiş. Onunla iletişime geçip yardımcı olabilir misin?
-Olurum tabi ki, sen bana numarasını gönder kendisiyle görüşeyim.
-Tamam birazdan gönderirim. Kitabın masraflarını ben karşılayacağım yalnız. Yani mutlaka yayınlanmalı.
-Nasıl? Anlamadım?
-Yani yazdığı kitabın içeriği ne olursa olsun gerekeni yapıp yayınlayım. tüm masraflar bana ait ve bu aramızda kalsın.
-Sponsor mu oluyorsun?
-Öyle de diyebiliriz. Bence yetenekli bir yazar ama malum nedenlerden dolayı gözardı ediliyor.
-Malum nedenler derken? Kusuruma bakma böyle soruyorum ama, ne yazmış ki böyle neden kabul edilmemiş başkaları tarafıından?
-Aslında öyle çok sakıncalı şeyler değil. İşgüzar yayınevlerinin işine gelmemiş diyelim biz. Eğer bu senin için sorun olacaksa anlarım.
-Sorun olacağını sanmıyorum. ben onay verdikten sonra her kitabı yayınlarız. Yine de ben kendisiyle bir görüşeyim.
-Tamam. ben sana numarasını gönderiyorum şimdi. Diğer prosedürleri aranızda halledersiniz ama dediğim gibi, benden haberi olmayacak. Herşeyi siz yapıyorsunuz gibi görünecek.
-tamam Fırat'ım sen merak etme. Ben hallederim. Kendine iyi bak lütfen...

Saat on ikiye yaklaşıyordu. normalde bu saatlerde işlerini düzene sokup yemeğe çıkmak için hazırlık yapardı. Ama şimdi hala üzerinde pijamaları olduğu halde yatağının kenarında oturmaktaydı. Sekreterinin ısrarlı aramalarının hiçbirini cevaplamamıştı. Yatağından kalkıp mutfağa gidip kendine kahvaltı hazırlamaya başladı. Sekreteri bir yere kadar müşterileri idare edebilirdi ama patronunun kapısına dayanması an meselesiydi. Sukunetini koruyor olmasına kendisi bile şaşırdı. Önceden olsa evden on dakika geç çıktığında bile nasıl kalbi sıkışır, işe geç kalma düşüncesi rahatsızlığı kıvrandırırdı onu. Oysa şimdi nasıl da rahattı. Yavaş hareketlerle kahvaltısını hazırlayıp masaya oturunca küçük televizyonu açıp haberleri izlemeye başladı. Yükselen döviz kurları, düşen borsa, ülkedeki olağanüstü halin etkileri, işsiz kalan insanlar, eğitim sistemindeki çarpıklıklar, ülkenin gidişatı, hiçbiri ilgisini çekmiyordu artık. Sakince kahvalatısını yaparken kapısının çalındığını duydu. saatini kontrol etti. tahmin ettiği gibi tam vaktinde gelmişti patronu.

-hala yaşıyormuşsun!
-İçeri gel.
-Fırat! nasıl bir şaka bu? dünden beri bana dönmen için sana not bırakıyorum. Senin yüzünden zavallı kıza ağzıma geleni söyledim. Bana ulaşman bu kadar zor muydu?
-kapıda mı konuşalım yoksa içeri girecek misin?
-Ulan! neyse... Çay yaptın mı bari?
-Korumaların da içer mi? Onlara da vereyim.
-gerek yok! bana doldur bir bardak. Sonra da ötmeye başla ne oluyor?
 -İşi bırakıyorum.
-Bu yaştan sonra küfrettirme bana! ne demek işi bırakıyorum?
-işi bırakıyorum demek
-Bak Fırat! benimle dalga geçme! izin istiyorsan çık git parisemi romayamı nereye gidiyorsan git on gün bir ay tatilini yap ne demek işi bırakıyorum? delirtme beni lan!
-Patron ben...
-başlatma patronuna lan! hakan'ım ben Hakan! Senin arkadaşın! Ne oldu başına saksımı düştü, tersinden mi kalktın ne oluyor oğlum?
-Hakan abi, benden bu kadar. Yoruldum. Artık bırakıyorum. Yerime de çok sağlam birini buldum. yani işler aksamayacak.
-Ne işi oğlum? İş umurumda mı? ben sana ne oldu diyorum!!
-Abi gerçekten, bir süre uzaklaşmak istiyorum buralardan.
-Tamam oğlum dediğim gibi diledigin yere git kafanı topla sonra gel yine konusalım. Ne oldu sevgilinle kavga mı ettin.? Zaten sana göre değildi söylemiştim.
-Yok abi öyle bir şey değil.
-ne peki oğlum? Delirtme lan beni!
-Çayını iç abi.
-başlatma lan çayına!!! dalga mı geçiyorsun benimle? ulan tam işi büyütüyoruz sen gidiyorum diyorsun! Manyak mısın?
-Değilim.
-hala dalga geçiyorsun! oğlum söylesene ne oldu?
-Abi ciddiyim ben. yoruldum ve bırakıyorum. daha fazla sorma lütfen. Bundan sonra sana faydam dokunmaz benim.
-Senin faydanı isteyen kim?
-Afedersin abi haklısın ama gerçekten yoruldum artık kendime yeni bir yol çizmeye karar verdim.
-Sen ciddisin?
-Evet
-Çay güzel olmuş, bir bardak daha ver.
-Biliyorum bana kızıyorsun ama böyle olması gerekiyor. Yoksa seni yarı yolda bırakmazdım.
-Yolu falan boşver, her zaman yanındayım ben ama iyi düşündün mü?
-Düşündüm.
-Yani yoksun artık?
-Yokum.
-Peki. Nereye gideceksin?
-Henüz karar vermedim.
-Karar verince bana söyleyecek misin?
-Bilmiyorum
-Lan yalan söylemeyi bile beceremiyorsun hala!
-üzgünüm, böyle olmasını istemezdim.
-Bir şey olduğu yok. Sadece neye ihtiyacın olursa bana söyleyeceksin yoksa nerede olursan ol seni bulur gerekeni yaparım biliyorsun!
-Biliyorum.

Hakan gidince yatak odasına geri döndü. bir an için nefes alırken göğsünün sıkıştığını hissetti. hastalıgının belirtilerinden biriydi bu. Çok üzerinde durmadı. yapacak bir sürü işi vardı kısıtlı zamanı içinde. telefonunu eline alıp Mete'yi aradı.

-Mete selam naber?
-İyidir fırat senden naber?
-Olcay'la konuştun mu bahsettiğim işi?
-Konuştum, hatta bir denemesini yaptık oldukça iyiydi. bundan sonra birlikte çalışacağız.
-sevindim.
-Bu adamı nereden tanıyorsun bilmiyorum ama sen üstelemesen çoktan göndermiştim onu. Sana teşekkür borçlu.
-okuldan eski bir arkadasım ve yetenekli. senin de işine yarar diye düşündüm sadece.
-haklıymıssın, zaten işler durgundu bu sayede biraz hareketlenecek. baska bir istegin var mı benden?
-istek demeyelim estağfirullah, sadece rica
-seni dinliyorum.
-ona verecegin ücretin iki katını vermeni istiyorum, aradaki farkı ben karsılayacagım.
- o ne demek öyle?
-dediğim gibi demek işte
-fırat aramızda paranın lafı olmaz.. bu mekanı açarken ihtiyacım olan krediyi sen vermiştin bana unuttun mu? ona daha fazla para ver diyorsan tabi ki veririm senin karışmana gerek yok
-teşekkür ederim Mete, ama zaten sen üzerine düşeni yaptın. o yüzden senden fazlasını isteyemem.
-bu konuyu hiç konusmadık varsayıyorum. ben gerekeni yaparım senin için rahat olsun.
-eyvallah Mete, bir sıkıntı olursa mutlaka haberim olsun
- tamamdır, hafta sonu mekana gel birlikte iki tek atar sohbet ederiz. özledim valla.
-gelirim. şimdilik hoşçakal.

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Bölüm-4

-Olcay Bey, taslağınızı editör arkadaşlarımız inceledi. Ama siz de takdir edersiniz ki romanınızda işlediğiniz konu pek popüler bir konu değil. Evet mitolojik efsanelerdeki tanrıları günümüz sosyal medya fenomenlerine benzetiyor olmanız, mitolojik olaylarla bugün yaşınılanlara göndermeler yapmanız bir yere kadar ilgi çekiyor. Ama bahsettiğiniz bazı konular, nasıl en doğru şekilde açıklayabilirim bilmiyorum ama biraz şey gibi...
-Açık konuşun lütfen, ikimizde bir çok şeyin farkında olacak yaştayız ve farkında olacak kadar ülkenin gerçeklerine hakimiz!
-Bahsettiğiniz, daha doğrusu anlattığınız bazı konular günümüzde yaşananlarla benzerlik taşıyor.
-Yani!
-Yanisi şöyle, editörümüzün not düştüğü konularla ilgili değişiklik yapıp biraz daha mistik hava katarsanız, ne bileyim mesela doğa üstü olaylardan falan bahsedip gerilim ya da korku temalı anlatımlarda bulunursanız kitabınızı yayınlayabiliriz.
-Evet editörünüzün düştüğü notları inceledim, bana diyorsunuz ki günümüzde nüfuz sahibi insanların ayaklarına basmayacak, etliye sütlüye dokunmayacak masallar anlatmamı istiyorsunuz!
-Bakın çok zengin ve akıcı bir diliniz var, anlatımlarınız, tasvirleriniz neredeyse mükemmel, okuyucuyu avucuna alıyor ama takdir edersiniz ki böylesine etkileyici bi dille yazmanız ister istemez okuyanların akıllarında soru işaretleri uyandıracaktır.
-Koyunları uyandırmadığım sürece sorun yok diyorsunuz?
-Lütfen, en nihayetinde ticari bir kaygı bu. Yayınevi politikamız gereği bazı konularda hassas olmamız gerekiyor.
-İktidara yakın olduğunuz için böyle davranıyorsunuz! Yarın başka bir iktidar gelince bundan önce yayınladıklarınızı ne yapacaksınız?
-Olcay Bey konumuz bu değil. Neyse, editörlerimizin tavsiyeleri doğrultusunda düzenlemeler yaparak eserinizi getirirseniz yeniden incelemeye alabiliriz. Şimdilik bu kadar.
-Aslında şöyle yapalım, siz iktidarı yalamak için nasıl bir roman istiyorsunuz onu açıkça söyleyin, ben de kelimelerimi hizmetinize sunayım!
-İyi günler Olcay Bey!

