28 Şubat 2014 Cuma

yorgunluk...

sen şimdi,
sevgilinin kollarında huzur içinde uyurken,
ben,
koyu renkli şişelerin içinde balık olma hayaliyle yaşıyorum.
ve hala yazıyorum.
görmüyor musun ne kadar kötüyüm?
kendimi bile tekrar edemiyorum...

yalancıların tanrısıyım ben!

abi düşünsene şimdi gecenin biri,
altı saat sonra uyanacaksın.
telaşla kalkıp saati susturacaksın.
sonra, belki uzanıp tv kumandasına,
televizyonu açacaksın.
sonra yüzünü yıkayıp kendine geliceksin.
sonra, dönüp arkanı yatağına bakacaksın,
 O orada olmayacak...
bütün bu telaş boşuna yani.
O orada yatmıyorsa,
erken kalkıp saati kapatmanın,
tv'yi açıp sesin kısmanın,
hatta işe gitmek için hazırlanmanın bile anlamı yok.
ne olacak ki?
hayal kırıklığı...

tv'yi kapat, musluğu kapat, saati kapat!
ve uyumaya devam et,
ertesi sabaha kadar...
ya da bir telefon çığlığına kadar.
bir anlamı da olması gerekmiyor aslında bunların.
yaşıyorum ama her şey dilimin ucunda benim...
106 tuşlu q klavyemin aktarabildiği kadar hayattayım.
yetişemediğim her yazıda biraz eksildim.
dört gündür hasretim.
yokluğunda aynada gördüğüm yüzleri eskittim.
sonra uzanır yavaşca üstümü örterdim...
bu kadar soğuk olmak zorunda değil di bu kış!
ve bu kadar yalnız bırakmak zorunda değildin beni giderken.
kimbilir?
belki de ilk defa 'nasılsın' dediğinde anlamlıydım,
aslında gittikten sonra nasıl kalacağımı sorduğunu...

bunun bir durdurma düğmesi olmalı.
varmış cidden!
belki de insan bir an'ı bekler ansızın hatırlamak için
eskilerden kalmaz öylesine.
eski bir yüz, eski bir tanıdık...
belki de bunca zaman sonra 'boşuna yaşamadım'
demek için geçerli bir mazeret.

az önce bitti şiir.
şimdi çatlakları onarıyorum.
ötesinde bir şey beklemeyin benden.
yıllardır kendimi tekrarlıyorum.
dinlediğim her şarkıyı,
ben daha iyi yazardım sanıyorum,
yalan!
tüm bu yalancıların tanrısıyım ben...
dilenci giysilerini giyip kullarının arasına karışan!
görmüyor musun? anlamıyor musun?
hissetmiyor musun?
seni aklımdan çıkarmayı beceremediğim günden beri,
senin hayatını yaşıyorum.
acınası bir ihtiyar gibi...

27 Şubat 2014 Perşembe

sen gittikten sonra ben...

sen gittikten sonra,
sabah ilk defa güneşle uyandım.
sen gidince ben,
artık çiçeklerinle konuşuyorum.
hani sana bakıp gülerdim.
bir türlü anlyamazdım...

sen gittikten sonra ben,
sokak çocuklarını gördum dün...
paramız olmadığı icin verecek,
çıkarıp kazağını verdiğin.
inadına bana savunduğun,
o kirli suratlı cocukların,
benimle ağlamasını istedim...
bu sefer param vardı,
ama ben yine de çıkarıp kazağımı verdim.
o senin, bir türlü anlayamadığım saflığınla...

sen gittikten sonaa ben makarna yaptım,
hem de salçalı...
sana sarılıp izlerdim ya hep,
bir şiir yazıyorsun derdim.
kafiyeli, ölçülü...
sen bakıp gülerdin.
bana öğret demiştim bir gün.
sen gösterirken ben,
saçlarını koklar, boynundan öperdim...
şimdi hep bir şeyler eksik o salak makarnada.
senin gösterdiğin gibi yapıyorum oysa.
yağını, tuzunu, salçasını tam söylediğin zamanda,
söylediğin kadar koyuyorum.
ama yine de bir şeyler eksik,
senin kokun gibi...

sen gittikten sonra ben kasetcçye gittim,
pazara çıktım.
anteni düzeltmek için çatıya çıktım.
ama aşağıda televizyona bakıp,
düzelip düzelmediğini söyleyecek kimse yoktu.
sonra düzeltmeden aşağıya indim.
zaten birlikte televizyon izleyeceğim kimsem de yoktu...

