25 Ekim 2015 Pazar

unutma...

yalanlarını öldürdükçe içimde,
yenilerini söyledin durmadan...
ben inanmak istedikçe,
sen sessiz kaldın,
benim kırıldığıma aldırmadan...

şimdi ellerine batıyor bana dokundukça,
kırıklarım,
yine beni suçluyorsun ya,
buna da eyvallah!

bu kadar yormuş olmasaydın
belki kabul edebilirdim
ama öyle acımasızsın ki
gömdüğün yetmiyor sana
çıkarıp mezarımdan
ırzıma geçiyorsun sanki...

tutarsızlıkların canımı yakıyor.
ne beni istediğinden emin olabiliyorum,
ne de istemediğinden.
aklına geldikçe özlüyorsun,
işine gelmeyince,
dalıyorsun kendi dünyana,
sanki benim dünyam,
sikinde bile değilmiş gibi!

nasıl da insan avutuyor kendini
sevilmek tutkusuyla
inanıyor ya her yalana
her yalan
kayboluşu ruhun
teslimiyet,
senden çok kimi istedim ki?

git!
seviş istediğin adamla...
zevkin tadına var,
gecenin koynuna bırak kendini,
zaten istediğin,
bu değil mi?

kendine oynuyor insan,
sen suretine bürünüyor yalnızlık,
yokluğunda susmak erdem,
konuşsam,
içime kanar,
kimse bilmez,
kapanmayan yaram...

ne çok çaresizlik söndürdük kültabaklarında
senin ayakların üşürdü
benim içim..
başka bir adamın karnına dayadın ayaklarını,
ben şiir yazdım

benim içim ısınmadı,
senin ayakların...
iki yalnız uyuduk diğer yarısı boş yataklarda.
kimse dolduramadı,
kıvrılıp yatanlardan başka...

ne söz yetti anlatmaya,
ne susmak...
uyusak geçerdi belki,
kesin geçerdi...
geçmesini kim istiyor ki?

uyu şimdi!
aklımda başka kadın elleri,
uyanılacak başka bedenler,
kurulacak hayallerim var...
sen uyu şimdi!

özgürsün artık...
dilediğince seviş,
dilediğince tatmin et kendini...
doymazsan,
belki işine yararım biraz,
unutma beni...

23 Ekim 2015 Cuma

med-cezir...

kusasım geliyor, 
içime sindiremediklerimi...
geçer saniyorsun zamanla,
geçerli bir nedeni olmadan,
mantığına sığmadan,
kabul ediyorsun,
geçmiyor...
erteliyorsun...
 
suskunları mazeret kabul etmeye başladığımızdan beri,
her halini kabul ediyorduk yalnızlığın.
bize dokunmadığı sürece...
şaşırıp durması gereken yeri,
ileri mi gittik?
çok mu fazla hayal ettik,
haddimize düşmeyenleri?
 
gülsen iyisin sanıyorlar,
ağlasan,
yaklasmıyor kimse...
konuştuğunda dinlemeyenler,
sustuğunda,
üstüne alınmıyorlar...
 
ne bekliyoruz ki?
mutluluk tekelinde birilerinin,
birilerinin sofrasında meze olmak,
kesiyormu açlığımızı?
başka hayatların figüranı olmak..
 
elimi kolumu bağlayıp bırakıyorsun beni.
dilim konuşsa canımız yanacak.
susuyorum.
sustuğum yerler,
seni anlamaya uzak...
 
prosedürlere mi baglandı yaşamak,
karneyle mi dagıtılacak mutluluk?
tenine dokunma isteği,
kaç gece birikirse,
gercek sayılacak?
 
sevmek tedavülümden kaldırıldı.
anlık heyecanlarımın kalbine etkisi,
beni daha iyi bir aşık mı yapacak?
gittiğim zaman,
değecek mi?
ben'le gecirdigin anların toplamı,
bensiz yaşayacağın,
hayatın tamamına?
 
kabul etmediğin,
yok dediğin her an,
kırıyor seni...
bana teslim olmak,
bu kadar mı yoruyor?
bu kadar mı,
zorluyor?
hala düşünüyorsun beni..
 
bıçak sırtında yaşıyoruz.
kesiliyoruz,
ayrıldığımız yerde,
birbirimizi ararken,
susuyoruz...
susmak,
bir halta yaramıyorken... 