Masanın üzerinde duran dosyasını eline alıp arkasına bile bakmadan cam kapıyı çarpıp çıktı odadan. Bu görüştüğü dördüncü yayıneviydi ve neredeyse hepsinden aynı tepkiyi almıştı. İki yıl çalışıp araştırmalar yapıp ortaya çıkardığı roman, birilerini rahatsız edeceği düşüncesiyle sürekli red ediliyordu. Görüştüğü yayınevlerinden sadece bir tanesi kabul etmişti kitabı basmayı ama onlarda iktidara muhaliflerin düzenlediği bir konferansta konuşmacı olmayı kabul etmesi şartıyla. Oysa Ne kitabı yazmadan önce ne yazarken ne de şimdi siyasetle hiç bir ilgisi yoktu. tek derdi yazmaktı, aklındaki kelimelerdek kurtulmak için yazıyordu her zaman. Birilerine yaranmak ya da birilerini yermek için değil. Anlayamıyordu insanların onu kategorize edip sınıflandırmaya tabi tutmaya çabasını asla anlayamayacaktı...

Yayınevinin bulunduğu binaden çıktığı anda telefonu çalmaya başladı. Ekrandaki numara tanıdıktı. Son bir haftadır sürekli arayan, borcu olduğu bankalardan biriydi bu. Borcunu ödeyebilmek için yeni bir kredi çekmiş ama onu da ödeyemeyince sürekli aramaya başlamıştı bankalar. Part time çalıştığı işler dışında bir işi yoktu ve kazandığı ancak karnını doyurmaya yetiyordu ama artık dibe vurduğunu hissediyordu. Artık yazmayı bırakıp bir işe girip çalışmalıydı. Yazmayan bir Olcay? Bunu düşünemiyordu bile. Son bir ay içinde bulabildiği en iyi iş, bir barda garsonluktu. Öğleden sonra saat altıda başlayıp gece ikide biten. Borçlarını ödeyemeyecekti belki ama en azından bir kaç ay zaman kazandırabilirdi, ona kitabını yayınlatana kadar... Otobüs durağına geldiğinde oradan geçen otobüs hatlarını inceledi. Bir tanesi çalıştığı barın olduğu semtten geçiyordu. Oturup beklemeye başladı. beklerken yanına elinde bir demet kırmızı gül taşıyan en fazla yirmili yaşlarında bir genç geldi. Durağın diğer tarafına elinde o günlerin en moda giyim firmalarından birinin poşetini taşıyan aynı yaşlarda bir kız. Genç adamın telefonu çalar, konuşurken yüzü asılır. telefonu ilk açtığında söylediklerini duyabiliyordu ama bir kaç dakika sonra sanki fısıltıya dönen sesi rüzgarın uğultusunda kayboldu. Telefonu kapattığında gencin yüzüyle birlikte elinde taşıdığı güllerinde rengi soldu. Az önce yukarıya bakan çiçekler telefonun cebe konmasıyla birlikte yere eğilmişti. Durağın diğer tarafında beklemekte olan kız bunun farkında değil. Sadece genç adam ve onu izleyen Olcay farkında olan bitenin. Olcay ayağa kalkıp genç adama yaklaşıp ateşinin olup olmadığını sorar. genç adam ceplerini yoklayıp çakmağını çıkardığı an da Olcay bir dakika diyerek kızın yanına gider. genç adam bir an şaşırıp duraksar ve adını sonradan öğreneceği Olcay'ı izler. Olcay kıza duyamadığı birşeyler söyler, kız omzunda asılı duran çantasını açıp bir paket sigara çıkartıp içinden bir tanesini Olcay'a verir. Olcay sigarayı alıp genç adamın yanına gelir. Genç adam şaşkınlığın etkisinden kurtulup çakmağını ateşleyip sigarayı yakar. O an da kızın da az önce kendisinin yaşadığı şaşkınlıkla kendisine baktığını farkeder ve ne olduğunu anlayamamış gibi bir mimik takınır yüzüne, kız gülümser. Olcay sakin bir şekilde genç adamın yanında durarak sigarasını içmeye başlar. Bir kaç saniye sonra otobüs gelince kızı yanına çağırıp yarım sigarasın kıza verip otobüse binip uzaklaşır oradan. Kız kendisine bir emir verilmiş gibi Olcay'ın yanına gelip sigarayı alır ve öylece bakakalır arkasından.

-Ne tuhaf adam!
-Evet, benden ateş isteyince kendi sigarası var sandım ama gidip sizden sigara istedi.
-Benden sigara isteyince dilenci ya da tinerci sandım bir an ürktüm, çünkü sizin yanınıza geldiğini farkettim önce, sonra yanıma gelince sizin terslediğinizi düşündüm.
-Hayır, benden ateş istedi, ben çakmağımı çıkartınca sizin yanınıza gitti. Tuhafmış gerçekten.
-Evet, pardon benim otobüsüm geldi, size iyi günler.
-pardon! bu otobüse mi bineceksiniz?
-Evet?
-ben de öyle, yani başka bir otobüse binecektim ama gerek kalmadı.
-Oysa güzel çiçeklermiş, sahibine ulaşmayacağı için üzülmüş olmalılar, böyle boyunlarını yere eğdiklerine göre...
-Belki gerçek sahibini arıyorlardır...
-Nasıl yani?
-Lütfen siz önce binin.
-Teşekkür ederim.
-Otobüse binmeden önce ne demek istediniz anlayamadım?
-Bakın, çiçekler boynunu bükmekten vazgeçti.
-Evet, daha parlaklar şimdi!
-Buyrun, sizin almanızı istiyorum.
-Hayır, hayır teşekkür ederim ama bunu kabul edemem.
-Eğer kabul etmezseniz bu çieçekleri bir çöp kutusuna gömmek zorunda kalacağım, üstelik yaraşır bir cenaze töreni bile düzenlemeden.
-Bu çiçekleri kime aldığınızı bilmiyorum ama bana almadığınızı biliyorum.
-Adım Yusuf, 25 yaşındayım, bir teknoloji mağazsında çalışıyorum, üzerine fiyat etiketi koyabileceğin herşeyi satabilecek kadar çok kendime güveniyorum. Bu çiçekler ücretsiz!
-Adım Hilal, her ne kadar adınızı yaşınızı ve mesleğinizi az önce öğrenmiş olsam da yabancılardan karşılıksız bir hediye alma konusunda katı kurallarım vardır.
-O halde bu çiçeklerin cenaze merasimi olmadan bir çöp kutusuna atılmasının sorumluluğu size ait, nasıl isterseniz.
-Bundan sonra bir kadınla tanışırken ukala olduğunuzu da belirtmeniz gerekiyor, yoksa sizi hile yapmakla suçlayabilirler, şimdi benim yapabileceğim gibi.
-Daha önce işlediğim hiç bir suçta vicdanım bu kadar rahat olmamıştı...
..........

Olcay çalışacağı barın önüne geldiğinde daha bir saat vardı mesaisinin başlaması için. Personellere ayrılmış barın arka tarafındaki bölmeye gidip elindeki dosyayı bırakıp barın isminin yazılığı olduğu önlüğü giydi. hanüz kimse yoktu mekanda. Masaların tozunu alıp taburleri düzeltti. Daha çalışmaya başlayalı bir ay bile olmamıştı ama sıkılmıştı artık. Sipariş verecekler getireceğim. Masa boşaldığı zaman temizleyip yeni müşteriler için hazırlayacağım. Herkes gidince ortalığı temizleyeceğim. Bu rutin düşünceler arasında ilk müşteriler gelmeye başladı. Güler yüzle karşıladı onları. Her birini istedikleri yerlere oturtup siparişlerini aldı. Bir süre sonra omzunda asılı gitarıyla en fazla yirmi yaşlarında bir çocuk içeri girip sahneye doğru yöneldi. Ses sisteminde gerekli ayarlamaları yapıp şarkı söylemeye başladı.İlerleyen saatlerde mekan neredeyse tamemen dolmuştu. Başını hangi tarafa çevirse boşlan bardaklarını doldurmasını isteyenlerle gözgöze geliyor isteklerini yerine getiriyordu. kandaki alkol miktarının artmasıyla birlikte hem mekandakilerin hem de şarkıcının keyfi yerine gelmiş, doğal bir koro oluşmuştu. hep bir ağızdan söylenen şarkılar, boşalan bardaklar, dolan bardaklar, ayağa kalkarken sallanan insanlar, oturduğu yerden sesinin çıktığı kadar şarkılara eşlik edenler ki bazıları sessiz kalsa daha iyi olur, barda durup önüne konan her bardağı dolduran barmen, kasada oturan hesap fişlerin hesaplayan kasiyer, alkolü fazla kaçırıp hesaba itiraz ettiği için yaka paça dışarı cıkarılanlar, bazı masalarda tek basına oturup, tek basına yan masalarda oturan karşı cinslerini süzenler, tüm bunlar arasında gidip gelen Olcay... Saat iki olmak üzereydi. şarkıcı programını bitirip gitarını kılıfına yerleştiriyordu. İçeride sadece iki masada bir kaç kişi kalmıştı. Olcay diğer masaları temizlemeye ve tabureleri düzeltmeye başlamıştı bile. Şarkıcı gitarını omzuna asıp barın kapısından çıkarken bar sahibi içeri girdi. Kasanın yanına gelip hasılatı soruyor olmalıydı o anda Olcay'la gözgöze geldiler. Mekandaki son müşteriler de kalktıktan sonra masalarını temizliyordu.

