28 Ağustos 2013 Çarşamba

kaybedenler kulübü

vadesi doluyor sözlerimin
en az kelimeyle
en fazla anlamı söyleyebilmek çabası
tutabilmek istiyorum zamanı
neresinden yakalayabilirsem yakalıyayım
sadece tutabilmek
bir sanatçının sesi karışırken
hayranlarının sesine
gözlerinden akan yaşlara hakim olamamak
büyüsü bozulsa da geç kalmak
geri dönmeye
kırılganlık bize göre değil di hiçbir zaman
içimizde tuttuk boğazımızda düğümlenenleri
söylemedik
biz sustukca mutlu kabul edildik
çacuksu masumiyetimiz oyun sanıldı
biz kimseye karşı sitem etmedik
vadesi doldu sözlerimizin
yenilmeyi adetten sandık
kazanamadığımız için hiçbir zaman
en büyük aşk bizimki sandık
yaşadıklarımızı apoletlerimize işledik
çok acı çekmeyi kıdem saydık
çabuk pes etmeyi erdem..
gücümüz yetmediğinde
kader adı altında olan biteni kabullendik
hem tamahkar hemde uslu çocuklardık
çok iddialı laflar ettik belki ama
sabahında hepsi birer inkar
eski sevgiliyi düşünmek ayıp sandık
her yeni öpüşten sonra
eskiyi hatırlamamak için
her gece alkolle karışık rüyalara daldık
arayıp rahatsız etmemek için gerçek aşkı
bütün numaraları aklımızdan çıkardık
untmaya çalıştıkça geçmişimizdekileri
yeni gelen güne karşı hep biraz daha yarım kaldık
yeni sevgililerimiz de oldu bizim
yeniden hayata tutunma çabalarımız
biz her tutunmak istediğimizde
hayat tarafından biraz daha
soğutulmuş ve umursanmaz karşılandık...
çok zengin olduk..
 herşeyi kazandık
oysaki tek istediğimiz aşktı bizim
belki de bu yüzden
varlığımız büyüdükçe
ilk öptüğümüz kız çocuğunun hayaliyle
dolduralamaz bir boşluğun içinde
kendi başımıza yalnız kaldık...

uykusuz

kalan son umutlarımı saklıyorum
doğru zaman doğru yer için
çok kaybetmiş olmaktan yorgun
çok beklentilerden uzak
asgari bir mutluluk karşısında
telli arabalarımı ve gazos kapaklarımı sunuyorum...
kaderin bitiş çizgisine yaklaşırken
son kozumuda sahaya sürüyorum
fiyakası kalmamış
ve ucuz bir lutufkarlık karsısında
gülümsüyorum
gülümsemek hala en iyi oyunculuk örneği
oscara aday olmayacağım belki hiçbir zaman ama
hala en geçerlisi kolay kazançlar için
akıttığım kanlı yaşlar
isyankarlık dizboyu
neyi doğru yaptım ki
şimdi
yanlışlarım için hayıflanıyorum
kurumuş yaprakların ezilirken çıkardıgı sesler kulaklarımda
bu kadar kolay mı
üzerine atılırken toprak
o en çok sevdiklerini geride bırakmak
yorulan aklım değil
veremediğim,
olan bitene anlam
her gün biraz daha inceliyor
biraz daha bitiş çizgisine yakınım
çok istemekle yıkılmıyor
çaresizlik duvarları
çok sabırla gelmemesi gibi
beklenilenin
çok düşününce fazlası zarar
nasılda kendini inkar ediyor insan
sesinin yankısına karışırken zaman
en sıcağıdır sığınmak için
sislerin arasından görünen liman
orta yaşlı bir kadının kolları arasında açmak gözlerini
ruhundaki açlığı bastırmak icin
bedenindeki zaafları kullanmak
her bir orgazmda pişmanlık çöktükçe içine
kendinden gectiğin anların toplamı kadar
ayılmamak için üzerine ekledigin yalanların
sus de bana nolur
yeterki birşey söyle
sustuğundan beri
ışıkları kapalı bir odada uyumaya çalışıyorum
kapısı aralık bırakılmış
gecenin br yarısı uyanıp seslenirse
duysun diye herhangi biri...
yanına gelip uzanırsa diye
diğer tarafını boş bırakmış o küçük yatağın
uyurken
dar gelir diye değil
kaybolmasın diye gecenin karanlıgında o boşlukta
iki yastık koyarmış başucuna
her sabah uyandıgında görebilmek için
diğerine konulmuş bir başın izini
bütün gece hareketsiz yatmış
belkide hiç uyumamış
uyudu sansın diye yanına gelecek kadın
gözlerini sımsıkı kapamış...
ama gelmemiş...

tek kelime etmemiş
konuşamamışım
denemişim olmamış
avazım çıktığı kadar bağırmışım
kapısı aralık odadan dışarı
çıkmamış adım
duymamış kadın
yarısı boş yatakta izi kalmamış
gelmemiş bir türlü
kokusu dolmamış odanın içine
son umudu meze edilirken
içli bir şarkının makamına
yazısı bozulmuş şairin
okunamaz olmuş
sözü bitmiş
anlaşılamaz olmuş
umudu bitmiş
yaşayamaz olmuş.....

