29 Eylül 2013 Pazar

Bir Ölümlüyü Sevmek Günah mı?

yolunu kaybetmiş bir inanan.
hangi şeytan aklına girmişte,
vazgeçmiş inancından?
uçuşup dururken kelimeler aklımın içinde
hepsini birden yazmak isteyipte
hiçbirine dokunumamış
kayda alınamamış sözlerim
biliyorum sonuna geldiginde
güzel bir resim çıkacak ortaya
şimdi böyle tuhaf çizgilerime aldanma!
belki de cıkmayacak artık hiçbirşey
büyü bozulmuştur
gece yarısından once dönemediği için geriye
balkabağına dönmüştür o araba
ve içindeki sıradan bir yoksula...

sırtının sıcaklığını yüzümde hissetmeyi özledim
sarılıp alırken seni koynuma.
zamanı durdurmaya çalışmayı,
durmuyor diye sürekli uyanık kalıp
her nefes alışında sen
içinde iki kalp çarpıp duran bir bedende
hapsolmayı
ve ertesi günlerini
seninle bir toplu ulaşım aracında yalnız kalıp
sevişebilmeyi...
ve meydan okumayı,
okunmamayı göze alıp,
yazmaktan vazgeçmeyen bir şair gibi
beğenilmese de bu yazdığım
her kelimesinde kokun vardır diye
kutsal kabul edip tapınmayı...
bir ölümlüyü sevmek günah mı?
sanki hic ölmeyecekmiş gibi.
tanrım bu günah icin beni bağıslar mı?
ya bağışlamadıkları?
sesin bu sessizligi bastırır mı?
ne zaman verildi bu hüküm
oysa ben diğer teklifleri de duymak istiyordum
devam edip etmemeyi düşünmek
çoktan seçmeli soruların arasında
en az tercih edileni seçmeyi
kim kazanacak sonunda?
kimin aşkı daha gerçek olacak?
daha çok öptü diye sevgilisinin dudaklarından...
ya öpemeyenler?
kuytu köşelerde tek başına yanlız kaldığında,
o yanlızlığa sevgiliyi sığdırmayı hayal edenler
ertesi gün sanki hiçbirşey olmamış gibi
kalkıp işine gidenler
bütün gün mutluymuş gibi cok konuşup
belki belli olmasın diye ağladıgı
olur olmaz herşeye gülümseyenler?

her satırına seni yazıyorum diye
bu kadar güzel duruyor bu kelimeler...
ölümün soğuk vadisinde,
gözlerini kapatınca yok olmuyor
geceleri yatağının altına saklanan canavarlar
ve üşür insan ağustos sıcağında
yüzünü yaslayıp uyuyabileceği bir sırtın sıcaklıgına hasretken
avuçlarında ne büyük boşluktur
sevgilinin öpülesi göğüsleri
dokunamayacak kadar uzakken...

28 saniye...

bulanıklaşıyor resimler.
üstüste gelmiş,
acemi bir fotoğrafçının elinden çıkmış gibi...
uzun bir geceye hazırlıklı,
bolca alkol ve sigara takviyeli...
süzgeçinden kurtulup gelmiş anılar aklımın,
bu saatte beklenmiyordun!
en savunmasız anımda yakalıyor beni
giydiğim hükümler
söyleceğim herşey aleyhimde kullanılacak
susmak elimde değil
anla öyle öfkeliyim
yarım bırakılmış savunmalara...

sert bir rock şarkısı dinlerken boynumu incitmişim
ukalalık dizboyu
nereden geliyor bu kendine güven
en utanmazı ben değilmiydim rezil rüsva aşkların
en yüzsüzü
suratıma tükürülse şükür diyorum
pazarlıklarda ortaya sunduğum kimin ruhu?
hala üç kuruşa fiyaka satıyorum
neresinden tutsan elinde kalıyor bu yoksullukta
ucunu bağlayamıyorum başladığım cümlelerin
havada kalıyorum
enkazımda bulunmasın diye karakutularım
delilleri önceden yoketme teşebbüslerim
intihar nedenlerim bilinmesin diye değil
bu kadar ucuz bir nedenden harcıyorum diye kendimi
kimse bilmesin
duyanlar iyi bilirdik desin
duymayanlar şaşırsın
beklenmedik olsun ayrılışım
ama boşluğum doldrulmayacak gibi değil..