sen gittikten sonra ben,
okumaya başladığım kitabı yeni bitirdim.
hani senin verdiğin,
verirken de ihtiyacın olacak dediğin,
o gereksiz kitabın...
bir türlü anlayamamıştım o gün.
sen yanımdayken hayatı bana,
bir kitabın öğretmesine gerek yoktu ki...
kitap bitti ama ben yine de öğrenemedim işte,
tek başıma yaşamayı...

sen gittikten sonra ben,
radyodan şarkı istedim.
hem de canlı yayında...
hani demiştin ya sende o cesaret ne arar?
tüm Türkiye değilse bile,
bütün İstanbul'un önünde,
seni sevdiğimi söyledim.
sen dinlemediysen önemi yok.

sen gittikten sonra ben,
butun çakmaklarımı atıp,
sigaramı elektrik ocağında yaktım.
bir gece çakmak ve kibritlerin ihanetine uğrayıp,
ateşsiz kalmıştık ya...
içimizde ki ateş bizi ısıtıyordu ama,
sigaramızı yakmıyordu ya...

sen gittikten sonra ben,
odanın şeklini değiştirdim.
ama senin dokunduğun hiç bir eşyayı
yerinden kaldıramadım.
onları seninle beraber koymuştuk,
tek başıma çekmeye gücüm yetmedi...

sen gittikten sonra ben sinemaya gittim.
afişlere bakmak için.
ne zaman seninle gitsek,
afişlere bakar karar veremezdik.
sonra salak bir filme girip,
bitene kadar öpüşürdük...

sen gittikten sonra ben,
semsiyesiz yağmurlarda yürüdüm.
ayak bileklerime kadar çamura girdim.
kendi kendime su sıçratmaya çalıştım,
olmadı.
eve döndüm...

sen gittikten sonra ben,
hiç şiir yazmadım.
sigaramı, sigara paketinin içinde söndürdüm.
yanık ampulu değiştirirken yine elektriğe tutuldum.
hani ilk çarpıldığımda,
korkudan ağlamış ve boynuma sarılmıştın...
oysa şimdi kendime geldiğimde,
boynuma sarılan kendi ellerimdi...

sen gittikten sonra ben,
o gece ağlamadım.
sonra ki gece de...
ağlamak güzeldir derdin,
bir türlü anlamazdım.
şimdi gülmenin güzelliğini arıyorum...

sen gittikten sonra ben,
yağmuru dinledim.
inadına güneşe baktım.
gece yarısı kayan bir yıldız aradım...
seninle saatlerce bakar,
geleceğimizi dilerdik beraber.
şimdi ise,
ya sen gelsen diyorum,
ya da ben
gözlerimi kapatıp ölsem diyorum.
olmuyor...
sen gittikten sonra,
erkekçe ölmeye bile cesaretim kalmıyor....

24 Şubat 2014 Pazartesi

gladyatör

bana yaşattığın her an,
parmaklarımın ucunda şiire dönüşecek...
ve umarım seviyorsundur okumayı.
benim, sana yazmayı sevdiğim kadar...

şeytan diyor ki boşver herşeyi,
at köprüleri,
içinden geldiği gibi aklına geleni söyle!
kestirememek öyle kötü ki
bilememek ve hep arada kalmak...
bir işaretin yetecekken oysa.
arenada rakibini yenen gladyatörün,
kalabalığa bakıp son kararı beklemesi gibi:
yaşasın ya da ölsün!
baş parmağının işaretini bekliyorum bu aşk için!
başlasın ya da bitsin!

fırtına

orada olduğunu bilip konuşamamak,
ne tuhaf!
güneş var ama ısıtmıyor gibi...
fırtınalar koparken içimde,
bir şey yokmuş gibi gülümsemek...
o rüzgarda kırılanları insan nasıl saklar içinde?

afet!

dokunmak...
karışırken kahkasına kalabalığın,
teninin kokusuyla sarhoş olurken,
başımı yasladığım omzun sahibine,
kırılmasın diye ürkekçe,
tutmaya çalışmak kendini...
ne büyük yangın çıkabilir di bu kıvılcımdan...
yanmak değil de önemli olan,
yanmasın diye o omzun sahibi,
bildiğim her yolla korumaya çalışmak,
içimdeki canavardan...
durup durup kendimi alamadığım bakmaktan,
çünkü biliyorum,
baktıkça karışacak aklım,
biliyorum bana baktıkça,
vazgeçemeyeceğim bu aşktan...
bir gün yıkıp duvarlarını içimdeki barajın,
sularına bırakacağım kendimi...
boğulmak değil de önemli olan,
boğulmasın, 

o omzun sahibi...