21 Ekim 2015 Çarşamba

herşey dahil!

anlamsızca bir masturbasyon çabası...
boşaldığım yerleri doldurabilir misin?
içimden attıklarımın yerine,
daha iyisini koyabilir misin?

kimi tatmin ediyoruz?
zevk alan kim bu sevişmeden?
her titremenin ardından,
üşümek akıyorsa damarlarımızda,
kimi aldatıyoruz?
aklımızda ki dokunamayacağımız,
sevgiliden başka...

doymuyoruz!
iliklerine kadar sömürüyoruz elimizdekinin.
mutluluk bize göre olmadı hiçbir zaman,
şimdi mutsusuz diye,
kimi kandırıyoruz?

başkalarının acılarına,
çaresizliklerine bakarken,
zevk almamız bundan.
dışında tutmak kendimizi,
sahici karamsarlıklardan.
anlıyormuş gibi yapmak,
bakışlarını eğip önüne,
oynamak,
've bende seni seviyorum!' demek,
dahil mi sevdaya?
aşkın açık büfesi,
doyurabilir mi şehvetimizi?
tüketirken kendini,
ve seni en çok mutlu edeni...

yoruldum sevgili...
artık ben konuşmadan,
anla beni...

kangren...

bir kalabalığın arasına karışıyorum.
imlası bozuk Türkçe'siyle küfürler ediyor insanlar.
flu görüntüler akıyor gözlerimden,
anlam veremiyorum bu karmaşaya.
bu koşuşturma,
bu yalnızlık çabası,
sanki bunalmışlar sevilmekten,
diretiyor insanlar anlaşılmamakta.
ellerindeki akıllı telefonlara sarılmışlar,
sanki sevgiliye sarılır gibi,
hangi sevgilinin şarjı,
o kadar çabuk biter ki?

keskin zekasıyla bir kız çocuğu,
bunalmış,
yorulmuş,
gözlerinde uyku birikintileri,
bitse de gitsek diyor annesine,
annesinin aklı,
sıkışıp kalmış,
gittiği yer ile,
gitmek istediği arasında...
hangimiz gidebiliyordu?
haritanın okunmayan yerlerine?
yoksa katlayıp kağıt parçasını,
kaldırıp koyuyormuyduk her defasında,
torpidonun açılınca ışığı yanan,
kapanınca söndüğünü bilmiyormuşuz gibi
en soğuk köşesine...

size ve sevdiklerinize...
slogan cümlelere sığınıp,
saklanıyoruz söylemek istediklerimizden.
daha az ipucu kalsın diye,
eldivenle gezen güneşli havalarda,
insanlara bakarken garipseyen gözlerle,
sanki daha az garipmiş gibi,
anlamazdan gelmeye çalışmak,
sanki bu açıksözlülük,
kimseye yakışmıyor,
kimden duysak hayatın kokuşmuşluğunu,
inkar dökülüyor dudaklarımızdan,
sanki bizim burnumuz koku almıyor!