-Olcay, biraz gelebilir misin, o işi başkası halleder. Hem daha erken temizlik yapmak için.
-Buyrun Mete Bey.
-Gülperi, Olcay Bey'in hakedişini hesaplayıp verir misin?
-Anlamadım? Yanlış bir şey mi yaptım? Neden ücretimi ödüyorsunuz şimdi? Daha ay başına bir kaç gün vardı.
-Bak Olcay'cım, seninle sürekli çalışman konusunda anlaştığımızı biliyorum ama senin de gördüğün gibi hafta içleri neredeyse bomboş ortalık. Sadece hafta sonları ya da tatillerde iş oluyor. Sen yine hafta sonları gelip burada takıl ücretini al, hafta içi de başka bir iş bakarsın kendine. Hem sen üzülme hem de biz üzülmeyelim öyle değil mi?
-Bakın Mete Bey, zaten part time işler bulabiliyorum ama bana sürekli bir iş gerekiyor. Çok fazla borcum var, kısa süreli işlerde kazandığım ancak karnımı doyurmaya yetiyor.
-Seni anlıyorum Olcay'cım ama seni sürekli işe alırsam sigortanı yaptırmak vergi vermek durumunda kalacağız. Sen de bizi anla, yorma gel iki kadeh içelim, otur dinlen biraz. Ne içersin?
-Sadece bira...
-Tamam bize oradan iki bira verin, kızım sen hesapladın mı Olcay Bey'in ücretini? Yarısı kadar daha ekle üzerine!
-Teşekkür ederim ama hiç gerek yok buna. Haketmediğim hiç bir şeyi istemiyorum sizden.
-Olur mu öyle şey Olcay'cım, eline sağlık geldiğin günden beri işini doğru düzgün yapıyorsun. Bunu bir çeşit ikramiye olarak düşün. Hem yeni olduğun için sana bahşişten pay da vermiyorlardır. Onu da telafi etmiş oluruz. Bu arada daha önce konuşamamıştık, senin bir mesleğin, bir uzmanlığın var mı?
-Hayır üniversiteyi yarıda birakıp askere gittim, geldikten sonra da orada burada kısa süreli ilerde çalıştım hep.
-Hımm.. Zor olmalı senin için. Yaş da ilerledikten sonra insanın bir işi öğrenmesi kalıcı olması zor olur. ben de senin gibiydim. Baktım bir iş yapamıyorum babamın da yardımıyla burayı açtım. Beki bir gün sen de kendine bir yer açarsın ticarete atılırsın ne dersin?
-Bu zamanda parası ya da birikimi olmayanların iş kurma hayali bile kurması çok zor. O yüzden pek düşünmüyorum.
-Hadi canım bu kadar çatma kaşlarını, umutsuz olma. Belki biriyle ortak olursun. Hem üniversite de hangi bölümde okudun? Oğlum ordan birer bira daha ver ama soğuk olsun. Ne bu böyle imamın abdest suyu gibi! Müşterilere de böyle mi veriyorsunuz birayı?
-Türk dili ve edebiyatı bölümünde okuyordum, ikinci sınıfta bıraktım okulu bazı nedenlerden dolayı.
-Hımm.. Devam etme ya da bitirme şansın yok mu dışarıda falan?
-Az önce dediğiniz gibi bir yaştan sonra öğrenmek zor oluyor!
-Sen zeki bir adamsın biliyor musun? Gülperi bahsetmişti geçen gün bir şeyler yazıyormuşsun. Yazar olursun kitap falan yayınlarsın belki?
-Aslında bir roman yazdım ama yayınevleri tarafından kabul edilmedi.
-Bir ara okumak isterim. Belki çevremdeki arkadaşlardan birinin tanıdığı yayınevi vardır onla konuşurum. En azından sanata katkımız olur ne dersin?
-Bir bira daha alabilir miyim?
-Gel şöyle masaya geçelim. Oğlum bardaklar boşaldıkça doldur bekleme istememizi. Başka neler yazarsın sadece roman mı?
-Kısa denemeler yazıyorum, anlık duygular ve düşünceler, kısa hikayeler bazen şiir...
-Ne zamandır yazıyorsun?
-Uzun zamandır hatırlamıyorum ne zaman yazmaya başladığımı.
-Vayy hatırlamadığın kadar uzun zamandır yazıyorsun ve şimdiye kadar seni kimse keşfedememiş. Yazık. Bak aklımda bir fikir var ama bugüne kadar hiç denemedim. Sesin güzel mi?
-Güzel derken?
-Yok yav şarkı söylemek için değil, yani güzel şiir okuyabilir misin?
-Arkadaşlar bazı şiirlerimi güzel okuduğumu söylerler ama ben emin değilim.
-Peki burada şiir gecesi yapsak sen müşterilerin istediği şiirleri hatta kendi şiirlerini sahneye çıkıp müzik eşliğinde okusan? Evet işte bu gözlerindeki ışıltıyı görmek istiyordum. Kabul et güzel fikir değil mi?
-Emin olamadım. Daha önce hiç topluluk karşısında şiir okumamıştım. Biraz ürkütücü geliyor bana.
-Bak açık konuşayım, istersem çok güzel sesli iyi şiir okuyan birilerini bulabilirim. Ama madem ki senin de paraya ihtiyacın var ve üstelik yazıyorsun sana bir fırsat vereceğim. Denemek için hafta içi bir kaç gece gelip bir kaç saat okursun bakalım nasıl tepki alacağız müşterilerden. Eğer tutarsa hafta sonuna alırız saatlerini, garsonluk yaparken aldığın paranın iki katını alırsın. Üstelik program boyunca içtiğin ücretlerde bizden olur. Ha ! Ne dersin? Hadi şerefe kaldıralım!
-Bu konuda kendime pek güvenmiyorum. Yazdığım şiirlerin bile güzel olduğunu sanmıyorum. O yüzden bilemiyorum.
-Canım sen de popüler şiirleri okursun. Hani şu sosyal medyada sürekli sözleri dönen şairlerin yazarların. Önemli olan güzel okuman. Dİnleyenleri mest etmen. Anlıyor musun? İNsanlar şiirleri senden dinledikçe daha çok içmeliler, daha çok içince ne oluyor?
-Sarhoş?
-Evet o da var, sarhoş olmak için daha çok içiyorlar biz de kazanıyoruz. Tamam Eğer bu fikrim tutarsa ve mekan dolarsa sana şimdi kazandığının üç katını ödeyeceğim.
-Bir şartım var!
-Şart?
-Şiirler dışında her gece kendi yazdığımı bir iki deneme yazısını ya da hikayeyi de okumak istiyorum.
-Bu biraz sıkıcı olmaz mı? Yani insanlar masal dinlerken sıkılabilirler.
-Dediğiniz gibi deneriz. olmazsa zaten değiştiririz ya da vazgeçeriz.
-Sevdim seni Olcay! Demiştim akıllı adamsın. Tamam hadi şimdi bir deneme yapalım çık sahneye.
-Şimdi mi?
-Evet hala içeride bir kaç müşteri var bakalım nasıl tepki vererecekler. Gerçi çoktan kafayı bulmuşlar ama olsun. Hem görmüş oluruz.
-Yalnız, yanımda hiç şiirim yok.
-Aklında da mı yok yazdıklarından?
-Hayır
-Nasıl bir şair kendi yazdığı şiiri aklında tutamaz ki?
-Belki şair değilimdir.
-Gülperi! diz üstü bilgisayarı getirirmisin? Tamam internetten kafana göre bir iki şiir bul çık sahneye, Oğlum! Olcay abinin sesine göre şu ses sitemini ayarlayın hemen, sakin bir müzkte bulun, bak ama sadece müzik söz olmasın! Hadi bakalım Olcay göreyim seni, ha biranı da al yanına...

Olcay oturduğu yerden kalkınca hafifçe sallandığını hissetti. Bir süre ayakta sabit durup yarısı dolu bira bardağını da alıp sahneye çıktı. Her gece müzisyenin oturduğu yüksek koltuğa oturuken Gülperi diz üstü bilgisayarı notaların konduğu yere bırakıp, Olcay'a gülümseyip indi sahneden. Olcay bilgisayarın internete bağlı olup olmadığını kontrol edip kendi blog sayfasına bağlanıp, eskiden yazdığı şiirlerden birini açtı. Aynı anda ses sistemini ayarlayan çocuk Olcay'dan mikrofana yaklaşıp konuşmasını istedi. Olcay'ın ağzından çıkan ilk kelimeyle birlikte tiz bir ses bütün barı yalayıp geçti adeta. İçeride son kalan müşteriler bir an ayılmış gibi dikkatli bakışlarını Olcay'ın üzerine çevirince utandığını hissetti. Kan yüzüne baskı yapıyordu adeta. Kalan birasını bir dikişte bitirdi sakinleşebilmek için. Birasını bitirip bardağı yere bırakırken garsonla göz göze gelip yeni bir bardak daha istediğni işaret etti. Garson işareti görür görmez hızlı bir şekilde bıra doldurup yanına getirdi. Bir yudum daha aldıktan sonra Olcay şiiri okumaya başladı. İlk bir kaç mısrada sesi çok az çıkınca ses sistemini ayarlayan çocuğun ikazıyla durdu. Çocuktan tamam işaretini alınca en baştan okumaya başladı. Sesi şimdi daha iyi duyuluyordu. Okumaya devam ederken çocuk başka ayarlarda yapmıştı. Artık sesi ona ait değilmiş gibi, hafif ekolu, biraz derinden gelmeye başladı. Üzerindeki heyecanı atınca çalan müziği hissetmeye başladı içinde. Müziğin temposuna uyarak sesini azaltıp arttırıyor, bazı kelimelerin üzerine vurgu yapıyor, bazı satırları nefesini tutarak okuyordu adeta. Bazı mısralar arasında durup bir yudum bira alıyor, derin bir iç çekiyor öncekinden daha içli bir şekilde okumasına devam ediyordu. Şiiri bitirene kadar bilgisayar ekranından ayırmamıştı gözlerini. Sanki kendi odasında az önce seviştiği bir kadına okur gibi okumuştu. Şiir bitirip başını kaldırınca müşterilerle göz göze gelmişti. Barın iki ayrı ucunda oturanlar ne zaman onun dibine kadar gelmişti ki? Şiir bitmiş, Olcay susmuş, müzik durmuş, aynı anda sanki zaman da durmuştu. Ne müşteriler, ne Mete ne de çalışanlar, hiçbiri hareket etmiyor büyülenmiş gibi ona bakıyorlardı. Bir kaç saniyelik zaman durması herkesi sarmıştı. İlk kendine gelen kasada duran Gülperi, yavaş ama kendinden emin bir şekilde alkışlamaya başlamış, ardından müşteriler, Mete ve diğer personeller de alkışa katılmışlardı. kendini tuhaf hissetti. Yerde duran bardağına doğru eğilip eline aldı. Sonra doğrulup sahneden inecekti ki müşterilerin arasından bir kadın bir tane daha okumasını rica etti. Kadının isteğinden sonra Mete'yle göz göze gelince onaylarcasına başını salladığını görünce yeniden yerine oturup başka bir şiirini açtı bilgisayar ekranında. Ses sistemiyle ilgilenen çocuk bu defa bir piyano sonatı açtı. Müzik çalmaya başladı. Bir kaç saniye kendini müziğin sihirli kolları arasına bırakıp içine işlemesine izin verdikten sonra okumaya başladı. Okudukça başka bir dünyanın içinde yol aldığını hissetti. Hiçbir kaygının, acının, üzüntünün olmadığı, kendi dünyasının içinde kollarını açmış süzülüyordu adeta. Bitirdiğinde daha önce olduğu gibi yine kimseden ses çıkmıyor herkes dikkatli gözlerle ona bakıyordu. Bu defa başını kaldırmadan bir yudum aldı birasından. Mete ayağa kalkıp müşterilere teşekkür ederken önmüzüdeki günlerde şiir geceleri yapacaklarını açıkladı. Artık kapanma zamanı geldiği için müşterilere hesap pusulalarının gönderilmesini istedi çalışanlardan.