23 Şubat 2014 Pazar

alo, baba... neredesin?

alo baba neredesin?
alo baba!
ben neredeyim?
günlerdir haber bültenlerinde yağmur var diyorlar İstanbul'da.
oysa kaç sabahtır uyanıyorum,
hiç ıslanmıyor ayaklarım.
yoksa?
hangi İstanbul'dayım, hala hayatta mıyım?
başka İstanbul yok diyordu duvardaki afişlerde.
başka İstanbul'da aşık olamazsınız.
dönup dolaşıp aynı sokakların çamurunda,
aynı pantalonlarınızla kirlenirsiniz...
başka İstanbul yok!
üzülecekseniz ona göre üzülün.
sevinecekseniz kısa sürsün.
daha sırada bekleyenler var...

alo, baba neredesin?
sen hangi İstanbul'dasın?
ben, koyu kahverengi bulutları olan,
az güneşli, bol çatık kaşlı,
umutsuz ve mutsuz insanların bol olduğu şehirdeyim.
alo baba!
ben neredeyim,
burası neresi?

sevgilim bekle demişti.
alo, baba!
sevgililer ne kadar beklenir?
baba, senin hiç sevgilin oldu mu?
ilk sinemaya gittiğimizde,
sevgilimin ellerini tutsam,
öpsem, sarılsam...
alo babam...
ne yapmalıyım?
yoksa,
yoksa daha çok mu küçüğüm kalp ağrıları için?
minik yureğim dayanmaz mı diyorsun?

alo baba sen hiç aşık oldun mu?
onu görünce yürüdüğüm yolları kaybediyorum,
inandığım insanları...
onu gördüğümde bir uçurumdan atlayıp uçmak istiyorum...
alo baba!
uçamazsam eğer,
gelip beni tutar mısın?
oralardan sesimi duyup gelir misin?

alo baba!
sen hiç oğlunun elinden tutup,
sokaklarda yürüdün mü?
şimdi buralarda yalnız yürümek yasak,
şimdi buralarda birileriyle yanyana yürümek yasak!
sen hiç oğlunun ellerinden tuttun mu?

alo baba...
sen hiç kimseye `seni seviyorum` dedin mi?
ben annemden duymadım,
ya sen babandan?

alo...baba...
....

Yıldönümü...

sen,
ocakta yanan çalıların alevi,
şubat'ta kibritçi kızın en son hayali,
mart'ta çözulen buzulların buğusu,
nisan'da açan ilk papatya,
mayıs'ta belli belirsiz yağan yağmurlar,
haziran'da aşık olduğum kadın,
temmuz'da tenimi yakan sıcak bakışların,
ağustos gecesinde yaptığım kaçamak,
eylül dağlarında uçan kırlangıç,
ekim sahilinde mahsur kalmış bir martı çığlığı,
kasım'da nedensiz yağan bir yağmur,
aralık'ta
boynuma ilmeği geçiren celladım...
sen,
ocak ayında,
beni yeniden doğuran sevgilimsin!

22 Şubat 2014 Cumartesi

son!

belli olmayan çizgiler arasında biraz ışık.
olmaması gereken bir çift ayak.
ve gözlerini parıldatan umut ışığı...
nefesim sıklaşıyor ve kollarım ağırlaşıyor.
bu seksten zevk alamıyorum artık...
ağzım göğüslerinle doluyor.
son olarak çığlığını duyuyorum...
kaçıyorsun!
çıplak ve ıslak...
sonunda anlıyorum.
ölüyorum...

son dilek...

ey sevgili, nazlı sevgili!
gülümserken alt dudağınn aldığı şeklin bağımlısı olduğum sevgili...
bir gece yarısı hasretle aradığım sevgili.
şimdi sen, hangi gülün dalında geziniyorsun?
şimdi sen, hangi erkeğin hayallerini süsluyorsun?

ey sevgili, nazlı sevgili!
hasretinden umutlar eskittiğim,
kaderimle pazarlıklara oturduğum...
şimdi sen,
hangi kadehlerin yanında mezesin?
nazlı sevgilim,
şimdi sen,
hangi idamlığın istediğisin 

beni bir gün sevmeyebilirsin diye...

yaralı bir kurt gibi can çekişiyorum artık.
bir gece hayalinle,
diğer gece bir fahişeyle,
öbür gece olmayacak...

o kadar zor mu anlamak?
seni sevdiğimi.
nasıl yokediyorsun herşeyi?
sanki `Biz` olmamışız gibi...
nasıl kapatıyorsun kulaklarını,
duymak istemiyor musun?
seni sevdiğimi
o kadar zor mu `sevdim` diyebilmek
o kadar zor mu
senin için çarpan bir kalbi
sevindirebilmek...

bu kaçıncı, seni sevmeyeceğime ant içişim?
bu kaçıncı, sözümde duramayışım.
karşılığında kazandığım,
bir avuc gözyaşım...