hayatlarına girdiğim her kadından özür dilerim
tamamlayamadığım için başladıklarımı
bu ilk yarım bırakışım değil
itiraflarıma sonuncusu eklensin
garsondan hesabı istemenin vakti geldi mi?
28 saniyeye sıkıştırılmıs bir aşktı bizimkisi
bir kac yıla bedel
ayrılıktan sonra geriye kalan enkazda çalışmalar devam ediyor
bilirkişilere sorulacak nedenler
kac tanık gerekli seni sevdiğime inanmaları için?
kaç yeminli ifade?
kaç dakika daha sürmeliydi bu aşk?
ayıldığımızda hatırlanabilmesi içi...

28 Eylül 2013 Cumartesi

bilmek ya da bilmemek...

elle tutulur birşey değil bu.
gözle de görülüuyor
hesaplıyorsun ama
ay sonunda hep açık veriyor
denetimlerden geçmiyor
bir yanlışlık var
ama kimse söylemiyor
üstü örtülmüyor
sabahın bir saatine alınan bir uçak bileti
o yolculuğu katlanılır kılmıyor
yola çıkıyorsun ama
gittiğin yerde ne bulacağın,
geri döndüğünde eski sen mi kalacağın
bilinmiyor.
kullanıcı hatasınamı giriyor bu seçimler?
tanrı bile buna garanti vermiyor...
aradaki farkı ödesek bile,
daha iyi bir hayat satın alınamıyor...
oynadığın lotonun sonuçlarına bakamamak gibi bir his bu,
kazanmış olabilirsin ama,
kaybetme olasılığının büyüklüğü karşısında,
bilmemek daha iyi hissettiriyor...

başka bir insanın hayatını değiştirirken,
yan etkileri kendi hayatın üzerindeki
bilinmiyor...

sevda hala çok bilinmeyenli denklem,
bildiklerin mutlu olmaya yetmiyor...

Düş Dünyası Seferleri - 2

kırılganlığını hesaplayamamıştım,
üzerinde gezdiğim bu ince zeminin.
ne hayallerimi taşıyabilirmiş
ne de gerçeklerimi...
bir ucundan tutuştururken bu sevda sözlerini,
çaresizliği görmek başka insanların gözlerinde.
vahşi bir makinanın dişlileri arasında ezilirken
duygusuz, sorumsuz, kaygısız bir benlikle umursamazken
üzerinde durduğum bu kayganlığın
farkında bile değilken
nasıl da mağrur
apoletlerinde cok yıldızlı
bir komutanı edasıyla bendim bu dünyanın
efendisi derken,
bi kız çocucuğunun kolları arasında
kırılganlığımı hesaplayamamıstım...
tek başıma bırakılırken
o kırışmış beyaz çarşafların arasında
bu kadar yalnız olunabileceğini
ve bu kadar daha
üstüne ekleneceğini...
bir kaç saat önce zafer çığlıkları atarken,
aynı ben'in yorulup nefes nefese kalacağını
kestirememiştim...
cok nasırlanmış üzülmekten,
cok tutulmuş elleri
başka ellerin şehvetinden
cok konuşmuş,
aleyhinde cok delil bırakmış
bu yaşamak suçlaması karşısında
şimdi sussa hafifletemez cezasını diye
sert bir porno tadında acısını çıkarmış kendi bedeninden...
ve onca yaşına rağmen,
hayalkırıklığına ugratılmış
bizzat kendisi tarafından.
çok beklemiş,
ama gelmemiş beklediği
bu yüzden bir yanı hep biraz naif,
biraz cekimser.
gözlerinde masum bir çift bakıs
nasıl da bir kız çocuğu tarafından
terkedilmiş en ummadığı anda...
bembeyaz carşafların arasında...
kırılmaz sanmış içindeki billur camdan masumiyeti
ta ki soğuk bir zemine çarpma sesini duyana dek
o'da inanmış kendi yalanına
açılmış gözleri
iş işten geçtikten sonra.
döner sanmış,
dönmemiş kimse geriye...
soğumuş o çarşaflar,
sarılırken çıplak bedene
kefen gibi
nasıl da zormuş
gömülmeden toprak altına
ölmek gibi
bir kız çocuğunun ardından
büyümüş ihtiyarlamıs ama
bir türlü aklı ermemiş bu yalnızlığa