-Olcay'cım sen neymişsin böyle yaaaa!!! Daha önce neden denemedik bunu. Hepimizi mest ettin gerçekten. Gülperi kızım! Cumartesi gecesi gelecek olan şu şarkıcı kadın vardı ya, adı neydi? neyse, hani şu çok para isteyen kapris yapan, ona söyle bu hafta iptal. Olcay Bey çıkacak sahneye. Bak Olcay'cım bu cumartesiye kadar sen düzenle şiirlerini, gelirsin buraya aynı az önce olduğu gibi okursun. Bu defa yanında bizim gitarist çocuk da olur. Birlikte kararlaştırırsınız, ne istiyorsan onu çalar. Eminim çok iyi olacak!
-Peki deneme yazılarım ve hikayalerim?
-Eğer onları da bu kadar güzel okuyabiliyorsan, küfür etsen umurumda değil! Yeter ki insanları büyüle! Şimdi evine git dinlen biraz, Oğlum! oradan bir şişe viski ver Olcay abine, Seninle güzel işler yapacağız Olcay'cım...

Mete, Olcay'ın karşılık vermesine fırsat bırakmadan arkasını dönüp uzaklaştı yanından. Olcay siyah bir poşet içinde kendisine verilen viskiyi alıp diğer çalışanları başıyla selamlayıp dışarı çıktı. Bu yaşadığı duruma sevinse mi üzülse mi emin olamıyordu bir türlü. Para kazanıp rahatlayacak olma düşüncesinin yanında şiirleriyle insanları sarhoş etme düşüncesinin iyilik/kötülük hesaplaşması vicdanını rahatsız ediyordu. Neden bazıları yazdıklarını beğenmiyor diye, beğenecek olanların okumasına engel oluyordu ki bu sistem? belki de yazdıklarını okuyanlar yakın çevresi olduğu için o kırılmasın diye çok beğendiklerini söylüyorlardı. Zaten yıllardır açık olan blog sitesini takip eden sadece bir kaç kişi vardı. O halde yazdıkları, eserleri! onlara eserlerim diyemiyordu ki hala... Kendini bir sanatçı, bir yazar, bir şair olarak bile görmüyordu. Peki az önce dinleyip onu çok beğenenler? Sadece sarhoş oldukları için mi beğenmişlerdi? O halde cumartesi gecesi de insanlar sarhoş olunca çok beğeneceklerdi. Evet, tam olarak buydu. yazdıklarını sadece sarhoşlar beğeniyordu. O halde o da sadece sarhoşlarla paylaşacaktı yazdıklarını. Neden olmasın? Kolunun altına sıkıştırdığı siyah poşete sarılı viski şişesini hissedip biraz daha içmek istedi o an. Adımlarını hızlandırırken arkasından gelen bir sesle duraksadı.

-Olcay Abi!!
-Gülperi?
-Ne kadar hızlı yürüyorsun öyle, sana yetişeceğim diye nefes nefese kaldım!
-Afedersin farkında değildim. Bir şey mi oldu? Hesaplarda bir hata falan mı var?
-Hayır, bir şey yok. Seninle yürümek istedim. Çok güzeldi şiirlerin, sesin, okuma tarzın... Tarif edemiyorum ama öyle içten ve nasıl deniyor??
-İçine...
-Hah evet! içime... Özür dilerim senden, daha önce bahsetmiştin yazdığından hatta blog sayfanın adresini de almıştım ama ne yalan söyliyeyim, herkes blog sayfası açıyor herkes bir şeyler yazıyor artık. Onlar gibi sanıp bakmamıştım. Ama bu gece pişman oldum. Eve gider gitmez hepsini okuyacağım.
-Teşekkür ederim Gülperi, ama büyütülecek bir şey yok. Öylesine yazılmış yazılar şiirler işte. Bu yüzden uykusuz kalma.
-Saçmalama yaaa... Mekandaki müşterileri görmedin mi? O kadar içtiler sen şiiri okurken hepsi ayıldılar ve yeniden sarhoş oldular. Gerçekten harika okudun. Hem Mete kolay beğenen bir adam değil, cumartesi gecesine seni koyması ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Laf aramızda o şarkıcı kadını hiç sevmiyordum. Burnu havada züppenin teki. Yok onu istemem, yok bunu getirin, yok ses sistemi kötü, yok gitarist acemi... Şarkı söyleyemiyorum demiyor da ona buna bok atıyor!
-Bilemiyorum, ben çok anlamam ama müşteriler eğleniyordu.
-Sarhoş olunca herkes eğleniyor, Ben çıkıp söylesem ben de eğlendiririm!
-Belki söylemelisiniz...
-Şaka yapıyorsun değil mi?
-Hayır, ben de şiir okuyacağıma inanmıyordum. Beğendiğine göre sen de bir gün şarkı söylersin.
-Sen çok özel bir insansın biliyorsun değil mi?
-Özel olmanın maddi karşılığı olmadığı sürece bu çok önemli değilmiş gibi geliyor artık.
-Amaaann abi, biraz kendini sev, değer ver. Her şey para değil!
-Çok şey para, neyse, nerede oturuyorsun sen? seni bırakayım bu saatte yalnız gitme.
-Aslında, biraz da o yüzden seninle konuşmak istemiştim ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum...
-Nasıl yani? Rahat ol, bir sorun mu var?
-Şey, abi sen yabancı değilsin. benimkiyle tartıştık biraz. Daha doğrusu bildiğin kavga ettik. Kovdu beni.
-Sen ailenle kalmıyor muydun?
-Burada çalışmaya başlayınca babamla tartıştım o da beni evden kovdu. Yani kısaca bu gece gidecek bir yerim yok. Acaba?
-Bu pek iyi bir fikir gibi gelmedi bana. Başka bir arkadaşın yok mu gidebileceğin?
-Yok, yani bu saatte kime gideyim ki? Neyse bir otel de kalırım bu gecelik çok önemli değil.
-olur mu öyle şey? Saçmalama! Ama şimdiden uyarayım seni, evim biraz dağınık ve pis olabilir. Bir misafir beklemiyordum çünkü.....


6 Temmuz 2017 Perşembe

Bölüm-3

-Dün seni aradığımda beni tanıyamadığına inanamıyorum hala! Kızım nasıl unutursun beni dört yıl boyunca aynı evde yaşadık!
-Gizem çok özür dilerim inan, telefonum arızlanınca herkesin numarasını kaybettim, beni aradığında biraz dalgındım ama sonra hatırladım.
-Evet! Ben hatırlattıktan sonra... Hani ölene kadar sen sevgilim, ben gizemlin olarak kalacaktık. İki yıl uzak kalınca unutulduk tabi. Bulmuşssundur kendine bir yakışıklı oh mis!
-Saçmalama Gizem, yakışıklıları sürekli kapsama alanına alan sendin unuttun mu? Neredeyse okulu uzatacaktın adamlar yüzünden. beni kendinle karıştırma!
-Tamam Sevgilim, kızma hemen, takıldım sadece... Eee, ne var ne yok neler yaptın görüşmeyeli, ha şu gideceğin iş ne ile alakalı, çalıştığın yerden memnunsun sanıyordum, tabi iki yıldır hala aynı yerde çalışıyorsan.
-okuldan sonra bildiğin gibi kaldım hep, çok fazla değişiklik olmadı hayatımda ve evet aynı iş yerindeyim hala. memnunum aslında bir sıkıntı yok ama bu gideceğim görüşme çok büyük bir firmanın satın alma müdürlüğü. Eğer bu işe girebilirsem sonra çok daha iyi yerlere gelebilirim. Çok teşekkür ederim yanımda olduğun için, inan öyle heyecanlıyım ki...
-Tabi kızım eski bir arkadaşı yeniden görmek değil de, iş görüşmesi nedeniyle heyecanlısın anladım... Tamam, tamam asma hemen yüzünü. Görüşme saatine ne kadar kaldı? Geç kalmayalım sonra...
-Yok geç kalmadık, birazdan kalkarız önce çaylarımızı bitirelim, İstersen sen burada bekle beni çıkışta yanına gelirim, birlikte bir şeyler yaparız. Hem iki yıl boyunca Almanya'da neler yaptın merak ediyorum. Almanca'nı geliştirebildin mi bari?
-Sorma, radarıma çok yakışıklı Alman bir çocuk takıldı, dilinin tüm inceliklerini öğretti bana. Ne o kızım hala yüzün kızarıyor ben böyle konuşurken, hiç değişmemişsin.
-Sen de sürekli böyle konulardan bahsedip utandırıyorsun beni. Zevk mi alıyorsun?
-Kız, yoksa hala biriyle birlikte olmadın mı?
-Oldum tabi ki! Ama altı ay önce ayrdıldık.
-Vay vay vay... Sevgiliye bak sen, Madem birlikte oldun neden hala yüzün kızarıyor ben böyle konulardan bahsederken. Bak! gözlerini kaçırıyorsun hala...
-Ben kalkayım, görüşme saati yaklaştı.
-Kaç tabi hemen sıkışınca, neyse dur ben de geliyorum.
-Gizem, gerçekten senin gelmene gerek yok. hem belki orada oturup beni bekleyeceğin bir yer de olmayabilir. Sıkılırsın.
-Sevgi! Hala adını böyle sert söyleyince yelkenlerini suya indiriyorsun. Kızım hadi yürü, geç kalacaksın şimdi.