çok mu batıyor bize yaşamak ağrısı,
öfkeyi, sevmeyi, ağlamayı çok görürken gözlerimize,
neleri susuyoruz bir düşünsene!
mutluymuşuz gibi yapmalara,
umrumuzda değilmiş gibileri ekliyoruz,
peki her gece,
kimlere uyumuyoruz?

bir toplumun ihtiyacı olan herşeye sahiptik oysa.
birlikte yaşayacak kadar özgür,
ayrı kalacak kadar bağımlı teknolojiye.
korkularımız da var bizim.
canlı bombaları biliyoruz,
ama patlayana kadar elleyemiyoruz...

kimi kandırıyoruz?
açlıktan ölen çocukların var olduğu dünyada...
çok üzülüyor çok ağlıyoruz,
kurban verirken toplumumuzun birlikteliğine,
bütünleşiyoruz her acıda,
canımız yanmadığı sürece...

ateş düştüğü yeri yakmıyor artık.
kabulleniyoruz sadece
sıra bize geldi diye...

aklıma sığmıyor düşüncelerim.
yeterince alkole bastırırsam eğer,
sivriliklerini önemsemiyorum,
ya içime batanları?
hangi resmi açıklama,
çıkarabilir
gömüldüğü yerden?

bir masturbasyon cıglıgıyla dağılıyor aklım.
şehvetin o en anlamsız,
o en saçma,
o en bilincdışı anında,
kaosumu görmezden geliyorum.
geliyorum!
bekler misin?
kasılırken bedenimin sınırları arasında,
aklımı tutabilir misin?

18 Ekim 2015 Pazar

öpme!

bir iç çekişe denk geliyor sözlerim,
susuyorum önce
sonra erteleniyor
biz'e dair ne varsa...

ne sen istiyorsun başka kadınları öpmemi,
ne ben,
öptükçe,
seni buluyorum.
bu kayboluş,
hayra alamet değil.

bir kırılganlığı akrşılıyor avuçlarım,
kanıyorum,
sana anlatmak,
kıskanmak seni,
nefesimi kesiyor,
susuyormuş gibi yapıyorum,
kaza süsü veriyorum o an'lara
dokunmuyormuş gibi,
seni isteyen başka bir adam,
benden çok isteyemezmiş gibi,
kendimi kandırıyorum...

kokusu üzerimde baska bir kadının,
geliyorum sana!
üzerinde baska bir adam kokusu
olmasın,
bu ağrı,
bu düşünce,
bu kaygı....
bu senin,
bir baskasının olman düşüncesi,
beni öptüğün gibi,
öper misin?
istedigin herhangi bir adamı?

öpme!
dudaklarının tadı bilinmesin,
nefesin!
hissedilmesin,
benim ol sadece...
dokunulası tenin,
yalnızca benim ellerimde
ürpersin...

uyuyorsun ya şimdi,
aklında kokum,
huzur bulduğun
benim!
ben,
yalnız yatağında,
kolunu boşluğa attığındq
yokluğumu hissettiğinim...

16 Ekim 2015 Cuma

anlat !

bir cevabım var mı?
yaptığım hataların,
yanlışların,
durmadan tekrar ettiğim,
bu defa farklı olacak diye,
yanılsamalarım...

zamanla alışıyor mu insan?
bir kadının kollarında mecalsiz kaldığında,
değiyor mu?
hayallarini gömdüğüne,
bir an'ın dibine...

ölmek istediginde değil de,
en beklemediği an'da öldüğüne üzülüyor insan...
baglandıgında hayatına,
kopmayacakmış gibi...

kendinden başka kimi kandırır insan?
kimin hayallerinde nefes alır?
kimin gerceklerinde,
yüzleşir korkularıyla?
büyümeyi öğrenemedi diye,
hangi çocuk,
ağlatılmaya değer?

bir cevabım var mı?
yoksa her zaman ki gibi,
susacak mıyım köşeye sıkışınca...
ne kadar sessiz kalırsam geçer?
ne kadar?
gözlerimi kaparsam,
gelip almaz beni,
yatağımın altındaki canavarlar...

susma !

kulaklarımdaki bu yankı,
bu sessizliğin uğultusu,
nasıl anlatılabilir,
bir kadının kokusu,
sevdiğin kadına?
hangi dilde karşılığı var bunun?
bir sevişmenin etkisi,
geçer mi?
derin bir nefes alınca?