27 Ağustos 2013 Salı

buna da değer...

kapandıkça gözlerim
kanatlanıyor olmak
fransızca bir aşk şarkısını söylemeye çalışırken
hıçkırıklarıyla kesilmiş
durmak istedikçe
kendine hesap sormuş
yasak aşkların cezasını
günahlardan günah beğeniyorum kendime
başka adamların kadınlarını
başka rüyaların kafiyesini
hala güçsüzüm
en şereflisi yenilgilerin
seçtiğim en acısı
kolayına kaçtıkca zoruna yakalanmışım
zoruma gittikce hile yapmış
sabırlı bir fani olamadığım icin
hem bu dünyayı kaybetmiş
hem de diğerinde
günahkar sayılmış
ne cennetine kabul edilmişim tanrının
ne de cehenneminde yakılacak kadar
büyümüş...

bakışlarımdan ürkmüş
sesimi duymazdan gelirken sen
ve istemek seni
gecenin en olmadık saatlerinde
olmaz ya böyle şeyler
olmuyor işte
ten dediğin sende
en dokunulası
aşk dediğin sende
en yaşanılası
inkar dediğin bende
en büyüğü
susmak ağır gelir ya insana bazen
söylemek en utanılası
yazmak yetmiyor
istemek
bir an'sa eğer kollarında
senden sonra alacağım tüm nefeslere değer
uyanamamaksa eğer o geceden sonra
o an bitsin
yakıyorken seni
dokunurken en sıcağımda...

telafi...

ne kadarını yerine koyabilirsin?
kaybettiklerinin...
ya da ne kadarını telafi edebilirsin
ayrı geçen günlerimizin
bu kadar mı öfke duyuyordun bana
bu kadar mı
nefret ettin severken...
bana bağlandıkça
kopup gitmeyi öğrenmişsin
beni bırakırken
içindeki küçük kızı avutmayı
hangi adam öpebildi seni benim kadar
hangisi anlayabildi her sustuğunda
konuşmak istediklerini...
hangisinin koynunda uyanmak daha güzeldi
en soğuk sabahında,
hiçbilmediğimiz bir şehrin...
ayrılık düşüncesi aklında
sımsıkı sarılırken...

ne kadarını yerine koyabileceksin
bunca zaman kaybının
tek başımıza
doldurmaya çalıştıkça
içimizdeki boşlukları
yabancı yüzlere gülümseyerek
ve oynamaya çalışarak
yalandan aşk oyunlarıyla
kaygısını kendi içinde büyütüp
büyüdükçe derininde kaybolduğumuz girdaptı yalnızlık
içimizdeki ateşleri başka gözlerin yaşıyla söndürmeye çalışırken
girdiğimiz günahlar için
hangi tanrı affedecek bizi?

telafisi varmı bunun
kısacık hayatımızın
birbirimizden ayrı geçen günlerin
birbirimizden ayrı yaşadıklarımızın
yalnız gidilen filmlerin,
yalnız yenilen akşam yemeklerinin,
tek başına uyanılan sabahların,
birbirimize söyleyemediğimiz sevda sözlerinin,
belkide en ağırı
çok isteyipte bir türlü
hani keşke şimdiki aklım olsaydı diyerek başlanılan
yaşanılırken anlamını bilemedigimiz
geçmiş zamanların...

ne kadarını telafi edebiliriz bundan sonra
benim ihtiyarlığım,
senin yorgunluğun
birlikteyken ne çabuk tükettik birbirimizi
belki de
daha fazla acı cekmeyelim diye
bırakıp gittiğinde beni
ne kadarını oldurduk
hiç olmaz dediklerimizin...
hayat devam mı ediyor şimdi?
yoksa
daha iyi rol yapmayı mı öğrendik...
her gece uyumadan önce düşlüyordun ya beni,
benden sonra uyumak için
hala izliyormusun
o eski siyah beyaz filmleri...

çocuk kalmayı seçiyorum!

çoktan sabah olmalıydı
geçip gitmeliydi zaman
bunca uğraşla
yorulmalıydı insan
yokluğunda avunmak için bahaneler ararken

kafayı bulup sızmalıydı
ne içecek içki kaldı şişelerde
ne de söyleyecek söz dilimin ucunda
geçen her dakikada silinirken aklımdan
bir yanım nasılda diretiyor
unutmamak için
senle geçen günleri

yüzsüzlüğün lüzümu yok utanmalı
ama neden?
ne kadar erkekçeydi
bir kadın arkasından
ağlamak
susarsam eğer adam mı diyeceklerdi?
parmakla mı gösterilicem?
yalnız ama gururlu...
kalsın!
seninle ve zavallı olmayı seçiyorum
daha zoruna razıyım
tükürdüğümü yalamayı...
ve ağlamayı
bir erkek nasıl ağlıyorsa öyle...
çocuk kalmayı
her dayak yediğinde canı yansada
silip, akan burnunu koluna
kocaman bir gülümseme yüzümde
yinede yapışıp eteğine
ayrılmamayı....

26 Ağustos 2013 Pazartesi

artık melek değilim...

artık melek değilim...
kanatlarımdan vazgectim düşerken dünyaya
gözlerimi açarken ruhumdan
insan olarak doğabilmek için
masumiyetimi yitirdim önce
sonra cesaretimi
kirlendi beyaz giysiler içindeki tenim
sesim kalınlaştı ardından
duyamaz oldum tanrımı
ayırt edemiyordum artık
ne siyahı ve beyazı
gri bir gökyüzü altında yaşamayı öğrendim,
beyaz bulutların üzerinde
süzülüp dururken...
zaman hapishanesine düşmemişken daha
hakkımda asılsız suclamalarda bulunmuyordu kimse
ben yüz kızartıcı suçları üstlendim
kimse önemsemiyordu benden başka yaşamayı
ben ölebilmek için
bu dünyaya geldim...

artık melek değilim...
anne masallarında anlatılan
masum bebek değilim artık
hızlı bir ergenlikten sonra
büyük adam olmayı öğrendim
kadın nedir bilmezken
şehvetten titremeyi
ve yazabilmeyi öğrendim
konuşamazken daha...
susmayı öğrendim..
acı çekmeyi
cennetinden düşmüş tanrının
başka bir meleği severken....
umut etmeyi ve beklemeyi öğrendim
beklemek
gelecek sona katlanabilmek için
bir halta yaramıyorken...
ve isyan etmeyi
kendi seçimlerimin sonuçlarına
katlanamıyorken
ağlamayı öğrendim önce
farkettiğimde ağırlığını pişmanlığın
sonra gülmeyi
kısıtlanmış zamanlarda
dizlerimin üzerinde sürünmeyi öğrendim
unutup süzülmeyi bulutların arasında...
ve düşmeyi
bir daha kalkamamak kesinleşirken...