27 Eylül 2013 Cuma

düş dünyası seferleri...

akla zarardı kurduğumuz düş diye...
bir türlü kafiyesi tutmayan şiir gibi,
neresini yazsan,
yazamadığının hatrı kalır...
akıl almazdı hissettiğimiz.
ne kadarını düşünsek,
düşünemediğimiz aklımızı başımızdan alırdı...
akıl karı değildi bu sevda,
belki de bu yüzden
daha başında zarardaydı bilançolarımız...
akılsızlık örneğiydi belki tarifinde kullanılan,
olmayacakların...
olan biten aramızda
toplasan üç satır sevdaydı
biz bilemedik neresinde nokta koyulacağını...
belki de bu yüzden inatla yüklemden kaçma çabalarımız,
devrik cümleleri sevip vazgeçemememiz...
seni düşürüp aklıma,
kapatmak gibi kepenkleri.
seninle yalnız kalma çabası koca bir kabalıkta,
bir aksam üstü belk ide
iş dönüşü trafikte,
şarkı tutmak radyodan
sonra kendine gelmek bir düş dünyasından ilk otobüsle,
gerçeklerinden yoruldum!
hayallerinle ısıt beni
geleceksen haber ver
önceden yokluğuna alıştırayım kendimi,
varsan
hayatımda bir türlü eksiltemediğim
hangi tanrıya isyan etmeli?
bir çaresi var mı?
yoksa bir şehir efsanesi mi olacak,
tenine dokunmak icin yanıp tutuşurken ben,
sen bir kadeh şarapla avuturken kendini,
hangi yeni yıl teselli edecek?
eskiyen kalplerimizi...

bir balığın intiharı...

sığ bir düşünceye tutunup
kıyıya vurmuş bir balina gibiyim
oradan geçenler intihar ettim sanıp
ellerinde kovalar
su taşımışlar bedenime,
dualarıyla umut...
minicik elleri gövdemde
yanık sesli bir çingene şarkı söylerken
kapanmış gözlerim
hüzün dizboyu
dalgalar yetmemiş susuzluğumu gidermeye
ne de ıslak örtüler üzerimdeki
ağlarken kadınlar
ben bir sığ düşüncenin içinde
aklım karışmış yorgunluğunun gökdelenine,
çatısından kendini boşluğa bırakan senmisin?
benim anlamaya zorlandığım
belki de yılların ardından biriken ihtiyarlığım
intihar süsü verilmiş kıyıdaki yalnızlığım
benim için sende ağlarmısın?

26 Eylül 2013 Perşembe

geç kalmak...

inceldiği yeri yok bunun
kırılmayacak!
kaç şişe daha birayla cilalasan
bu kafa sarhoş olmayacak!
biriktikçe büyüyor çaresizlik
ertelemek hala,
kuru sıkı bir tabancayla ateş etmek
çok gürültülü ama
çok etkilemeyecek...
her aşk şarkısıyla tazelenen gerçeklik
ayıldığın zaman ki başağrısıyla sersemletmeyecek
büyülü bir kara evde uyanmak gibi
tüm renklerin ihanetiyle başlamak güne
gördüklerin,
göreceklerinin teminatıdır bundan sonra
söylediklerin,
duyacaklarının...
berrak bir su limanında
sığıntı olmaktan başka birsey gelmiyor elinden
yorgun bunca yıl fırtınalarda yol almaktan
çürümüşlük ruhunda gizli
bedenin hicbir zaman
seni ele vermeyecek
gülümsemen, takındığın masumiyetin
kaç el daha değdikten sonra tenine
artık eskisi kadar güzel gelmeyecek
baktığında aynalara...
söylediğin sözler
yalanlar kadar içten
bir o kadar soyutlanırken dünyadan
başka bir doğum seni temizlemeyecek
başka bir dokunuş hafifletmeyecek
alacağın cezaları
sonraki otobüsü beklesen bu satte
hiç bir otobüs
o kaçırdığın kadar boş gelmeyecek
başka kadını sevsen bundan sonra
hicbir kadın onun kadar
seni sevmeyecek...