söyle!
insanin kendine sustuklarını,
hangi satır taşıyabilir,
kırmadan, kırılmadan?
ya okuyan?
her kelimesinde alırken O'nun kokusunu,
nasıl dayanır?
iç çekişlerine susturucu takmış gibi,
bir şey olmamış gibi,
konusmaya devam ederken....

anlamaz mı yazan?
neleri hissettirdiğini,
yazarken...
akıntısına bırakıp gri sularında bir nehrin,
arınmak,
bir günahtan,
tanrı affeder belki ama,
affeder mi okuyan?

ruhumun sivrilikleri battıkça içime,
yandıkça canım,
büyük adam olmuyorum,
büyük adammış gibi yapıp,
bahaneler uyduruyorum,
çocukça isteklerime...
her şeyi anlatabilirim ben,
anlatmak,
neye yarıyor ki?
dinleyenin canını yakmaktan başka...

14 Ekim 2015 Çarşamba

gerçekten, iyi mi sabahlar?

ezan bitsin diye bekliyor sanki
yağmur damlaları
kimleri ıslatıyor?
kimlere huzur verirken
kimin iliklerinde ağrı?
kimin ruhunda ağır?
ıslanmak
arınmak değil her zaman,
yıkanınca çıkmaz izleri
geçmişinden kalan acıların
görmezden gelmek en büyük lüksümüz bizim
neleri görmedik ki....

bir kadeh daha!
bir kadeh,
gölge düşürüyor
saf mutluluklara,
sanki mutlu olmak icin
kadeh doluşuna
ihtiyacımız varmış gibi...

yok mu?
bir kız çocuğu saflığında
yazmak her satıra
ne çok sevdin beni
ne çok kaçtım senden
sanki sevilmek
iyi gelmiyormuş gibi bana
esmer tenin
ne kadar dokunsam
sanki ilk defa gibi
yanmıyor musun?
yağmur gibi,
her damlan dudaklarımda,
öpüyorum seni
kokun hala
aklımda...



mavi...

içimdeki çocuğu uyandırıyorsun.
cesaret veriyorsun.
sanki hiç düşüp
dizlerini yaralamamış gibi,
'geçti' diyorsun...
bir sözünle geçer mi kanadıklarım?

nasıl da sesime ürkeklik,
dokunuşlarıma merhamet veriyorsun?
senin sesinde ne var bilmiyorum?
duydukça çocuk kalıyor,
duydukça,
sallandığım salıncakta,
rüzgarı hissediyorum saçlarımın arasında...

öpmek düşüncesi seni,
göğsümün kafesinde boğulan bir güvercin,
kanatlarını çırpamıyor.
dokunmak sana,
denize açılıyor bir yelkenli,
ezan sesleri arasında,
kimin sela'sı bu?
ayrıldığım kıyısından,
kimin hayatı?

sevilmek senin tarafından,
başka işin gücün yok mu senin?
tutup bir hayırsıza sevda yüklemekten...
bir gün gideceğimi sakla koynunda,
yine de dokun sen,
gitmezsem yanında kalırım,
gidersem kokun aklımda...

açıklanası bir tarafı yok bunun.
ne senin kendine söyleyebildiğin,
ne benim söylemeden durabildiğim.
tutamayıp kendimi,
öpüyorum ya seni.
uyuyup uyanıp seni istiyorum ya,
uyusanda sen,
bana uyuyorsun ya
başka işin yokmuş gibi
uyanıyorsun
aklında sesim
sussam
kırılacakmışsın gibi
sussam
kıyamam sana
sanki kalbin avucunda uyuyorsun
seni düşünsem
hissediyorsun
seni istesem,
bırakıyorsun kendini
benim oluyorsun
ben
kayboluyorum
varlığında...