artık melek değilim
beyaz kanatlardan vazgecerken
güçsüz kollarla hayata tutunmayı öğrendim
geniş zamanda yaşamak varken
geçmiş zamanları hatırlayıp
gelecek zamanları kirletmeyi öğrendim..
unutamamayı
ve anımsamayı
ve korkmayı
vurulup daha derine düşmekten
yaşamak isterken delice
ölmeyi öğrendim
ölmek sıradan günlere paylastırılırken...

günahkar!

bir fırtına kopar önce,
insan yorulup bekler bir köşede
yanıbaşında bir yabancı
eski çağların özlemiyle
adam akıllı bir sevda dilenir farkında olmadan
aklını yitirmiş gibi sanki yıllar önce
mezopatamya'dan bu yana
yerleşememiş hicbir yere
ait olamamış kayıp ruhu girdiği bedenlere
hep bir eksiklik,
kendi boşluğunu içinde doldururken,
daha büyük boşluklar yaratmış...
doymamış bir türlü
bir türlü aklı almamış bu hesap tutmazlığı
çok sevmiş hatta
çok sevilmiş bir zaman
kendi eliyle ittirmiş sunulanı
çok isyankarlıkta bulunmuş
iflah olmamış
bir fırtına kopmuş sonra
tozu dumana katan
kaybolmuş karanlıkta
bir daha eskisi gibi olamamış
çok yorulmuş.
yığılmış bir kuytuya,
son bir sigara yakmış,
katlanılması zor geldikçe
yaşamanın böylesi...
ruhuna kızdıkça
kendi bedenini cezalandırmış...
özlememiş kimseyi
unutuldukça her an
ve beklememiş
beklemekten nasır tutarken elleri
dokunamamış kendine daha fazla
özlerken eski sevgiliyi...
ağlamıyormuş artık
ağlamak,
geri getirmezken bekleneni.
bir sırrın gizemini çözerken,
başka bir sırra kadem basmış.
yalan çıkmış söyledikleri
kabul görmemiş bir türlü
ayıp sanmış
ertelemiş sevda sözlerini
aklı başına geldiginde
zaman akıp kaçmış

bir fırtınaya tutulmuş
atmış kendini kuytu bir köşeye
yanındaki tuhaf yabancı
açılmış pandoranın kutusu
yayılmış her yanına karamsarlık
gün ortasında gölgesiz kalmış..
kimse inanmamış olan bitene
o anlatmaya çalıştıkça
dibe batmış
yanacağını bile bile
en büyük günaha kanmış
öleceğini bile bile
dünyaya gelmeyi göze almış....

23 Ağustos 2013 Cuma

Kadın !

kadın gülümsüyor!
basit bir mutluluk karşısında
açıveriyor kollarını
öpmek istiyor uzanıp
sevdiğinin dudaklarından
ansızın uyanıyor

kadın ağlıyor!
içinde biriktirdiği
yarım kalmışlıkları
daha da derine itiyor
söyleyemediklerini
susuyor
insanlar anlamıyor
nasıl olur da bir kadının
yalnız kalacağını
oysa avuçlarında bir adam eli,
sığıntı gibi yasarken bir hayatı
kadının gözleri dalıyor
bir akşam üstü
mutfağından izlerken
sokağından gelip geçenleri...

kadın anlıyor!
elinden gelen bu kadar
ahh bir de hayallerine söz geçirebilseydi
tutabilseydi içindeki ürkek kız çocugunu
kaçıp gitmesin diye
yabancı adamların peşinden
uyarabilseydi de
ne kadar sözü geçerdi
bir erkegin kadını olduktan sonra
ne kadar ciddiye alınırdı artık
her akşam üstü tv izleyip
yemek yapma sorumluluğunu
iyi bir iş sanarak...

kadın ağlıyordu!
yetmiyordu çünkü ona sunulan
hayat adı altında
seçmemişti ki yaşadığını
babasının en güzel kızı,
annesinin kıyamadığı,
el adamının koynunda
doğuracak cocuklarının anası...

kadın vazgeçiyordu!
önce hayal kurmaktan,
sonra
yaşamaktan...
kendini sevmekten vazgeçiyordu
sonra bakıp güzel olmaktan
öpmekten vazgeçiyordu
öpüldüğünde hissettiği,
kalp çarpıntısından...
böyle bir dünyaya uyanmaktan korkuyordu her sabah
gecesinde teslim olmaktan
sevmekten vazgeçiyordu kadın
kapanmıyordu yaraları
üstün körü yapılan pansumanlardan
bırakıyordu sonra
evinin tozunu alıyor
yemeklerini yapıyor
çamaşırlarını yıkıyor
ve çocuklarını doğuruyordu adamın
başka birşey gelmiyordu elinden
her sabah yeniden kalkıp yatağından
yaşamaya çabalıyor...
yaşamak başka birşeydi artık
ağır geliyordu farkına varmak,
çok istedikleriyle
elde edemedikleri arasında sıkışıp kalmak...

benimle yan !

şehvetle yanıyorken,
günahkar çocuklarıydık biz tanrının.
yüzsüzlük edip kovulmuş cennetinden
çokça ihmal edilmiş
ama bu ihmalkarlıktan şikayeti olmayan
gönüllü bir teslim oluşun ardından
alacağı cezalara aldırmayan
hayatı parmak uclarında yaşayan
aciz ruhlardık biz...
elimizde ne varsa sonuna kadar kullanan
bir kalem, yazılası bir ten
bir sevişmeden arda kalan
buğulu kelimelerdi
ne güzel bir kadındın sen
ve ben ne mutlu bir erkek
çarpıntısında bir kalbin
indirip yelkenlerini
kendini kayalıklara bırakan bir tekne gibi
kırılganlığımdan korkmuyorum
tek korkum
kırıldıktan sonra bir daha asla
açılamamak derinlerine eskisi gibi
kaybolamamak maviliğinde
gri sisli bir dünyada uyanmak
sanki çok rüyadan
mutlu uyanabiliyormuş gibi

senin koynunda uyanılan sabahları
kokun üzerimde çıkılan sokakları
göze almak tek başına yürümeyi...
öp beni şimdi
inkar et tüm seviştigin erkekleri
beni hatırla
sil geçmişte teninde bırakılan izleri
şimdi benimle yan
küllerinden doğan
bir anka kuşu gibi....