Beni bir gün sevmeyebilirsin diye...
Şubat 1993

21 Şubat 2014 Cuma

asılsız ihbar!

şimdi bir dilencinin avuçları arasındayım.
az sonra bir cami tuvaletinde.
birazdan bir istasyondaki trenin son vagonunda.
iki sevgilinin birleşen dudakları arasında.
küçük bir çocuğun elinden tuttuğu.
belediye otobüsünde ön koltukta oturan.
kimsesiz bir ihtiyarın cep radyosunda dinlediği.
idam mahkümunun son isteği.
annemin yazdığı mektubun vedası.
karanlıklarında korktuğun gölgeler.
gökyüzünde yalnız gezen karga.
bir böceğin üzerinde gezindiği.
bir gece vakti yatağında sevgilisini düşünürken,
soğuk bir metal parçasını
damarlarının üzerinde gezdiren...

beni hissediyor musun?
ben, senin dokunmak istemediğin,
ben, senin öpmek istemediğin,
ben,
seni sevmekten başka bir şey bilseydim
bir gün daha yaşamak isterdim!

tüm bunların bir anlamı olması gerekmiyor...

ne bileyim yaa...
bazen takılıyorum öyle boşlukta,
asılı kalıyorum.
bekliyorum biri gelip dokunsun da büyü bozulsun diye.
kimse gelmiyor...

anayasada yeri yok ama hem duygusalım hem de kadınları seviyorum.
kötü birşey mi bu?
nerede durması gerektiğini bilmeyenlerdenim ben
bırak sabaha kadar yazayım sana.
sırf kafiye olsun diye birşeyler yazmak fikri canımı sıkıyor.

ağlarsan sonbahar olur, sonrası hiç...
bütün ışıklar söner sonra
karanlıktan korkarım hem ben
yatak altında ki canavarlardan...
gidersen kapıyı açık bırak
ışık gelsin. sen gelene kadar...
sen gelince yine kapat.

bazen nedensiz yağmur yağmaz mı?

yani şuna inanıyorum:
Tanrı, benim daha çok acı çekmem için,
O'nu benim karşıma çıkardı.
çünkü ben, O olmadan önce de O'nsuzdum... yalnızdım...
ne gerek vardı ki O'na?
ama O hayatıma girdi
ve sonra gitti..
sormadı bile fikrimi...
Tanrı'da sormadı...
sadece al sana bir acı parçası
hayatının sonuna kadar bunu taşı dedi...
taşıyorum.
başka hiçbir anlamı yok bunun.

keşke dağ başında çoban olsaydım!
cennetin kapısını çalacak kadar çok yaklaştım cennete.
ve onun içeride olmadığını öğrenince
bu dünyaya geri geldim...
serseri bir kayıp ruhum ben.
tüm bunların bir anlamı olması gerekmiyor...

ben sadece olması gerekeni yaşıyorum.
yaralarının üstünü kapatabilirsin.
ben de öyle yaptım çoğu zaman.
yaralar kapanmaz!
sadece onlarla yaşamayı öğrenirsin.

aşık olduğun insan
bir hastane odasında, senin kollarının arasında,
senin gözlerinin içine bakarken öluyorsa...
ve O'nsuz bir hayatın anlamı olmadığına inanıyorsan,
söyler misin bana?
hangi yaratık bu yarayı sarabilir?
isyan etsen, küfretsen, başkaldırsan,
dinden çıksan, lanet etsen, intihar etsen! neye yarar?
söylesene!
işte şimdi
altı yıl sonra hala hayattayım.
hiçbir anlamı yok!.
altı yılda, ne aşklar yaşadım, ne kadınlar oldu, neler yaptım...
tuhaf...
boş...
anlamsız...

yazdığım bütün şiirleri,
kadınlar onlar için yazdığımı sandı.
oysa ben,
hiçbiri için yazmadığımın rahatlığıyla hala yazabiliyorum.
dedin ya:
insan ister istemez geleceğiyle ilgili planlar yapar!
daha 21 yaşındaydım ve bütün hayatımı onunla planlamışken
O gitti...
o günden beri hiç bir şey
söylendiği kadar anlamlı gelmiyor...
neyse...