Çantasıyla birlikte özgeçmişi ve kafasında tasarladığı bir projenin çıktısının olduğu kağıtlarla dolu kalın klasörü kollarının arasına alıp arkadaşıyla beraber yürümeye başladılar. Gidecekleri yer çok uzak değildi. Yol boyunca eski günleri, eski arkadaşları hatırlayıp sıkça gülüşerek yürüdüler. Firmanın bulunduğu gökdelenin önüne gelince ikisi de bir an durup ne kadr yüksek olduğuna baktılar. Gizem, Sevgi'den daha önce toparlayıp kendini arkadaşının kolundan tutup giriş kapısına doğru sürüklercesine çekti. Kapıdaki görevlilere iş görüşmesine geldiklerini söyleyip gidecekleri yeri öğrenince asansörlerin olduğu bölüme geçtiler. Attığı her adımda kalp atışları hızlanıyordu. Kulakları uğuldamaya başladı. Yanında yürüyen Gizem bir söylüyordu ama suyun altındaymış gibi boğuk sesler duyuyordu sadece. Önünde durdukları asansörün kapısı açıldığında dışarıya doğru siliütlerin çıktığını hissetti sadece. takım elbisleri içinde adamlar, şık kıyafetler içinde kadınlar ve yoğun bir parfüm kokusu... Zorlukla başını kaldırığ baktığında O'nunla gözgöze geldi. Tüm o bulanık görüntüler arasında net olarak seçebildiği bir çift siyah renkli gözdü. O an etrafındaki tüm şekiller olması gerektiği gibi düzelmeye başladılar. Derin bir nefes aldı. Siyah bakışların altında gülümseyen dudaklar, geniş omuzları saran dar bir ceketve kokusu... Parfüm değildi bu, saf ten kokusuydu ve öyle güzeldi ki... Bir yerlerden anımsıyordu, nereden olduğunu aylar sonra anımsayacaktı ilk defa kollarının arasına alıp saçlarını okşadığında.

Adam için bir kaç saniye, kendisi için zaman kavramının anlamsızlığı kadar bir süre karşısında durduktan sonra kenara çekilip onun asansöre binmesine izin vermişti. Sonra hafifçe omzuna değen omzuyla birlikte çıkıp gitmişti asansörden. Gizem kıvılcımları hissetmiş, asansörün kapısı kapandığı an da arkadaşının kolunu sıkıp, adamın ne kadar hoş olduğundan bahsetmeye başlamıştı bile. Evet, bakışları kokusu duruşu ve sonra hareketlenmesiyle, her eylemiyle bahsedilmeye değerdi. Ama kendini çabuk toplayıp şehirden uzaklaşan asansörün içinde görüşmenin yapılacağı yere yaklaştığının farkına çabuk vardı.
...........................

-nasıl geçti?
-Güzeldi
-bu kadar mı yani? Kızım bir buçuk saattir içeridesin ve senin yaptığın yorum sadece güzeldi mi?
-Ne diyebilirim ki, sordukları soruları cevapladım, projemden bahsettim. beğendiler sanırım. Eğer onaylanırsam ikinci görüşmeye çağıracaklar. Neyse şu an çok gerginim. Gidip biraz alışveriş yapalım olmaz mı?
-Açıl susam açıl! Sihirli kelimeleri söyledin bebeğim. Gidip kutlayalım zaferini...

yaklaşık bir saat süren mağaza gezme trafiğinin ardından kendilerini yorgun bir şekilde teras katındaki kafenin sedir sandalyeleri üzerine bırakıp kahve söylediler. Ellerindeki alışveriş torbalarını yere bırakarak.
-oturduğumuzdan beri elindeki telefonu bırakmadın! Eski sevgilini mi kontrol ediyorsun hayırdır?
-Saçmalama Gizem. ben öyle şeyler yapmam
-versene şu telefonu!
-Ya ne yapıyorsun? geri ver telefonumu!
-İnanmıyorum sana ya!! Hala bu yazıları mı okuyorsun?
-ne varmış okuyorsam adam güzel yazıyor!
-Adam olduğunu nereden biliyorsun. Sahte bir isim ve profilinde saçma bir resim. Okuldan beri takip ediyor musun bunu?
-Kim olduğunu ya da ne oldugunu bilmiyorum. yazdıkları doğal ve sahici. Dün gece yazdıklarını okuyorum. Zaten ne zaman ne yazacağı belli değil
-Bir sürü yazar varken tekipçi sayısı oniki olan birini okuyorsun ve hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Tamam bunu bir yere kadar anlarım. bari mesaj atıp kim olduğunu öğrenseydin.
-Atmadım mı sanıyorsun? Bir sürü yorum yaptım ama tek kelime söylemedi.
-benim kadar Gizemli yani, doğru söyle lan beni bununla mı aldatıyorsun?
-hayır. sadece yazıyor. bir beklentisi olmadığını hissediyorsum. bazen günlerce yazmıyor, bazen bir anda bir sürü yazı ekliyor. ne yorum yaparsam yapayım cevap vermiyor. sanki tüm dünyadan kopmuş, kendi içinde yaşıyor. böyle biri olabilir mi?
-yakışıklı ve almanca biliyorsa üzerinde durmaya değer. yoksa sadece senin abartmandan ibarettir. Neyse madem okumayı seviyorsun al telefonununu iyi okumalar.
-tamam, afedersin saygısızlık yapmak istemedim sana sadece ilgimi cekmişti son eklediği yazı
-yıllardır çekmiyor mu zaten?

5 Temmuz 2017 Çarşamba

Bölüm-2

-Bakın bir yanlışlık olabilir mi? En son ne zaman doktora gittiğimi bile hatırlamıyorum. Yılda bir defa grip olurum, onu da yatmadan atlatırım. Siz şimdi kalkmış en fazla altı ay ömrüm kaldığını söylüyorsunuz. Şakamı bu?
-Bahsettiğmiz bu hastalık son ana kadar kendisini gizleyebilir, bir çok hasta herhangi bir sağlık sorunu hissetmediği ya da hissettiği rahatsızlıkları önemsemediği için teşhisde bulunmakta geç kalınır. Yaptığımız detaylı kan testleri ve filmlerden anladığımız kadarıyla hayatınızı düzenli bir şekilde yaşarsanız en iyi ihtimalle bir yıl olabilir. Düzenden kastımız içki ve sigarayı bırakacak, stresli ve sizi mutsuz eden ortamlardan uzak duracak, uyku ve yemek saatlerinize dikkat edecek ve sağlıklı gıdalar tüketeceksiniz. Bununla birlikte gerekli tedavilere hemen başlayacacağız. Yapılan araştırmalara ve elimizdeki bulugulara göre hayatta kalma şansınız yüzde onbeşten yüksek değil.
-Matematiksel bir denklemden bahsediyorsunuz sanki. Peki bu dediklerinizin hiçbirini yapmazsam neler olabilir?
-Yani aynı şekilde hayatınıza devam ederseniz, en iyi ihtimalle altı ay yaşarsınız. Son aylarınız oldukça ağrılı ve sorunlu geçebilir. Eğer tedaviyi kabul etmezseniz hazırlayacağımız beyannemeyi imzalamanız gerekiyor.
-Yani ölüm kararımı kendimin aldığını, sizin bir sorumluluğunuz olmadığını ispatlayacak bir belge?
-Lütfen bizi yanlış anlamayın bu tamamen yasal prosedürlerin gereği hazırlanmış bir belge. Ve evet durumunuzun bahsettiğiniz gibi bir yönü de var, bu bir gerçek.
-Anlaşıldı, siz beyannameyi hazırlayıp bana haber verin, ben biraz düşünmek istiyorum izin verirseniz.
-Fırat Bey düşünebilirsiniz tabi ki ama siz karar verene kadar geçen her dakika aleyhinize işliyor. Bunu unutmayın.
...............

Hastanenin kapısından çıkar çıkmaz bir sigara yakmak için elini cebine attığında, sigara içilmez uyarılarının yazdığı afişleri gördü. En azından bahçenin dışına çıkıncaya kadar bekleyebilirdi. Sigarayı dudalarının arasına alıp, behçeden çıkana kadar bekledi. Şehrin en büyük ve en iyi hastanelerinden birinde en iyi doktorlar tarafından muayene edilmişti. Yanlış teşhiş olabilir miydi? Olabilirdi tabi ki, insanlar her zaman hata yapar. Yöneticilik hayatı boyunca hep insan hatalarının sonuçlarıyla uğraşmamış mıydı? İşinde ne kadar uzmanlaşmış olursa olsun, insan faktörü her zaman hata yapmaya elverişliydi. Bu yüzden kimseye sonuna kadar güvenmiyordu kendisi dışında. Yurt dışındaki hastanelerden birine gitmeyi düşündü. İşinden bir haftalığına tatil bahanesiyle izin alır, dünya çapında bu hastalık konusunda ün salmış doktorlara muayene olur ve o zaman yeni bir plan yapabilirdi sonraki hayatı için... Neyi planlayacağım diye sordu kendine. Tüm hayatı boyunca gideceği okullar, alacağı eğitimler, gideceği kurslar, yapacağı işler hep bir planlamanın parçasıydı. Ya bu hastalık? hangi planda yer alıyordu?

İşyerinin bulunduğu dış yüzeyi camla kaplı gökdelenin önüne gelmişti.Kapıda duran güvenlik görevlilerine selam verip içeri girdi. Cebinde taşıdğı şirket kartını turnikelere okutup geçti. Binanın diğer tarafına bakan en uçtaki asansörün düğmesine basıp beklemeye başladı. Asansörün bir tarafı şehre bakıyordu. 22. katta bulunan ofisine çıkarken bulutların arasına yükseldiğini hissederdi. Öldüğüm zaman da böyle mi olacak diye düşünüp keyiflendi bir ara. Hayatı boyunca dini konularla hiç ilgilenmemiş, sadece dünyayı ve üzerindekileri önemsemişti. Tanıdıkları arasından ölenler olduğu zaman bile bu duygulara hiç kapılmamıştı. Başka bir duygusu varmıydı ki? Hırs, öfke, nefret, şehvet dışında ne hissedebilmişti? Son bir kaç ay dışında... Bir kaç ay önce? Planlarında değişiklik yapmaya başlamaya, sevgi, aşk ve mutluluk gibi duyguların da içinde var olduğunu anlamaya o zaman mı başlamıştı?