22 Ağustos 2013 Perşembe

anahtarı içinde kırılmış bir kilit gibiydi kalbim...

bir nikah törenine şahitlik ederken yakaladım kendimi
iyi günde ve kötü günde
ölüm bizi ayırıncaya dek...
bir suçüstü baskını gibi...
bütün suçlamalar aleyhimde haklı çıkarılacak..
bir mutluluğa şahit yazıldım
bir kaç mutsuzluk yok sayılacak...

vatani görevini yapmakla yükümlü,
ama ait olduğu vatanın hangisi olduğuna
henüz karar vermemiş bir genc gibi hissettim kendimi
kalbi isyan edip dağa çıkmış
aklı kabullenip olan biteni
o dağları korumak için
and içmiş...

kızgın bir anında küfre yeltenmiş
soğuduğunda içindeki demirler
tövbe etmiş
bir faniydim yıllar önce
tanrısı tarafından kendi haline bırakılmış
çoktan seçmeli her dersten muaf
zorunlulukları asgari düzeyde
suç işlesem cezai ehliyetim yok
en sıkısı yaşadıklarımdan
yüz kızartıcı suçlar kapsamında
kınama cazasına çarptırılmış
uzun süredir dokunmadığı için kimseye
zararsız ilan edilmiş
kendi kendime konuşurken yakaladım,
beni!
sanki kendi kendine susmak
daha az tuhafmış gibi....

çok korunmalı bir cinsel ilişki sonrası,
az korunmalı ne kadar tehlikeliyse artık,
bulaşacak hastalık hangisi kanıma?
ölmek,
zamanı sabitlenecekse bir takvim yaprağına
sabitlenmememiş olması daha mı güzel sanki?
gecenin sabahında uyanamamak düşüncesi
aklına düşmezse eğer
sanki hiç ölmeyecekmişsin gibi...

bitirilmeye değer diyordu şair
aşk,
en güzel yerinde yaşanıyorsa eğer...
ya bitirilmeyip buzlukta saklanan
yarı donmuş yaşamlar...
hangi yokluk zamanında çözülüp buzları
yenecek birer birer....
suyun altınamı tutmalı önce
yoksa direk ateşemi vermeli
zamanında kaybetmekten korktuğun için
almayı ertelediğin risklerin
daha güçsüzken
ve ağlıyorken yüzleşmesi...

anahtarı içinde kırılmış bir kilit gibiydi kalbim...
ne yedek anahtar işe yarıyordu
ne de yeni bir çilingir
zarar vermeden açılabilmesi için...
asla eskisi gibi kalamayacaktım
belkide bu yüzden
ne zaman kapalı bir kapı görsem
tuhaf bir burukluk
o kapının ardında ne varsa artık hepsi
başka bir hayata kilitli
yeni hayatlar hep biraz
eskilerinde bozma
biraz hasarlı biraz eski
biraz yorgun biraz ürkek
elinde anahtarı tutan her kadına karşı
biraz daha mesafeli....

21 Ağustos 2013 Çarşamba

son dilek hakkım...

çoktan kaçırmıştım,
köprüden önce son çıkışı...
içimdeki bu suçluluk kime karşı?
insan kendini mahküm edebilirmi
beni yargılamana izin vermek,
beni terketmene,
içimi rahatlatabilir mi?
zafer kazanmış bir kumandan gibi
fethederken tek tek tüm camdan kalelerini
nasılda kapılmıştım hırsımın şehvetine
oysa kime karşı savaşıyordum
dudaklarımın kenarından süzülürken salyalarım
aç bir hayvan gibi,
kime saldırıyordum?
evet kazandım ben hakettim bunu !
ruhunu avuçlarımın arasına alıp
kör bir münafık gibi
yerine koyarken kendimi
tanrımın yerine
neyi yaratma cürretindeydim?
daha 'ben' bile olamıyorken...
nasıl tutabilirdim seni?
karşılık bile vermiyorken
tüm saldırılarıma...

şimdi bitti işte
ne hevesi kaldı nede şehveti.
hiç bitmeyecek gibi,
sonrası yokmuş gibi,
yaşarken koynunda en koyusundan geceleri
bitti işte.
emekli olmuş bir savaş gazisi gibi,
içki sofralarında hatırlarken
miş'li geçmiş zaman zaferlerini
sıyrılıp süslü üniformalarından
tek başına huysuz bir ihtiyara dönmek gibi...

şimdi senin için yazıyorum bunları
senin için buradayım...
sen nasıl yanıyordun ya bir sözüm için
gecenin bir yarısı
soluğumu hissetmek için
dudaklarının arasında
nasılda ağlıyordun
bunu az önce farkettim...
benim zafer sandığım,
senin gönüllü teslimiyetinden başka birşey değilmiş..
benim kazandım diyerek sarhoş olduğum
senin en içten halinle fethedilişinmiş...
benim için yanıyordun zaten sen,
ben ise yakmak için
türlü bahaneler ararken...

öperken güzel dudaklarını
ellerinin arasındayken huysuz aklım
paylaşırken yatağını hayallerini
bu kadar içindeyken
nasıl da göremiyordum
nasıl da uzaktan bakıyor
anlayamıyordum
kalbime dokunurken
ruhuma dokunurken
yeniden şekil verirken içimdeki varlığa
hayatımı değiştirirken
bağlarken beni
hayalini bile kuramayağım kadar güzel bir hayata
öyle sarhoştum ki zaferlerimle
çok geç anladım
nasıl alıştığımı kokuna
tenine
varlığına...
hoşçakal sevgilim...arkadaşım...tek istediğim...

bir rüyadan uyanmak gibiydi
hiç bilmediğin bir şehirde
bilmediğin insanlar arasında...
giderken hayallerimi aldın,
amaçlarımı,
yaşama dair tutkularımı...
ruhumu bıraktın,
artık hangi bedene bile ait olduğunu bilemeyen...