20 Şubat 2014 Perşembe

Bunun bir anlamı olması gerekmiyor...

senin için neler yazdım bir bilsen...
biliyorum,
sana aşık olduğum an da yazı bitecek.
sen o çok okuyup araştıran akademisyenler gibi olamazsın.
sana uymuyor!
çünkü sen ezberi sevmiyorsun.
anlamak istiyorsun.
hazır kalıpları kabullenemiyorsun.
mantıklı, daha doğrusu mantığına yatmalı açıklamalar.
sanırım sayfaların altındaki küçük dipnotları okumayı
o sayfayı okumaktan daha çok seviyorsun...

sanki yıllardır göremediğim eski bir arkadaşım gibisin sen...
değişmişsin.
görünüşün, konuşma tarzın, davranışların değişmiş.
ama seni hala anlayabiliyorum.
ve ben de senin aklında ki gibiyim.
bu nasıl bir şeyse kaç defa yakalanır?
kaç defa insan yaşar bunu?
bir kış güneşi bile olsan umurumda değil...
gerçekmisin?
yoksa seni ben mi uyduruyorum?
aklımın bana oynadığı en güzel oyun sensin.
bu kadar mı büyüdüm ben?
inanamayacağım hayalleri yaşayacak kadar...
ne zaman gideceksin bilmiyorum.
umurumda bile değil!
şimdi damarlarımda gezinen bu sıcaklığı seviyorum.
gerçekmisin?
yoksa şimdi seni ben mi uydurdum.
nasıl bir şeysin ki...
seni anlatmak için hangi kelimeyi kullansam,
yanında on tane daha cümle kuruyorum.
bunun bir anlamı var mı bilmiyorum...
yarın sabah uyandığında
hala aklında olacak mıyım bilmiyorum...
ama tenindeki o renk cümbüşü,
sana dokunmanın tadında ki o özgürlük,
kokunu düşünmenin dayanılmaz çığlıkları...
aklımın bana oynadıgı en güzel oyunsun sen.
gerçeklerden yoruldum!
keşke bütün yalanlarım
senin kadar güzel olsaydı...

ihtimaller denizinde...

soğuk ve şehirlerarası bir otobüste vazgeçtim
buraları sevmeye çalışmaktan...
ve kolumun altında ki defterin son yaprağıydı babam.
ben seninle bir gün kültürün bahçesinde
yüksek sesle tartışabilme ihtimalini sevdim..

yüksek okulun soğuk ve rutubet kokan yıllarında
özlemeye başladım istanbul'u..
ve bu hasret öyle uzun sürdü ki
adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonunda.

bizim kendi şairliğimiz vardı,
bir de kırık saz eşliğinde türkü söyleyebilme ihtimalimiz.
hüzün kokan arkadaşlarla paylaşılan içki masalarında,
hayaller kurmaya başlardık:
ben kurumuş bir dal oluyordum.
sen yağmur yüklü bir bulut.
geri kalanlar ise bir rüzgarın kolları...
yüreğimizin rengiyle sevda ikliminde yazılar yazılıyordu sevgiliye
ve tüm muhalefet olanlara inat bir gayretle...

abilerimizden öğrendik
buralarda nasıl yaşamamız gerektiğini.
Hayrabolu`ya sessiz bir yorgunluk cöküyordu.
ve yalnız kalındığı zamanlarda
sevgiliye sarılmayı öneriyordu abilerimiz.
oysa Hayrabolu'da hiç sevgilim olmadı benim.
arkadaş geyiklerine konu olan aşkım da olmadı.
dalgın bir anımda yakalandığım
platonik kesişmeleri saymazsak

Hayrabolu`ya sessis bir öfke yağıyordu.
ve belli saatler dışında sokağa çıkmamayı öneriyordu abilerimiz.
oysa hiç bir tartışmam olmadı benim.
ve hiç kimse tarafından sorulmadı adım.
kavgaların arasında hep sokaktan geçen bir yabancıydım ben...

sana şiirler biriktiriyordum yüreğimde
ama sen yoktun...
ben, senin benimle gözgöze gelebilme ihtimalini seviyordum,
derslerimi astığım saatlerde.
lanet otobüs seni hep zamansız,
karanlık bir sokak ardına götürüyordu.
ben,
senin benimle ilhan çeneli caddesine gelebilme ihtimalini sevdim...

kış soğuğu koyu bir mor rengi veriyordu
donmaya hazır dudaklarıma.
sonra otobüs oluyordum,
kırık, yarık ve sıkıcı Burgaz-Çorlu-İstanbul yolunun çarebilmez sürgünü.
ne yana baksam,
çaresizliğim, korkaklığım ve hasretim sanıyordum,
Hayrabolu ovalarının yalancı kuraklığını...