Sevgi'yle tanıştığı günü anımsadı ineceği kata gelip asansör durduğunda. Bir an için inmekten vazgeçip giriş katının düğmesine bası bekledi. Yeniden asansör harekete geçmişti. Az önce onu dünyadan uzaklaştıran asansör aynı hızla onu dünyaya geri getiriyordu. Sevgi'nin de onun üzerindeki etkisi böyle miydi gerçekten? Onu gerçek dünyadan alıp belki daha yavaş ama daha kararlı bir şekilde ütopik, insanların mutlu yaşayabileceği, rekabet içine girip kazanma hırsıyla birbirlerini kırmadan, yıpratmadan yaşadıkları başka bir dünyaya götürüyordu. Asansör en alt kata geldiğinde kapısı yeniden açıldı, işte tam da burasıydı Sevgi'nin ürkek bakışlarıyla karşılaştığı yer. Fırat bir toplantıdan çıkmış arkadaşlarıyla dışarı çıkarken, Sevgi başka bir toplantıya girmek için geliyordu. Üzerinde teninin kıvrımlarını ve rengini belli edebilecek kadar ince beyaz gömleği, altında gri renkli dizlerinin üzerine ancak gelen dar eteği, özenle uğraşıldığı belli olan omuzlarının üzerinde düz siyah saçları ve koluyla göğüslerinin arasına sıkıştırdığı kalın dosyalarıyla tam da burada, bu mekanik dünyalar arası seyahati mümkün kılan bir nevi uzay mekiğinin kapısında ki, karşılaştıkları an da bir asansöre bu kadar anlam yüklenebileceğini bilmiyordu; daha sonra ki görüşmelerinin birinde Sevgi anlatmıştı ona karşılşatıkları ilk yerin ne kadar özel olabileceğini. Asansör kapısı biraz bekleyince kapanacaktı ki birisi elini kapının arasına uzatıp durdurdu. Alt katında çalışan stajyerlerden biriydi. başıyla hafifçe selam verip yüzünü yine birazdan uzaklaşacağı şehre döndü.

Ofisine geldiğinde sekreteri onu ayakta bekliyordu. Patronun O'nu aradığını ulaşamayınca biraz sinirlendiğinden bahsetti. O yokken arayan diğer firmaları anlatmaya başladığında sanki duymuyormuş gibi sekreterinin yüzüne bakıp gülümsedi ve odasına girdi.Kadın dinlenmediğini hissedince sanki sesi düğmesine dokunulup hafifçe kısılan radyo gibi kısıldı ve sustu. Fırat'ın arkasından baktı bir süre, anlam verememişti, vermek için biraz daha uzun süre baktı, kapı kapanana kadar. Büyük deri koltuğunu pencerenin önüne kadar çekip bıraktı kendini üzerine. Yapacağı o kadar çok iş vardı ve doktorlar haklıysa bir o kadar az zamanı... O halde neden yapmalıydı ki o işleri? Neden yaşıyoruz, neder bu dünyadayız, Ne yapıyoruz? sorularını bu güne kadar kendisine hiç sormamış olması ilk defa garip geldi. Önce ailesinin sonra kendisinin yaptığı planlar sayesinde oldukça rahat ve konforlu bir hayat yaşamıştı. Kazandığı maddi güç sayesinde her istediğini yapıyordu. Evet çok çalışıyordu, hala çalışıyordu ve ölene kadar çalışacaktı ama bir çok insan hayatı boyunca yapamadıklarını yapmış, göremediklerini görmüştü. En sonunda Sevgi'yle tanışmıştı ve ilk defa erken bir emeklilikle bu hayattan vazgeçme kararı almaya yaklaşmıştı. Kaderin tuhaf bir ironisi gibiydi şu an yaşadığı. Hayat onu kendinden emekli etmeye karar vermişti. Kader mi? Bu güne kadar kaderin varlığına inanmayan, insanın kaderini şekillendirdiğini düşünen biri için ölüm oldukça aydınlatıcı olabiliyormuş demek ki, diye mırıldandı kendine. Yine de yaptığı ya da yapmadığı hiçbir şeyden pişman değildi. belki de ölüm tarihini öğrenen birine göre biraz fazla rahat olmasını buna borçluydu. Zaten son bir kaç yıldır yaşadıkları önceki hayatının tekrarı gibiydi. Her geçen gün hırsları ve doyumu azalıyordu. Sevgi'yle tanışana kadar... Sevgi... Zorlukla yutkundu... Onunla geçirebileceği o kadar az zamanının kalmış olması kötü hissettirdi. Evet daha önceden bir tercih yapma şansı olsaydı servetinin önemli bir kısmını kazanmak yerine o zamanı Sevgi'yle geçirmeyi tercih ederdi. Telefonunu eline alıp sevgilisini aramayı düşündü. Gerçeği söylemeli miydi?

Sevdiğin birine şu tarihte ayrılacağız ve bir daha görüşmeyeceğiz, nasıl söylenir? 'Sevgi, ben çok hastayım ve öleceğim....' Aklından Sevgi'nin bunu duyduktan sonra vereceği farklı tepkileri geçirmeye başladı. En sonunda yoruldu, her tepkinin ortak paydası korkunç bir hüzün ve acıyı beraberinde getirmesiydi. İşin daha kötü yanı, bunu ona ilk söylediği anda hissettireceği ve hissedeceği o korkunç acının, öleceği ana kadar sürekli taze kalacağı, o öldükten sonra Sevgi'nin içindeki o acının katlanarak artmasıydı. Yaşamak için değil de, sırf bu yüzden tedavi olmaya çalışabilirdi. Sevdiği kadının o kadar üzülmesini engellemek için... Doktorun söylediği aklına geldi, 'hayatta kalma şansınız yüzde onbeşten fazla değil...' O halde ne yapmalı? Yöneticilik yaparken insanlarda farkettiği bir durum vardı. Çaresizlik nedeniyle yaşanan kötü olaylar, insanların kendi tercihlerinden kaynaklanan kötü olaylara göre daha fazla acı veriyordu.  Yeni bir  yerden sonra insan evet bu benim yaptığım bir hataydı deyip kendisini affediyor, ya da çektiği acının yaptığı bir hatanın bedeli olduğunu kabul ederek çektiği acıyı kabulleniyordu. Ama kendi elinde olmayan başkalarından kaynaklanan faktörler nedeniyle başına gelen olumsuzluklarda, bunu yaşamayı hakedecek ne yaptım sorusunun cevabını bulamadığı için o acı hep taze kalıyordu.

Bulmuştu. Belki bunu anladığında Sevgi ondan nefret edecekti ama ondan ayrılınca çekeceği acının kaynağı ona duyduğu sevgiyse, bu nefret Sevgi için bir kurtuluş olacaktı. Düşünceler arasında gidip gelirken elinde tuttuğu telefonu farkedip aradı sevgilisini:
-Canım nasılsın?
-İyiyim canım sen nasılsın? Bir şey mi oldu, mesai saatlerinde aramazdın pek?
-yo, hayır, sevgilimi özlemiş olamaz mıyım? Bu kadar duygusuz muyum ben?
-Değilsin tabi ki, sadece genelde göstermeme konusunda uzmansın diyelim.

Kendisi gibi o an Sevgi'nin de telefonun diğer ucunda gülümsediğini sesinin sıcaklığından anlayabiliyordu.

-Akşam kaçta bitecek işin? gelip alayım seni dışarıya çıkalım olur mu?
-Canım ya, bu akşam arkadaşlara söz verdim, ama bak sana bir filmden bahsetmiştim ne zamandır bekliyordum çıkmasını. O yarın gösterime giriyormuş. Ona gidelim birlikte olur mu? Hem daha önce de söz vermiştin.
-Tamam hayatım, seans saatlerine baktın mı? Hangi saatlerde varmış?
-Akşam dokuzda son matine, hem senin işyerine yakın bir alışveriş merkezi var ya, oradaki sinemada, iş çıkışında buluşuruz, olur mu?
-tamam canım o zaman yarın akşam dokuzda görüşürüz, öpüyorum seni, bir de...
-Bir de?
-Seni seviyorum....
-Çok zorlanıyorsun değil mi? Eh tabi alışık değilsin, duygularını göstermeye... Ben de seni seviyorum sevgilim...

dedikten sonra gülerek kapattı telefonu Sevgi. Fırat hala kulağında tutuyordu. Belki de tüm o tedavi saçmalıkları yerine sadece Sevgi yeterdi onun iyileşmesi için, kim bilir?

Evet şimdi son planını tasarlıyordu kafasının içinde, son ve hayatı boyunca yaptığı en iyi plan olmalıydı. yoksa en sevdiği insanı tarifsiz acılarla tek başına bırakacaktı. Ceketini alıp ofisinden dışarı çıktı. Sekreterinin sorgulayan bakışlarıyla karşılaşınca biraz işi olduğunu yarına kadar gelmeyeceğini, arayanları not almasını söyleyip bir şey söylemesine fırsat vermeden uzaklaştı. Zavallı kadın bir elinde arayanları not ettiği defteri diğer elinde telefon öylece kaldı.Uzay mekiğine binerek dünyaya geri döndü, genelde sürekli müdavimi olduğu yakınlardaki bir bara attı kendini. Ayakta duramayacağını hissedinceye dek içti. Arada bir çok kişiyle konuştu, şakalaştı, eğlendi. Flört etmek için yanına yaklaşan kadınları nazikçe geri çevirip sonunda bir taksiye binerek evine gitti.

Ayıldığında saat öğleden sonrayı geçmişti. Kalkıp kendine kahvaltı hazırlarken kapanan telefonunu sarj olması için prize taktı.Bir şeyler atıştırdıktan sonra telefonunu açmasıyla onlarca mesaj geldi. Bir çoğu sekreterindendi. Yıllarca bir gün bile işine geç kalmamış birinin bu saate kadar işine gitmemiş olmaması, sekreterinden gelen son mesajında yazdığı gibi, polise haber verilmesi gereken bir durum olarak düşünülebilirdi. Neyse ki bu son mesaj bir kaç dakika önce gelmişti. Arayıp iyi olduğunu ama bugün işe gelmeyeceğini söyleyip yine cevap beklemeden kapattı telefonu. Patronunun çok kızacağını hatta evine gelip onu göreceğini biliyordu bu yaptığından sonra. Ama hissettiği tuhaf rahatlık duygusuyşa doyuncaya kadar sakin bir şekilde kahvaltısına devam etti. Ses sisteminin kumandasını kullanıp radyoyu açtığında çalmaya başlayan 'Where is my mind' şarkısı hayatın ona yaptığı küçük şakalardan biri geldi ve gülümsemesi kahkahaya dönüştü. telefon rehberini açıp incelemeye başladı. Yüzlerce isim kayıtlıydı belki binlerce, o kadar çoklardı ki... Bu kadar insanı ne zaman hayatına almıştı? ne çok insanın hayatına girmişti. Ve hepsinin hayatından birden çıkacaktı, sanki hiç varolmamış gibi. az önce içinde hissettiği rahatlığın arttığını hisseti. Sekreterini arayıp, yıllardır satın alıp yatırım yaptığı tüm hisse senetlerini satmasını söyleyip yine cevap beklemeden kapattı telefonu.