bundan sonra bizi hatırla,
yaptıklarımızı.
seni gördüm,
ağlarken, gülerken, eğlenirken bir akşam üstü
ve karartıp bakışlarını
düşüncelere dalarken...
seni uyurken izlemek,
tüm mukafatlardan daha güzeldi.
gecenin bir yarısı,
yaslayıp başımı göğsüne
kalbinin çarpmasını dinlemek,
en güzeliydi duyduğum seslerin...
ellerini yüzümde gözlerimde hissetmek
en inanılmazıydı hayallerimin...
korkularını bilmek,
beklentilerini,
şüphelerini ve güçsüzlüklerini görebilmek...
ama mutluyduk biz
kısa bir süre için bile olsa
aynı rüyayı görebilmiştik...
seni seviyorum...

benim için sadece sen varsın...
hala ellerini tutuyorum uyumadan önce
hala başımı yasladığım sırt seninki her gece
şimdi gelip önünde diz çökmek
senden yeni bir sevda dilenmek bir işe yarasa
bir daha ayağa kalkmam
şimdi öpüp avuçlarından
son bir şans istesem,
yapamam...
son dilek hakkımı
mutluğun için kullanıyorum
her nerde ve kimle istersen...
hoşçakal sevgilim
hoşçakal arkadaşım...
bunları bana yaşattığın için
teşekkür ederim...

umutsuzluk...

sığınacak bir yer yok
ortasında bir fırtınanın
çaresizlikler üstüne gelirken
korkunun faydası yok
bu sahadan yenik ayrılmak
bir rövanşı yok
kabullenmek efendilikse
isyankar bir kölelik daha iyi değil mi?
çok ağlarsan
çok bağırırsan eğer
geri mi verilecek
çok istediklerin?
birlikte yaşanabilecek güzel günlerin hayali
ne zaman çıkıp gidecek aklımdan?
ne zaman eskisi gibi olup
alışabileceğim sıradan günlere
bir yolu yokmu bunun
hiç bilmeseydim mesela
ya da unutabilseydim
her gece alkolle uyuşturup aklımı
sarhoş olmadan uyuyabilseydim

sığınacak bir yer yok
ölümcül bir hastalığın pençesinde
ötenazi hakkımı benden saklı tutuyorlar
atları bile vurmuyorlarmı
bir daha ayağa kalkamayacaksa eğer
bu sürüngenlik bana göre değil...
bitmedi mi söyleyeceklerim?
kimlerin sofrasına meze oluyorum okundukça
kimlerin hislerini anlatıyorum
kaç insan tatmin ediyor kendini
paylaştıkça sözlerimi
katlanılır görüyor bu hayatı

sığınacak bir yer yok
kaybolmuş ruhların tesellisi bunlar
mutlu insanların aramızda yeri yok
sevda ucuz amerikan filmlerinde kaldı artık
türkçe dublajlı yalanlara karnımız tok
en sakinimiz umudunu hala koruyabilen
umutsuzlarımızın dilinde küfürler
inkar kime,
inkar neyi?
en sorumsuzu dağ başında çoban,
biz çoktan geçtik
bile bile üstelik
çizgileri
geri dönüşü olmayan ...

sığınacak bir yer yok
bağımlılıklar uyduruyoruz kendimize
hayatta kalabilmek için
yaşamak diyoruz adına bunun
yaşamak,
her sabah uyandığımızda biraz daha çirkin...
çok güveniyor kendimize
büyük oynuyoruz
oynamak,
elde avuçta ne varsa
inanmadan kazanacağımza...
umutsuzluk bulaştırıyoruz en yakınımıza sokulana

karanlık büyüyor
farkı kalmıyor gözlerini yummakla,
acıtırcasına gözbebeklerini açmak arasında
çok üzgünüz belki de
anlamasın diye başka hiçkimse
gülümserken tanıdık yüzlere
iyi oyuncular olup çıkıyoruz işin içinden
bu sahne
bu dekor
bu figüranlar arasında
gerektiği kadarını yaşayıp
çekildiğimizde kendi içimize
kendimize ağlıyoruz
imlası bozuk bir türkçe'yle
itirafa soyunurken çılgınca bir suskunluğu
soğuk bir yatakta uyumaya çalışmak gibi
ağustos sıcağında
bir yanım alev alev
diğer yanım buz tutmuş
dudaklarım titrerken
öpmeye çalışmak
alışmak:
çok mutluymuş gibi oturup bir nikah masasına
hayatını takas etmeye çalışmak
bir yabancıyla...
çok mutluymuş gibi,
fotoğraflarda yer tutmak...

20 Ağustos 2013 Salı

cevapsız çağrılar !

bir sabahın oluşu gibi
bakışlarının düştüğü yerde olmak
özlenmeyi bilmek senin tarafından
istenmek
susmaya çalışırken tutamamak kendini
berbat etmek bir çuval inciri
yüzsüzlük edip
utanmadan istemek
vaat edilen sen değildin belki
feragat edip hakkımdan
sana hazırlanmak
boyun eğmek bu yıkıma
gönüllü bir esareti seçmek
sonsuz bir özgürlük yerine
senin olmak
var olduğun için hangi tanrıya şükretmeli
var olduğun için bu yaşamak denen oyun
daha katlanılır
ne zaman bırakıp gitmek istesem
sesin düşer aklıma
kal dediğin her an yeniden bağlanır
unuturum tüm karamsarlıkları
yeniden başlarım türküme
sanki hiç susmamışım gibi
kal dediğin her an
yeni bir çiçek açar kurumuş çoraklığımda
solmasın diye her sabah ben ağlarım...
seninle sevişmek böyle birşey
bitti dediğim her anda
küllerimden doğar
daha güçlü ayağa kalkarım
sana soyunur bu beden
senden başka hicbir kadına
böylesine büyük bir ateşle yanamam
senden sonra hiçbir kadına
bu kadar kolay teslim olamam..