11 Ekim 2015 Pazar

ben böyle değildim...

zamanı gelmiş miydi?
gereğinden önce mi tükettik?
paylaşacaklarımızı...
zor zamanlar için biraz bile ayırmadık mı?

anlaşılamamak gibi kalın duvarlarımız vardı bizim.
hangimiz o duvarın ötesine geçemesek,
kendimizi sucluyorduk
zaten herkez böyle değilmiydi ?

en son güvenimizi kaybettik.
belki de bu yüzden yanmıstı canımız.
beklemediklerimizin altında kalırken
o sen olmamalıydın'ı
haketmemiştik.

yaralarımızı yanyana getirirsek iyileştiririz sandık,
kanamaların üzerine elimizi koymak yerine,
kabuklarını kaldırdık...

en büyük korkularımızdan kaçıp,
sarılıyorken birbirimize,
o korkulara sarılmışız,
suratımıza çarpmıştı
buz gibi gerçek
üşümek
hafif kalırdı

başka kimimiz vardı?
saatlerce bekleyecek.
bir sözüyle kapanacak belki kapılar,
ama bir tebessümüyle,
kırıldığımız yerlerimizden
öpüp
iyileştirecek bizi....

kırıldığımız yerler...
anlaşılmıyor olmak,
yoruyordu bizi.
anlayamasam da sen öp beni,
kızıp üzülsende,
bırakma ellerimi...

10 Ekim 2015 Cumartesi

kırıldığım yerden öp beni

sadece seni,
seni 'sen' oldugun için istediğimi kabul edemiyorsun...
sürekli birşeyler arıyorsun bu isteğimin ardında...

sürekli güzellik aradığımı düşünüyorsun,
çekicilik,
seksilik...
ben bunlarla ilgilenecek yaşları çoktan geçtim ki...
anlamıyorsun..

ben seni istiyorum 
sen beni anlamıyorsun 
ben seni istemekte inat ettikçe 
sen inançsızlığının ardına saklanıp, 
beni senden mahrum bırakyorsun

7 Ekim 2015 Çarşamba

huzur...

o siyah saçlarını
tenime bırakıp
uyuyorsun ya
bir düş yangını başlıyor içimde
nerene dokunsam doyamayacağım,
nerene dokunsam,
uyandırmadan seni,
huzur yüzünde,
bakmak,
ölümsüz kılıyor beni...
öyle bir an'ki,
yaşasam, geçecek,
yaşasam bitecek,
kıyamıyorum...
o an kalsın öyle,
sen uyu,
dokunmuyorum!

neden tanrım!

kayda değer bir an'dı.
kayıt edildiği an'la,
bulacağın an arasında ki zaman farkı,
telafi edilebilirdi.
hesaplanabiliyor mu metrekareye düşen sevda miktarı?
payımıza düşen için hangi kuruma başvurmalı şimdi?
gereklilikleri düşünürken,
öyle vakit kaybetmiştik ki,
yerine getirdiğimizde,
yaşayacak zamanımız kalmamıştı.
koşturuyoruz ya durmadan,
bir yerlere varmak için.
öyle çok yoruluyoruz ki,
ne vardığımız yerin tadına varıyoruz,
ne de vardığımız yer,
bizi kabul ediyor...

neden tanrım neden?
kaybolmak için mi durmadan satırlara vuruyoruz kendimizi?
bulunmak için mi bırakıyoruz kendimizi,
saklıyor gibi yaptıklarımızın ardına.
neredeyiz?
ne istiyorsun bizden?
seninle kafayı yememizi istiyorsan,
bunu direk sen yeseydin,
daha kolay olmaz mıydı?

kanıma karışıyor delilik.
daha derine iniyorsam,
kendi dehlizlerimde,
peşinden gittiğim bu ışık,
bu vazgectiğim yerde bana dokunan,
kimin elleri?
maskeler takıp hayatıma girmekten bıkmadın mı tanrım?
daha ne kadar seni tanımaya çalışıp,
var olmayan kuramlar arasında,
dokunuşlarını arayacağım?


zaman...