yeniden telefon rehberindeki insanlara geri döndü. Bir çoğu iş nedeniyle tanıştığı, bazılarının yüznü bile görmedi sadece sesini duyduğu insanlardı. Aralarda akrabalar, okul arkadaşları, eskiden birlikte olduğu kadınlar... İsimleri okudukça hemen hemen hepsini hatırlıyordu. ne zaman nerede nasıl ne konustuklarını. Olcay ismine gelince duruyor bir süre. Kimdi bu Olcay? Zorluyor hafızasını, son tanıştıkları insanlar arasında bu isimde biri yoktu. Önceki işyerlerini gözden geçiriyor, hayır, daha geri... Okul yıllarına dönüyor. Üniversite zamanları. Çok fazla ortamlara girmeyen, sınav dönemleri dışında çok fazla okulda görünmeyen, yapılan şiir yarışmasında dereceye girmese aynı sınıfta olmalarına rağmen tanışmayacağı o çocuk... Okul bittikten bir kaç yıl sonra, eski arkadaşlarla yeniden görüşme bahanesiyle gittiği yerde bir kaç dakika konuştuğu, telefonunu alıp verdiği, ,işe ihtiyacı olduğunda aramasını söylediği ama hiç aranmadığı aramadığı arkadaşı. Facebook adresinde de ekli olduğunu anımsayınca açıyor bilgisayarını ve sayfasına giriyor daha net hatırlayabilmek için. Evet en son iki yıl önce aradığını anımsıyor. Yine okul arkadaşlarıyla buluşma düzenliyorlardı. Arayıp nezaketen hal hatırma konuşmasından sonra buluşmaya çağırmıştı. Gelmiş miydi? Anımsayamıyor. facebook sayfasında paylaştıklarını okuyor dikkatlice. Şiirler, yazılar, hikayaler... Bir kaç yıl önce bir yazdığı bir kitabından bahsetmiş. Okuldayken de derslerin birinde öğretmenleri gelecekle ilgili olanlarını sorduğunda yazar olmak istiyorum dediğinde sınıftan gülüşmeler yükselmişti. Çünkü yazar olmak isteyen birinin ekonomi bölümünde okuması tuhaftı gerçekten. Yazdığı bazı şiirleri güzeldi ama bazıları çocukçaydı. En azından ona öyle geliyordu.

-Alo, merhaba Olcay, ben Fırat nasılsın?
-Fırat?
-Fırat evet, üniversiteden. En son çocuklarla toplanmıştık. Seninle aynı şehirden....
-Evet hatırladım.
-nasılsın neler yapıyorsun? Aramıyorsun uzun zamandır.
-Yeni kitabımla uğraşıyordum kusura bakma, bazen uzaklaşıyorum herkesten, sen nasılsın?
-Çok canım sıkkın, eğer müsaitsen seninle konuşmak istediğim bir konu vardı. Mümkün mü görüşmemiz.
-Aslında pek müsait değilim bu aralar, daha sonra görüşsek?
-Gerçekten çok önemli, beni senin anlayabileceğini düşünüyorum.
-Peki, madem bu kadar önemli diyorsun, ne zaman görüşelim?
-Bu akşam sekiz buçuk gibi sana uygun mu? Hala aynı yerde oturuyorsan sana yakın bir alışveriş merkezi var. Oraya gelebilir misin?
-Tamam, akşam görüşürüz.
-teşekkür ederim gerçekten, görüşürüz, hoşçakal.

Her ne kadar beklediği gibi geçmese de telefon görüşmesi yanılmadığını ölmeden önce anlayacaktı. İçindeki şüphe bataklığından uzak durarak planının sonraki kısımlarını hayata geçirmek için evinden dışarı çıktı.


4 Temmuz 2017 Salı

Bölüm-1

-Dört numaralı salondaki film için bir bilet istiyorum lütfen. Koltuğu seçebilir miyim?
-Hemen kontrol edeyim efendim... Koltuğu seçebilirsiniz ama sadece iki boş yerimiz kalmış ekrandan görebilirsiniz.
-İkisini de alıyorum ne kadar?
-Bir tane istemiştiniz sanırım yanlış mı anladım efendim?
-Hayır ikisini de istiyorum...
.........

-Alo! neden açmıyorsun telefonunu, kaçıncı defa arıyorum!
-Toplantıdaydım canım, şimdi çıkabildim, sen neredesin?
-Yarım saattir sinema gişesinin önünde seni bekliyorum. Ne zaman gelirsin? Ben biletleri alayım mı?
-Canım ya, çok özür dilerim, patron toplantıdan sonra birlikte takılmamızı istedi, başka zaman izlesek filmi?
-Bu filmi seninle izlemeyi ve ne zamandır plan yaptığımızı biliyorsun değil mi? Şimdi erteleyelim diyorsun öyle mi?
-Hayatım bugün filmin çıktığı ilk gün değil mi? Yarın gideriz ne olacak ki alt tarafı bir film... Anlamıyorum seni neden bu kadar büyütüyorsun?
-Büyütüyor muyum? kaç gündür görüşemiyoruz doğru düzgün, şimdi de kalkmış sonra izleyelim diyorsun ve ben büyütmüş oluyorum. tamam ben tek başıma izlerim!
-Hayatım özür dilerim gerçekten bu üzerinde çalıştığımız proje çok önemli. Tüm olanlamaları ben yaptım, patron da detayları konuşmak için beni çağırdı çok özür dilerim. Şimdi kapatmam lazım, sonra konuşalım olur mu?
-........
-Canım?
-.....
.............

-Merhaba, dört numaralı salondaki film için bir bilet istiyorum.
-Bir saniye efendim kontrol edeyim...Özür dilerim, o filmdeki tüm biletler satılmış, dilerseniz başka bir film için öneri de bulunabilirim.
-Nasıl yani, hepsi mi satılmış? offfff!!!! kaç gündür o filmi izlemeyi bekliyordum.
-Son iki bileti az önce bir beyefendi satın aldı. Aslında tek bilet istemişti ama son iki koltuk kaldığını öğrenince ikisini de satın aldı. İsterseniz kendisiyle konuşun, başka birisi gelmeyecekse yanında belki bileti size satabilir. Ne dersiniz?
-Yok gerek yok, yarın ki seanslara bakarım artık.
-Peki efendim nasıl isterseniz. yardımcı olabileceğim başka bir konu var mıydı?
-Hayır teşekkür ederim... pardon, son biletleri alan beyefendi hala burada mı?
-Evet efendim şurada, film afişlerinin karşısında duran uzun boylu, mavi kot pantalonlu beyefendi.
-Sağolun kolay gelsin...
.......

Adam günlerdir evden çıkmıyordu. Yaklaşık bir yıldır üzerinde çalıştığı ama bira kaç sayfadan fazla yazamadığı romanına odaklanmak istediği bahanesiyle tüm arkadaşlarının çağrılarını karşılıksız bırakıyordu. Ta ki bir kaç saat önce bir arkadaşı, canının çok sıkkın olduğunu ve konuşmak istediğini söyleyinceye dek. Tamam, demişti. yakınlardaki bir alışveriş merkezinde buluşmayı kabul edip zoraki bir şekilde çıkmıştı dışarı. Sözleştikleri saatten önce gelmişti. şehrin o kalabalık ve boğucu havasından uzak kaldığı günlerden sonra dışarı çıkmasıyla farketmişti ki, onsuz da hayat akıp gidiyordu. Binlerce insan kendi hayatlarına devam ediyor, otobüsler gelip gidiyor, trafikte insanlar kavga ediyor, sivil aktivistler anlamadığı konularda eylemler yapıyor, genç aşıklar buluşup sarılıyor, orta yaş üzeri çapkınlar barlardaki tabureler üzerine tüneyip karşı cinslerine kur yapıyorlar, yani her şey eskiden olduğu gibi devam ediyordu. Kendini evine kapatmış olması sadece onu bağlayan bir eylemdi.

Dışarıdaydı şimdi, bir formalite icabı arkadaşıyla görüşüp, ona hak verecek, belki teselli edecek ardından bir kaç kadeh içip hafif çakırkeyif olduktan sonra arkadaşının biraz daha açılmasını ve sökülmesine tanık olacak sonra onu evine bırakıp kendi evine geri dönecekti. Saatini kontrol etmek için telefonu eline alıp baktığında bir mesaj geldiğini gördü. Arkadaşından gelmişti mesaj. Tuhaf bir bahaneyle gelemeyeceğini daha sonra görüşmek istediğini özür dileyerek belirtmişti. Bu mesajı okuyunca tuhaf bir rahatlama hissetti. Arkadaşıyla görüşüp onun sıkıntısına maruz kalmaktan çok, kendini ona açıklama zaruriyetinten kurtulmuş olmanın verdiği bir rahatlamaydı bu. Telefonu cebine koyup, alışveriş merkezinin çıkış kapısına doğru yürümeye başlamışken film afişlerine takıldı gözü. Ağırlıklı olarak yerli filmlerin yanında iki yabancı filme dikkat etti. Bir tanesinde gençlik yıllarında koyu hayranı olduğu bir aktrist oynuyordu. nasıl olsa buraya kadar geldim, değişiklik olur diyerek filmi izlemeye karar verdi.
...............

Üzerinde siyah dar bir ceket, altında mavi kot pantalonu, kısa kıvırcık saçları, bazıları beyazlamaya başlamış adama arkasından yaklaşırken, bir yandan 'ne saçmalıyorum ben' diye soruyordu kadın kendine. Yarın da , başka bir günde izleyebilirim bu filmi, şimdi neden bu kadar hırs yaptım ki? Tam vazgeçip geri dönecekken sevgilisinin telefonda söylediklerini hatırlayıp daha çok sinirlendi. Adımlarını hızlandırıp adamın yanına geldiğinde omzuna dokundu. Dokunmasıyla birlikte adam olduğu yerde sıçradı adeta. Öyle utandı ki yaptığı bu hareketten:
-Afedersiniz, Çok özür dilerim. Sizi korkutmak istememiştim.

Adam bir kaç saniye kendini toparlamak ister gibi susup kadını inceledi. Bir şey demesine fırsat vermeden kadın konuşmaya devam etti.
-Biliyorum belki bu söylediğim çok saçma gelecek ama ben de bu filmi izlemek istiyordum ama bütün biletler tükenmiş. Son iki bileti de siz almışsınız. Eğer sizinle birlikte izleyecek başka kimse yoksa o bileti almak istiyorum, tabi ücretini ödeyerek...