Ne zaman kazandık ki biz?

zamanla
geçiyormu?
az önce öpülmüş dudaklarının ıslaklığı?
kalbin deli gibi çarparken
unutuluyor mu kulaklarındaki o uğuldama
öğreniyor mu insan yaşamayı
herşeye rağmen
yenilmiş bir kalple
arkasına bakmadan yürümeyi?

zamanla

inkar edilebiliyor mu
inandığımız?
dimdik ayakta yaşarken bir ömrü
saygıdan değil
zavallılıktan karşısında diz çöküp
uysal bir kölelikle
inkarlarımız
en büyük sözlerimizi
kelime oyunlarına sığınıp
saklandığımız...
görünmez olunabiliyor mu?

zamanla...

unutabiliyor mu insan
bütün yol boyunca
elinde tuttuğu eli terleyen
bir otobüs yolculuğunda
omzu uyuşsada başının altında
o saçlarının kokusu yok mu
işte o koku
sabah uyandığında
yanındaki yastığa sinen
o koku
uçup gidiyor mu?

zamanla...

bir kadeh rakı
bir kaç satır mısra
belki de unutulacak ayıldıktan sonra
bir hayale kapılmak
olmayacak belki
insan kanmayacak
ama yaşanmışlık içinde
o eskimiş an'lar için
yenilerine surat asıp
nankör bir köpek gibi
hep mutsuz
hep hırlayarak bakmak hayata
geçer mi bu öfke?
sakinleşir mi insan
zamanla....

o tutkusu dokunuşların
etin ete değmesi
ışık bile utanır
giremez araya
soğuk tutuşur
alevleri sararken bedeni
o kadar yoksul
bir o kadar zengin bir sevişme anı
düştüğünde aklına
aylar geçsede aradan
tahrik olmaz mı artık insan
etkisi geçer mi bunun
zamanla...

düşünmekten yorgun düşer
duası yetmez kaderine
uyanası gelmez
bir zamanlar sığamadığın
şimdi ise bir türlü dolduramadığın
o yatakta
yapayalnız ve kederli
kaybolan yıllardan arta kalan
şerefli bir yenilgi
ne zaman kazandık ki biz?
şimdi bırakıp kendimizi zamanın nadasına
herşey düzelecek diye
umut sarıyoruz kırıklarımıza
zamanla....

19 Ağustos 2013 Pazartesi

sevda bunun neresinde?

sersefil bir sensizligin ortasında
beklemek
gelebilme ihtimallerini hesaplayıp
gelmeme ihtimallerinden cıkarmak
umut böyle birsey
eksilsede hayatından her yeni gün
buna degerdi diyebilmek...

silip yeni bastan
yazabilirmisin bunca yıldan sonra
gördüklerini
ardında bir iz bırkabilirmisin
yoksa
önemi yokmu bunların
sensiz bir hayata,
yinede beni bağlayabilrmisin..
yalnız kaldığın içinmi öpmek istyorsun şimdi
çaresiz kaldığın için mi
teninin ateşini tenimde soğutuyorsun
benden baska
bir erkek daha girseydi hayatına
yine özlermiydin beni?
benden sonra
bir adam daha
tatmin etseydi benim kadar seni
simdi benim icin yanarmıydın?
sevda bunun neresinde?
şehvetini dindirecek bir heyecan olsaydı elinde
yıllar sonra hatırlarmıydın beni?

18 Ağustos 2013 Pazar

cevapsız sorular...

söylenemeyecek sözün,
ne anlamı var?
yaşanamayacak anın güzelliği,
bilinse neye yarar?
sonrası olmayan birlikteliğin,
yalnızlıktan ne farkı var?
bir fahişe gibi kadının koynunda,
erkek olsan neye yarar?
söndürüp ateşini teninde,
ertesi sabah yalnız uyanmışsın,
hayatına ne kadar mutluluk katar?
çok içip sarhoş olmakla,
sensiz br ayıklık arasında,
ne fark var?
isteyipte söyleyemedikten sonra,
sevgi sözcükleri neye yarar?
çok başarlı olmak,
sensiz bir başarılıksızlık karşısında,
hayatıma ne kadar anlam katar?
koynunda yaşanacak bir kaç gece,
senden uzakta bir ömrü yaşamayı,
ne kadar katlanılır kılar?
gölgende soluklanmaktansa,
ateşinde yanmak düşünceleri arasında,
hangisi daha karamsar?
istediğim sensin,
yaşadığım başkası...
bir akıl,
nasıl böyle bir inkara kanar?
elimin tersiyle dokunsam,
ne kadar düzelir bu kırışıklıklar?
hepsini inkar etsem,
bu inanç,
hangi cehaleti boğar?
'seni seviyorum'
sana karşı işlediğim,
kaç günahı boğar?
'seni özlüyorum'
bu özlemek,
sensiz kaç sabahta daha,
uyanmayı mümkün kılar...

beklemek

beklemek...
01:23
bir şarkı seçmek listeden
sonra beklemek
durup durup telefonu kontrol etmek
hatta sesini iyice açmak
olur ya duymam diye...

01:25
bir sigara daha yakmak
açıp bir sayfa yeniden
yazmaya çalışmak...
yüzüne bakarken söylemek,
bu kadar kolay olmazdı biliyorum

01:26
kalkıp kitaplarımı düzelttim...
yerdeki cd'leri kaldırıp
masamın üzerindekileri topladım
yine ekranın karşısına oturdum
ama gözümün ucu hep telefonda...

01:28
telefon hatlarında sorun olmalı
sana attığım mesaj için
iletildi raporu gelmedi
yeniden gönderdim
uyuyormusun?
çok mu yoruldun bugün...

01:30
dayanamadım aradım
kapalı telefonun...
yoksa çekmiyor mu
neredesin ki?

01:32
yaparken
elime yüzüme bulaştırdığım plan gibisin
herşey hazır kaybetmek için gereken
buluşmak için günleri sayarken
hiç mi umut taşıyamaz insan
işler yolunda gidecek diye
hep bir huzursuzluk
ha bozuldu ha bozulacak
tek bir yanlış kelime söylesem
tek bir yanlış düşünceye kapılsam
yıkılacak dünyamın ayakta duran surları
altından kalkamayıp
dizlerimin üzerine düşücem...