Hayrabolu'ya yaklaştıkça ihtiyarlıyordum.
Yavuz Bingöl türkülerini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin.
korkuyordum...
sonra iniyordum otobüsten,
otogardan bizim okula giden,
ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa,
ömrümün en ihtiyar,
ömrümün en çaresiz yolunu koşuyordum.
çünkü sonunda,
bütün sorunlarımın çaresi oluyordun,
güneşim oluyordun sonunda...

soğuk ve şehirlerarası bir otobüste vazgeçtim,
buraları sevmeye çalışmaktan
ve koltuğumun altında ki defterin en son yaprağıydı babam.
ben seninle bir gün Dinlenti'de ki kuytu bir köşede,
ben seninle sadece parasız ve umutsuz kalan öğrencilerin hissedebileceği hayaller ülkesinde,
ben seninle Hayrabolu`ya mistik ve demli bir çay kıvamında bakan bir otobüs camında,
ben seninle sevdalı bir öğrencinin
kırılmış yüreğinin iki parçası arasında olabilme ihtimalini sevdim.
ben,
senin beni sevebilme ihtimalini sevdim...

Kış  1998
(Yılmaz Erdoğan ustaya Saygıyla...)

19 Şubat 2014 Çarşamba

Matmazel...

en güzel anında gitmek zorundaymışsın gibi sanki...
zaten her güzel şey erken bitmiyor mu?
senin ne farkın vardı ki?
ama gitme şimdi özür dilerim...
geri alıyorum tüm ayıp sözlerimi biraz daha yanımda kal!
biraz daha kal ya da kalıyormuş gibi yap...
kendimi kandırayım.
bir süre daha,
sana yazıyormuş gibi kendime yazayım.
olsun...

gittin mi?
havada kaldı sorularım...
evet gittin...
değişmedi hiç bir şey.
ağaçların renkleri, güneşin olmayışı ve gece karanlık hala.
gittin, sıcaklığı ayrıldı önce tenimden teninin.
sonra ışığı gözlerinin, gözlerimden.
soğuk bir cesede dönerken bedenim,
sen gittikten sonra,
yarı açık gözlerimde solarken hayat ışığım,
senden önce yaşıyor muydum ki şimdi,
gittin diye yazılıyorum satırlarıma...
gittin...
senin uykuya ihtyacın vardı,
benim sana...
geleceğini bilmeseydim,
inan uyanmazdım bir daha....

oyuncu!

en büyük yalanları sevdiklerimize sakladık.
tutkularımızın gücünü aldatılınca anladık.
avda avlanan avcılardık,
kendimizden korktuk,
içimizde ki hayvanlardan saklandık,
saklanmayı görünmez olmak sandık...

o senden kaçtı,
sen benden...
ben zaten çaresizdim,
bu kaçak ikilinin sessizliğinden.
uçamazdık...
bir süre sonra uçmayı da aklımızdan çıkardık.
kanat çırpıp uzaklaşamadık.
belki de kurbandık,
koyamadığımız kuralların altında kaldık.

en iyi bahaneleri yaşanmayan aşklar tüketti.
anlatılayamayanları, anlaşılayamayanları anlatırken biraz tedirgin,
biraz üzgün, biraz ürkek ve biraz da
hiç tanımadığımız bir yabancıdan
yardım istermişçesine samimi bir şekilde yazıyoruz.
yıllardır ulaşamadığımız ruhlara,
yıllarca nasıl bir kadehte,
bir bedende, bir yürekte teselli aradıysak,
şimdi kendimizi yarım kalmış cümlelere vuruyoruz.
olmayan insanlarla,
olmayacak hayallerle,
olan biteni şifreli cümlelerle sunuyoruz.
her seferinde elimizin tersiyle kendimizi bir yana ittik.
isimsiz mektupları, yanlış adreslere postaladık...
hiç bir zaman gerçek anlamda aşık olamadık.
bir süre sonra
aşık olmayı da aklımızdan çıkardık...

ertelemek...