sevilmeye dair ne varsa,
hepsi sende..
tüm eski aşklarımdaki olmazlarım,
o saf o dokunulmamış,
o en temiz,
heba edilmiş başkaları tarafından
görememişlerini görüyorum sende,
hissedememişlerini
hissediyorum...
öyle bir yerimden yakalıyor ki beni sözlerin,
sadece teslim oluyorum.
zırhımı çıkarıyorum üzerimden
çırılçıplak hatta
bırakıyorum kendimi merhametine
yaralarımı açsan bile
umurumda olmayacak
kırılsam bile
değecek
geçecek mi bir gün?
umurumda bile değil
belki son yangını olacak
yıllar sonra hatırladığımda
simsiyah enkazımı
dirsekleri dizlerinde çömelmiş
ağlayan bir ihtiyar olmayacağım
iyi ki yanmışım,
iyi ki yanıyorum!
kurtarılacak birşey yok bu yangında,
yaşanılacaksa eğer her anı,
bütün hızıyla giden bir arabada,
çıkarıp başını dışarı,
yüzünde rüzgarı hissetmek gibi
saclarının arasında hissetmek parmaklarını,
soluğun kesilircesine
bırakırken kendimi kollarına
küle dönmek kimin umurunda?
dirsekleri dizlerinde çömelmiş bir ihtiyar olmayacağım!
ya yanacağım seninle,
ya da senden sonra
o kadar ihtiyarlamayacağım...

şehrim İstanbul...

bir şehirden korkuyordu adam,
sokaklarıyla yüzleşmekten,
kaldırımlarını saymaktan,
çizgilerinden en çok,
karamsar, mutsuz bakan binaların...
ne yağmurunu seviyordu,
ne rüzgarı iyi geliyordu yalnızlığına.
suratına çarpıyordu çaresizliği,
çaresizlik,
en çok bu şehirde sarıp ellerini boğazına,
kesiyordu nefesini insanın...

önce hayalleri çekip gitmişti adamın,
çok eşyalarla doldurulmuş,
ama eskitecek kadar kullanılmamış,
üç oda bir salon,
salon,
en zor ısınan olurdu her zaman,
ve insan,
yalnız yatınca değil o iki kişilik yatakta,
tek kişilik bir kanape de yatsa bile,
sıcak bir insan nefesine hasret kalırdı,
insan nefesi değil,
O'nun nefesinin sıcaklığına,
soğuk olsa bile,
önemli değil...

sonra gercekliğini kaybetti adam,
bir düşler diyarında,
çalan saatin sesiyle uyandı...
hangi düş,
uyandırma sesini barındırırdı,
en güzel yerinde...
uyanılacak düşleri neden kurardı insan?
gerçek korkularını kaybederse diye bir gün,
hatırlamak için mi?

ahşap zeminin ürkekliği var içimde.
topuklarımı biraz sert bastıracak olsam,
çatırdayacak...
kırılma korkusu değilde,
kırılmayı düşünme korkusu kaplıyor heryerimi.
zamanının ötesine geçmiş,
bir martı süzülüp geçiyor,
balkon manzaramın arasından.
kanatlarına tutunup gidesim geliyor,
gitmek...
ne zaman geldim ki kendime?
 
bir uçakla yolculuğa başlıyor adam.
kemerinizi takın ışığı yanıyor,
üstelik koltukları dik hale getirmesi istenirken.
bilmem kaç kilometre hıza çıkarken,
kemiklerindeki o basıncı hissediyor,
iç kulağı karıncalanıyor,
önce bir titreme,
titreme artıyor,
sonra yerden havalanıyor uçak,
önce titreme geçiyor geldiği gibi,
sonra üzerindeki basınç,
ardından ışıkları sönüyor,
kemerinizi takın'ın
gözlerini açıyor adam...
pencereden dışarıya bakıyor,
geride bırakırken hayatını,
küçülüyor...
korktuğu şehir küçülüyor...
avucuna sığacak hatta,
bir daha dönmeyecek sanki,
sanki dönmeyeceği korkular,
bir gün en olmadık yerde,
karşısına çıkıp onu
bulamayacakmış gibi...