01:35
başka bir şarkı daha çalmasın diye
listemdeki diğer bütün şarkıları sildim
içimdeki yangına yağan yağmur gibi
duyduğum bu müzik,
bu sözler...

01:36
doğum öncesi
kasıklarındaki ağrıya dayanamayıp ağlayan
kadın gibiyim
ne azalıyor ne geçiyor
nefes alıp vermek bir halta yaramıyor
zaman inadına yavaşlamış
karnım burnumda
ölü bir bebek doğurmaktan korkuyorum
ölesiye...

01:38
pan'ın labirentinde kayboldum
kendi aklımın dehlizlerinde
tuhaf yaratıklar geziyor
odamın içinde
mavi televizyon ışığında
hayaller görüyorum
görmezden gelip yoklarmış gibi
seni bekliyorum...

01:39
bir sigara daha
bir şişe daha alkol
resimlerine bakıyorum durup durup
teninin kıvrımlarını hatırlamaya çalışıyorum
ve kızıyorum aklıma
hatırlayacak kadar
genç kalamadığım için...

01:41
beklemek
sönmek üzere bir ateşin başında
sıcak küllere ellerimi uzatıp
ısınmaya çalışmak
alışmak
yaşamaya
başka dilek hakkı yok
bu masal beklenildiği üzere
mutlulukla sonlanmayacak...

01:42
ayılmak
kimin buna ihtiyacı varki
bu saatten sonra?
beklentilerimle bıraksın beni hayat
umut vaat etmesin
ben kendi umutlarımı bulurum
mutlu etmesin beni
ben kendi hüznümle mutluyum...
seni sarmasın başıma
sensiz de yeterince
bomboşum...

01:44
iplerinden kurtulmuş
ama bağlanmadan bir yere
ayakta durmayı unutmuş
bir kukla gibiyim...
hapsolduğu kafesten kaçma hayalleri kurmuş
ama kafesinden çıktığı gün gelene kadar
çoktan uçmayı unutmuş
çelimsiz kanatlarıyla bir kuş
yem olacak düştüğü yerde
ama ne mutlu
esaretten kurtulmuş...

01:47
hala yoksun
çok mu meşgulsun?
yoksa çoktan uyudun mu
çıkarıp aklından beni
ne zaman alacaksın geri?
kaç 47 dakika?
kac saat?
kaç gün...
her saniye aklımda
beklemek
yorgun düşüp
avuçlarının arasında bir telefonla
uyuya kalmak
olurda ararsın
olurda duymam diye
sesini açmak...
beklemek
sensiz bir hayata katlanmak yerine
ararsın umutlarını ekmek aklıma
ve beklemek
geri gelsen bile
gideceğini bilerek...

cennet !

açılınca pandoranın kutusu
bir bilinmezlik yayıldı yeryüzüne
herkes suskun ürkek bekledi
payına düşeni
en çok korkan
çaresiz kaldı
en cesur olan
ışığı gördü
inanan mutlu olurken
en korkağı kendini içine kapattı
arkasını dönüp kaçarken...
insan inkar etti önce
sonra kabullendi
hayat akışına devam ederken
bize sadece yaşamak kaldı
yaşanılan her gün
biraz daha bizi bizden alırken...
ölmek sıradan günlere paylastırılırken
erteledik aklımızdakileri
bir gün karar verdik yaşamaya
ama o gün
yaşamak icin öyle geçti ki..
geçti sonra,
insan anlamadı bile
cennet vaatlerine kapılırken
elindeki cennetlerden vazgeçti...

17 Ağustos 2013 Cumartesi

hayat kırıntısı

karanlık suda taş sektirmeye çalışan
çocuk gibiyim
çarpma seslerini hesaplıyorum
durup bir trafik lambası dibinde
ikaz sesini bekleyen kör gibi
-şimdi karşıya geçebilirsiniz...
önümden geçip giden motor seslerinin azalmasını beklerken
koluma giren bir yabancı
-şimdi güvendesiniz...

yenimi uyanıyordum uykumdan
bu mahmurluk
bu kafa karışması
hangi zaman diliminden alıntılanmıştım
lise ikinci sınıf tarih kitabında
iki buçuk sayfa toplamında anlatılan
hani şu okul bitince unutulacak derslerden olur ya
kimisi sınav ertesinde unutulanlardan

tehlike anında camı kırınız'larla büyütülmüş
ve hep bir tehlikenin eşiğindeymiş gibi
tetikte geçmiş
sıyrılıp bu eziklikten
ağzını açıp konuşamamış
belkide bu yüzden hep fırsatlar kaçtıktan sonra
farkedip
yeni kayıplar karşısında ürkmüş
sebat etmiş
ne zaman başını kaldıracak olsa
daha sert bir tokatla yanakları kızarmış bir çocuklukla
geçti çağlarımız
bu yüzdendir şimdi
sivrilmesin diye dillerimiz
olur olmaz herşeye susmalarımız...

kasıtlı yapmıyordum oysa
hayat zorluyordu beni durmadan
kimleri yormadıki şimdi
beni yoruyor diye yakınmalarım
kırılan kadeh seslerini meze yaparken çaresizliğime
bir insan hayatına kaç mucize sığdırılabilirdi ki?
ve bu insanın ben olabilme ihtimali
binde kaçtı ki?
nasılda tozlanıyor rafları
üzerinde anıların saklandığı
geri dönmemek ayıpmıydı?
hatırlamamak?
bir insan hayatında kaç geçmişi gömerek saklayabilirdi ki?
yüzü boyalı bir palyaço edasıyla gülümserken
yüzündeki boyaları akmaya başlamadan
ne kadar ağlayabilirdi ki insan?
kısmende olsa haklıydım aslında
baktığım yerden doğruydu
kafamı çevirmek aklıma bile gelmemişti
soğuk esprilerine maruz bırakılmış kaderin
olur olmaz herşeye gülümserken
bu oyunculuksa eğer
kim verecek başarı ödüllerimizi
ve neye göre değerlendirelecek?
ne kadarını oldurabiliyoruz hayal ettiklerimizin?
ya olduramadıklarımız?
kaç satıra saklayabilrsin ki?