birbirmizi ilk gördüğümüz an da
daha önce gördüğümüzü
ve daha sonra karşılaşacağımızı anlamıştık...
kim bilir belki de ilk kez
bunu anladığımız an da yanılmıştık.
sende bilirsin ya
insan bazen su birikintilerinin üzerinde ki yansımaları
gerçeklerinden ayıramıyor,
ayırmamak işine geliyor...

kırgınlıklarımızı özenle saklardık.
şeffaf örtülerin altından birbirimize bakamazdık.
hayat işte böyle ertelenirdi...
oysa çözülür sandığımız düğümlerin üzeerine hep yenileri eklendi...
ben,
seni bir kol saati gibi kolumda taşıdım.
sen,
yelkovanı kovalayan akrebe takıldın.
o ikimize de aldırmadı.
bir de ikimize inat,
bizim yapamadıklarımızı yaptı...

18 Şubat 2014 Salı

neden?

keşke bütün yanlışlarım senin kadar güzel olsaydı.
bütün acılarım senin kadar hüzünlü,
bütün yalnızlıklarım senin kadar kalabalık,
ve korkularım senin kadar beyaz...

gittiğinden beri hala karar veremedim.
senden vazgeçmek mi zor?
yoksa sensiz yaşamak mı?
yoksa seni düşünerek
yardım mı istemek
kayan yıldızlardan...
...

günlerdir aklımda bir soru:
ikili intiharlarda insan
neden önce sevdiğini öldürür...?

10 kasım 97

nostalji...

damdan düşer gibi,
herşeyi göze almak,
ama herşeyi!
yanlış zaman...yanlış sözler...
ama kaybedecek bir şey yok!

sen mi gündüze küstün?
gece mi seni kaybetti?
bilmiyorum...
ama ben
geceyi de gündüzü de artık sevmiyorum...

27 mayıs 98

13 Şubat 2014 Perşembe

Lütfen horlamana devam et...

geceleri uyanıp horlamanı dinliyorum.
sana bir otobüs durağında rastlamıştım,
şimdi ise endişeliyim.
bembeyazsın, hastasın...
çocukların çilleriyle lekelenmişsin.
lambanın ışığında,
dünyanın o tüm çozümlenemez görünen
sorunlarından uzak gibi duruyorsun.
ayaklarını göremiyorum.
ama çok güzel ayaklar olduğunu tahmin edebiliyorum.

kime aitsin sen?
gerçekmisin?
çiçekleri, hayvanları, kuşları düşünüyorum...
hepsi de göründüklerinden daha iyi,
o kadar gerçekler ki...!!

bir kadın olmaktan başka bir şey gelmiyor elinden.
hepmiz bir şeyler olmak üzere seçilmişiz.
örümcek...aşçı...fil...
hepimiz bir sergiye asılacak tablo gibiyiz.
ama senin,
çagdaş, yaşamakta olan modern bir çalışma olduğunu biliyorum.
belki ölümsüz değilsin.
ama biz sevmiştik.
lütfen horlamana devam et...

eLLerimin uykusu geLdi...

eLLerimin uykusu geLdi...
öpüLmüş bir kurbağanın yüzü kaLdı senden geri..
sözcükler yoL aLdı kervanımdan,
aşk haritasını çizdi,
bedenimin muhteLif kısmına
esmer tenine düşmemiş saçLarın
saçLarın boya mı?
çücıkLuğunu yanında unutmuşsun..
güzLerin yaLan mı?
zaman doLuyor..
kumun hesabını yapıyor çöL
çağın soytarıLarı yüzsüzLüğün kaderine ağLıyor..
aşka suaL oLunmaz...
biLinmez aşkta soru
öyLe sandınız..
ama tek bir modeLe hizmet etmez yaşam..
heLe ki özenimi benimsemiş, çağcıL bir kuşağa..

ömrün yarısını devirdiniz ki haLa ses yok sizden...
sizi gidi diken kafaLıLar..
``UzakLarımın biLe bana hiç bu kadar yakından saLdırdıkLarı oLmamıştı...`` dense
hepinizin afaLLığı tutar susarsınız...
insanLık biLginiz uzattığınız saçLarınızda ki canLıLarın biLgisinden öteye gitmez çünkü...

sizi gidi ucuz üLkeLerin sığır çobanLarı özentiLeri..
nasıL bu kadar basit yaşadınız ki aşkı...