Kadın o an nasıl bunları söyleyebildiğine kendisi bile inanamamıştı ama söylemişti işte. karşısındaki adamın meraklı bakışlarından rahatsız olmaya başlayınca içini yoğun bir pişmanlık duygusu kapladı.
-Haklısınız, çok saçma oldu bu isteğim. Kusuruma bakmayın lütfen. Rahatsız ettim sizi. İyi izlemeler size.

Adam bir kaç saniye içinde kadının yaşadığı gitgelleri yüzündeki ifadelerden okumuştu. Daha bir şey demesine fırsat vermeden kadın arkasını dönüp uzaklaşmaya başlamıştı bile. O el omzuna değdiği anda ırkilip kendini geri çekmesiyle birlikte kadınla göz göze gelince donup kalmıştı. Ve sonrasında ki bir kaç saniye nefes bile alamamaıştı. kadın uzaklaşırken yavaş yavaş nefes almaya başladı.
-Durun biraz!

Kadın duymamış gibi yürümeye devam ediyordu. Adam hafifiçe öksürüp boğazını temizledi. Günlerdir telefon dışında kimseyle sesli konuşmadığı için ses tonunu ayarlamakta güçlük çektiği için biraz daha yüksek tonda yeniden seslendi.
-Hanımefendi!

Sanki o an etraftaki herkes aniden susup adama dönmüş gibi hissetti. o kadar yüksek sesle mi bağırmıştı? Diğer insanlarla göz göze gelmemeye çalışırken kadının kendisine döndüğünü farketti.
-Bana mı seslendiniz?
-Evet, Arkadaşım gelmeyecek, diğer bileti size verebilirim.
-Gerçekten mi?
-Filmin başlamasına dört dakika kaldı eğer izlemek istiyorsanız buyrun ve acele edin lütfen.

Kadın aceleyle elini çantasına sokup para çıkardı ve adama uzattı.
-Hayır, buna gerek yok. Zaten siz olmasanız da o bilet boşa gidecekti. Alın lütfen.
-Teşekkür ederim, çok naziksiniz.

İki yabancı birlikte ışıkları çoktan sönmüş salonun kapısından içeri girdiklerinde elinde feneriyle görevli biletlerini kontrol edip koltuklarına kadar eşlik etti. salonun en arka tarafında kösedeki koltuklarına oturdular. Büyük beyaz perdede sonraki gösterimlerde yer alacak filmlerin fragmanları dönüyordu sırayla. Adam yanında oturan kadını rahatsız etmeyecek şekilde olabildiğince rahat uzandı koltuğuna üzerindeki dar ceketi çıkararak. Kadın ise çantasını kucağına alıp kollarını sarmış, dimdik oturuyordu. Film başlayana kadar arkasına yaslanmadı bile. Yaklaşık elli dakika sonra filme ara verilince salonun ışıkları yandı. belki ilk defa o an göz göze geldi iki yabancı bir kaç saniye için. Önce hangisi başını başka tarafa çevirdi, bunu ikisi de hiç bir zaman hatırlayamayacaktı yıllar sonra. Adam ayağa kalkıp, geçmek için izin istedi kadından.
 -Verilen ara çok uzun sürmez nereye gidiyorsunuz?
-Sigara içmem gerekiyor...
-Peki...

Kadın bacaklarını biraz daha toplayıp adamın geçmesine izin verdi. Tuhaf biri diye aklından geçirdi. Salona girerken sessize aldığı telefonunu kontrol etti herhangi bir arama ya da mesaj gelmişmi diye. Hiçbir şey yoktu. Sevgilisine mesaj atıp filmi izlediğini söylemek istedi bir an, sonra gereksiz olduğuna karar verip telefonunu çantasına geri bıraktı. Gişede ki bilet satan görevli bütün biletlerin satıldığını söylemişti ama etrafına bakınca bir çok koltuğun boş olduğunu farketti. kendisinin izlemeyi bu kadar çok istediği bir filme başkalarının bilet aldığı halde gelmemiş olmasını yadırgadı. Bir kaç dakika sonra salonun ışıkları yeniden söndü ve beyaz perde de bir reklam filmi oynamaya başladı. yanında ki adam hala gelmemişti. Bu kadar kısa süre içinde sigara içemezdi zaten, biraz daha sabretseydi. Film başladı. Filme odaklanmaya çalışsa da aklı hala o tuhaf adamdaydı, neden hala gelmemişti? Kendini bu düşünceden sıyırmaya çalıştı. Sonuçta tanımadığı bir yabancı belki sıkıldı filmden ve devamını izlemek istememiş olabilirdi. Bir kaç dakika daha geçti. Film ilk yarısından daha heyecanlı ve akıcı şekilde ilerliyordu. Arkasına yaslanıp bacaklarını ileri uzatmıştı ki karanlığın içinde bir siliütin yanında olduğunu hissetti. Önce ürperdi, beyaz perdeden yansıyan ışık artınca adamın geldiğini anlayıp geçmesi için izin verdi.
-geç kaldınız!
-girişi karıştırdım...
-anlamadığınız bir yer olursa filmden sonra size anlatırım...
dedi kadın. sustular sonra...

Film bitti. Salondakiler ayağa kalkıp çıkışa doğru yönelmeye başladılar. kadın da adam da sanki diğerinin önce kalkmasını bekler gibi hala hareketsiz oturuyorlardı koltuklarında. Filmin jenerik müziği salonu doldururkenkimse dinlemiyordu onlardan başka. filmi izlemişler bitmişti. daha fazla orada durmanın bir anlamı yoktu, kadın ve adam dışında. Salonun çıkış kapısının önündeki azalırken kadın:
-teşekkür ederim.
-ne için?
-bu filmi izlemeyi uzun zamandır bekliyordum sayenizde izledim.
-teşekküre gerek yok, şimdi izlemeseydiniz başka zaman izlerdiniz. o yüzden önemli değil.
-evet her zaman izlerdim ama ben şimdi izlemek istiyordum ve sayenizde izledim. o yüzden tartısmayalım lütfen bunu.
-nasıl isterseniz, şimdi müsadenizle size iyi akşamlar dilerim.
-iyi aksamlar...
............

Adam sinema salonunun içindeki klimayla soğutulmuş havasında rahatsız olmuş, bir an önce kendini dışarı atmak ister gibi hızlı adımlarla çıkış kapısına yöneldi. Salondan çıkmasıyla birlikte alışveriş merkezinin kalabalık sıcak havası yüzüne çarptı. boğuluyormuş gibi hissetti bir an. Başı dönüyordu, günlerce evinin konforuna alışmış biri için bir anda bu kadar insan içine girmek fazla gelmişti bünyesine. makyaj malzemeleri satan dükkanların önünden geçerken bir kitapçı gördü ve içeri girdi. Uzun zamandır okumayı planladığı ve her zamanki gibi planladıklarını ertelediği bu yüzden belki de yazmakta zorlandığını kendine itiraf edemiyor olsa da şimdi o kitapların dizildiği rafların önündeydi. Kendi cümlelerini düşündü, kelimelerini... Bir kapağın ardında ciltlenmiş hallerini düşündü, başkaları tarafından okunduğunu.Bu raflarda kendi sözlerinin de olduğunu ve başkalarının dokunduğunu. istediği bu muydu? yazarken içinden gelen on binlerce kelimeye can verirken gerçekten okunmak mı istiyordu yoksa sadece o kelimelerin ağırlığından kurtulmak mı? Dokunduğu kitapların yazarlarını düşündü, onlar okundukça hafiflemişler miydi? Sanki dokununca canını yakan bir şeye dokunmuş gibi aniden çekip elini başını öne eğip dışarıya yöneldi.Kitapçıdan dışarı çıkacakken önüne birinin geldiğini hissedince yana çekilip durdu. karşısındaki hareketsiz yolunu kapatıyordu bir süre daha bekledi. karşısındaki de bekliyordu. Diğer kapıya yönelince az önce karşısında duran kişinin de o tarafa yöneldiğini farkedince başını kaldırıp yüzüne baktı. Birlikte filmi izlediği kadını bu ve gözlerinin içine bakıyordu sorgular gibi.
-afedersiniz çıkmam gerekiyor!
-çıkabilirsiniz tabi ki, buyrun...

kadın bir adım kenara çekildi. adam kararsız bir kadının yüzün bakıyor, gözlerini gözlerinde hissedince başını önüne eğiyor sonra yeniden bakıyordu. o an çıkıp gidebilirdi, neden çıkamadığını yıllar sonra yazabilecekti, henüz bilmiyordu...

içimdeki yabancı...

kelimelerinle bağlandıysan hayata,
sustuğun zaman ötenazi hakkını esirgerler mi senden?
yaşamadıklarını yazmaktan vazgeçtiyse yazar,
kalemin ne suçu var ki kırılır orta yerinden?
bir kadının eli değer tenine
başka bir kadının düşüncesi
üşüyünce ört üstünü
hayat böyle işte
başka hayatların endişesine kapıldıkça
kendinden soğur insan
şimdi uyumuş mudur?
yoksa canı mı sıkılmıştır?
düşünceleri arasında
çaresizlik işkencesine maruz kaldıkça
önce sıradanlıklarından vazgeçer insan
mesela dişi ağrır
umursamaz
kötüleri var ya der kendine
böyle böyle kabullenir kaybetmeyi
sonra kazanmak
gılgamış destanında
karanlığın içine yürüyen kahramanı gibi
sonunda ışık olacak
o ışık
hiç bir zaman kazanılmayacak
yine de kapılır
yoksa bunca insan nasıl yaşar?
sonunda uyanmayacağını bile bile
bu karanlık uykudan..

yarın yokmuş gibi yaşamaya alıştırıyorum kendimi
uyanmayacakmış gibi
uyansam da yaşamayacakmış gibi
yaşasam da geçmeyecekmiş
geçiyorsa da
dinmeyecek bu yağmur
derisi buruşacak ellerimin ıslanmaktan
ihtiyarladığım yüzüme vurulacak
ve zaman
emanetini geri isteyecek benden
en sevdiğim yerden vuracak beni
biliyorum
belki biraz da bu yüzden
uğraşmak yerine
kadere olan imanımı tazeliyorum
tanrının gözüne girersem eğer
bir anlamı olur hayatımın
yoksa
zaten herkes yaşamıyor mu?
çoğu farkında bile olmadan...