pazarlık!

meyhane şarkıları dinliyorum
sulu arabesk tarzından
kasıt aramıyorum tanrının oyununda
hala o kadar önemli bir kulu değilim
kırmızı bir kalemle ismim çizilmemiş
doğmamış aşklara isimsiz mektuplarda yazmıyorum artık
yada bilindik numaralara cevapsız çağrılar
bir gün daha gececek ardından
cevapsız kalan çağrılar eskiyecek
can atilla çalacak ezgilerini
boğazdan başka bir yolcu gemisi geçip
başka hayallere demir atacak
başka sevgililer el ele tutusup baska hayallere yol alacak
belki o günkü kadar güzel olmayacak ama
yinede güzel bir gün daha yaşanacak
istanbul sahilinde
büyülü bir günün ardından
başka sevgililerde öpüşecek bizim gibi
belki o kadar özel olmayacak ama
yeni bir aşka daha gebe kalacak bu şehir
zamansız sancılar arasında
erken doğumlarla sarsılıp
başka hayatlara düşecek yıldırım gibi
tutulacak bir kız çocuğu başka bir erkek çocuğuna
masal mı gerçek mi
yazılacak mı böyle bir aşk
tarih bunuda kayıt edecek mi
izi kalacakmı yeni sözlerin
başka şair tarafından yazılınca
yoksa karışıp tozlu sayfalar arasına
yaşanmıslıkla yetinecekmi insan
seçecekmi adam o zaman
huzurlu bir aşkı
huzursuz bir yalnızlığa tercih edip
elinde sımsıkı tuttuğu o küçük kız çocuğu elini
öpüp koklayıp
şükredecekmi tanrısına
yoksa satıp ruhunu şeytana
acılı bir ölüm karşılığında
sığınacak mı
sonu belirsiz yarınların koynuna?

sarsıntı!

kabus değildi bu
önce derinden bir uğultu başladı
sonra gökgürültüsü gibi
yatağım duvara çarpıyordu
belki de duvar yatağıma,
emin değildim
uyanmaya zorladım kendimi
uyanıktım
tavandan boya parçaları dökülüyordu yüzüme
her yer karanlık
doğrulup ayağa kalkmak istedim
basacağım yer sanki titriyordu
dizlerim gibi
arabaların alarmaları ötüyordu deli gibi
çığlıklar geliyordu merdiven boşluklarından
çocuk sesleri
yerdeydim
ellerimden destek alıp doğruldum
sarhoş değildim ilk defa belki de
ama yinede ayakta duramıyordum
adım atmaya çalıştıkça
yerleri değişiyordu eşyaların
sanki görünmez bir el
yeniden dekore ediyordu odamı
eşiğine kadar geldim
ve başımı dizlerimin arasına
sadece bu uğultu bitsin istedim
ellerimle kulaklarımı kapatıp
sadece dursun bu sarsıntı
sırtımı dayadığım duvar
dövüyordu adeta bedenimi
sonra sadece alarm sesleri kaldı gecenin boşluğunda
toz zerreleri havada uçuşurken
düşebilme ihtimali olan ne varsa yerdeydi
cam kırıkları
ayaklarımı keserken
umursamadan pencereye yaklaştım
insanlar koşuşuyordu sokaklarda
gecenin bilmem kaçı
karşımızdaki binanın olması gereken yerde
bir toz bulutu yükseliyordu
bazı geceler kaçamak bakışlar attığım o altınca kat
yoktu artık
kucağında bebeğiyle bir kadın
kaldırım taşına oturmuş ağlıyordu
bir babanın iki eline sarılmış üç çocuğu
uykudan uyanmamışlar hala belli
adam çaresiz
yanından geçenlerden yardım isterken
ne bırakıp gidebiliyordu çocukları
ne de yerinde durup bekleyebiliyor...

anlamıştım..
bir afet ne kadar anlaşılabilirse
işte o kadar anlamıştım
binlerce insanın canı yanmıştı o gece
milyonlarca insanın hayatına derin bir kesik atılmıştı
hiçbirşey eskisi gibi olamazdı artık
o an'ı yaşasın yaşamasın,
herkesin içine düşmüştü ateş
yıllar geçse bile
kor'u hep canlı kalacak...

14 Ağustos 2013 Çarşamba

beklerken...

içimde bir çocuk çığlık çığlığa
erkekler ağlamaz
sustur içimdeki bu sesi
bırak akışına
her zaman istediğin
istediğin zaman olmaz
karışır aklın
çok cevap bulursun ama
tek bir soruya takılırsın
nasıl oluyorda oluyor işte
insan
bir kaç kelimenin ardına saklayabiliyor
tüm ızdıraplarını
çok bekliyor bekli
gelmiyor beklediği
sonra dönüyor türküsüne
bir arada tutmaya çalışırken aklını
en ummadığı yerden alıyor
en ölümcül yarasını
sonra acınmaz ya iyileşmek elinde olan insana
istemiyor insan
ne iyileşmeyi nede
bir yabanacının ona acımasını
sil baştan
başlamak istiyor bazen
duymak istediklerini duyamadıkça
susmayı öğreniyor
çünkü konuşmak günah
çünkü yazmak yasak
yazmıyor insan
boğazına düğümleniyor söyleyemedikleri
en derinine gömüyor
ve yaşamayı öğreniyor insan
dizlerinin üzerine düşüp
yeniden doğrulmayı
yediği her tokatla
her şeyi unutmayı
sevmeyi öğreniyor insan
herşeye rağmen
ve bir daha unutmuyor
bu yüzden belki de
hep bir umut karanlığında
ne zaman vazgeçse dürtüyor onu
hadi diyor
her kapanan kapı bir başkasını açıyor
yoksa yaşayamazdı insan
bu kadar hayal kırığıyla
yeniden başlayamazdı türküsüne
bıraktığı yerden
yeniden başlayamazdı mücadelesine
hic tatmasaydı sevgi denen illeti
belki de bu yüzden
insan önce sevmeyi öğreniyor
annesinden....