eLLerimin uykusu geLdi aptaLLar..
gecede bir yıLdız düştü
seni tuttum,sandım...
üç kişiden biri ardını dönmeye rıza aLdı...
ben utandım..
soL omzum tutuLdu..
hayırsız bir başın aLtında..
siz ne yoncasınız ne de kurbağa
saLaş geceLerin ten sömürücüLeri
aşk sizLerde
bir keLebeğin ömru kadar yoL aLdı.
akşam sevişmeLeriniz sabah başka biriyLe son buLdu.
kokusu size ait değiL artık teninizin..
yaşasaydınız acısı biLe zevk verirdi..
ne yazık ki aşkta soru var dediniz
aşkla tutkuyu karıştırdınız

eLLerimin uykusu geLdi ahmakLar...
diyeceğim şuıdur ki :
Aşk öyLe koLay yaşanmaz..!!

11 Şubat 2014 Salı

dejavu...

bu da oldu işte...
ölüyorum!
yüce tabım her ne kadar mutlu olamasam da,
bana sunmuş olduğun bu hayat
fena sayılmazsdı.
üstü kalsın...
ucuz bir yalakalıkla üstlendiğim tüm suçlarımın
affını dilesem neye yarar
bilmiyorum...
yeni bir hayat istemiyorum!
yeni bir Sen istemiyorum!
yeniden doğmak istemiyorum!
her gün ölmekten yoruldum....

ille de bu gece gelmelisin!

ille de bu gece gelmelisin!
ben yıldızlardan topladığım çiçekleri,
dizmeliyim yoluna.
sen,
benim ülkemin kraliçesi edasıyla
süzülmelisin...
ilk kez kendimi bırakmalıyım aşkın kucağına...
kaygısızca...
yarının hiçbir önemi olmamalı.
ne yaşayacaksak bu gece yaşamalıyız.
sadece bu gece...
başka bir gece değil,
ille de bu gece.
gelmelisin ki,
ne varsa gitmeli bende başkalarından kalan.
unutmalıyım geçmişimi.
bir tek kötu hatıra bile kalmamalı zihnimde.
bir fırtına kopmalı,
bir kasırga savurmalı arkamızda kalanları...
bu gece diyorum,
anla beni!
zaman en büyük düşmanımız bizim.
ertelemek
bu aşka yapabileceğimiz en büyük hainlık.
neredeysen,
kiminleysen,
bırakıp gelmelisin her şeyi.
her adımın bin yıllık hasretimizi dindirmeye doğru atılmalı.
sen yürüdükçe ben o büyünün esiri olmalıyım.
say ki yaşayacağımız son gece bu.
say ki, bir daha ne sen,
ne de ben
gözümüzü açamayacağız yenı güne...
bir tek gecemiz var
ve  o bu gece.
bu bilinçle gel,
bunu bilerek gel...
geceyi aydınlatan
tek ışık sen olacaksın.
yapay ışıklar senın doğallığını yok etmesin diye
kapalı kalacak gözlerim
karanlığa alışacak
ve ben görmek istediğim tek şeyi,
seni göreceğim...

bu gece uzun uzun bakmalıyım
gözlerinin içine.
orada sevdayı,
orada hayatı,
orada özgürlüğü görmeliyim.
kaybolup gitmeliyim derinliğinde.
sonra deli bir sevişmenin içinde bulacağız kendimizi.
yüreklerimiz tek bir kalp gibi atmalı.
hızlı hızlı...
tenlerimiz erimeli birbirimizde.
öpüşler,
sevişler hiç bitmemeli,
yorgun düşmeli bedenlerimiz.
son nefesimizi verirmiş gibi sevişmeliyiz...

bu gece dedim ya,
hangi mevsimde olduğumuzun önemi yok.
çiçek kokularının,
toprak kokusuna karıştığı bir baharı istiyorsan
öyle olacaktır gecemiz.
ya da lapa lapa yağan
beyaz bir kar istiyorsan
pencereden onu göreceksin.
biz yaratacağız mevsimleri.
kendi mevsimlerimizi kendimiz yaşayacağız.
ikimiz de severiz geceyi ama
bu geceyi daha çok seveceksin.
bu gece hayatımızın
en önemli gecesi olacak.
bize ait olacak.
kimse bilmeyecek,
kimseye anlatmayacağız.
biz yaşayacağız,
biz paylaşacağız
ve biz
taşıyacağız
ömrümüzün son anına kadar.

bu gece bir aşk nasıl yaşanırsa
öyle yaşanacak.
bir aşk nasıl biterse
öyle bitecek.
ama gel!
bu gece gel!
sadece bu gece...
ille de bu gece!