24 Eylül 2013 Salı

yorgun...

ağzımın içinde geveleyip durduğum ne?
imlasına da kuralına da
her okuyanın anlayışına da
susasım geliyor bazen
yorgunum,
her yorulduğumda bunu söylemekten..
bir ter damlası süzülüp inerken sırtımdan
günde 12 saat çalışmaktan
yoruldum
her akşamın oluşunda
hiçbirşey olmamış gibi
eve gelip gülümsemekten
yoruldum
aynı nakaratların
benzer bestelere
meze olmasından...
durmadan içmekten
ve her sabahından ayılmaktan
yoruldum
sarhoşluk tadında bir hayat sürmek isterdim
zengin olamasamda
kasım'ı beklemekten
ekim'in kızılından
eylül'ün vurdumduymazlığından
ve her birine ayrı anlam yüklemekten
yoruldum...
aynı insan muhabbetlerinden,
sevda sözleri tüketmekten
çok yaşamış, çok öğrenmiş gibi
bilge edalarından
ben bunu böyle yazıyorum diye var
ben sussam kışa döner baharların
ben gidersem ardımdan
doğmaz güneş
ben geldim diye mi bu kadar güzelsin?
her zerafetini
hayra yormaktan
yoruldum...
kısacası
aklımın kahverengi saçlı kadını
durup durup sana gelmekten
yoksan
birine bakıp çıkacaktım diye
bahaneler uydurmaktan
dahası sensiz bir hayatın
gizli öznesi olmaktan
yoruldum...
şimdi azat et beni
bırak zincirlerim boynumda kalsın
senden sonra hangi kadın görse
bir enkaz devralacağını bilsin...

kayıt zamanı:Şimdi...

Günah!

ayıp mı bu?
günahların en büyüğü mü..
öpülmek bir yabancı tarafından?
ya sevilmek
kaç aşk sığardı
sıradan bir insan kalbine
ya bir kadın
kaç erkek tarafından sevilebilirdi aynı anda?

neresinden bakarsan bak
akıl almaz
mantık sınırları yetersiz kalır düşündükçe
ne ben korkusuzca dokunabilirim sana
ne de sen
ben dokunduktan sonra
eskisi kadar masum kalabilirsin
şeytan bunun neresinde?
parmağındaki metal halka
ben seni öptükten sonra
bir halta yarayacak mı?
bahane olacak mı?
sonsuza dek birlikte olacağız yalanına...

sana dokunmadığım her an
ve düşlemediğim zaman seni
benden uzakta
uyumaya çalışırken
kasıklarında hissettiğin o sancı
sıcaklık
dokunmak isteyipte utandığın kendinden
o kaçış tutkusu
sahip olduğun hayattan
bir fırtına içinde yol almaya çalışmak gibi
eline artık ağır gelen
parmagındaki o metal halka
ben öpsem seni en ıslak yerlerinden
benden sonra sen
yanmazmısın artık
her aklına düştüğümde...

ayıp mı bu?
günah mı?
bu kadar isterken seni yazamamak
hangi mezhepte inkardı?
ansızın kaçıp giderken kollarımın arasından
dudaklarını yalayıp durduğunda aldığın tad
bu günah karşılığında alacağın cezaya
isyan olmayacak!

hepsi bundan ibaret
an'ı yaşarken kollarında
tüm bir hayatı çöpe atmayı göze alırken
gelirken kollarımın arasına
ne bir aile
ne sadakat
ne de inançların
içindeyken ben
en tatlı anında
hiçbir anlamı kalmayacak
üstleniyorum her günahını
tenindeki her yer
terle ıslanarak
senin olmak
parmağındaki o metal halkaya rağmen
ve attığın imzaya
verdigin söze inat
benim olmak
ayıpsa bu eğer
beni taşlasınlar
günahsa eğer
en sıcak kazanlarında cehennemin
beni yaksınlar !!!

kırılganlık sınırı...

monologlardan sıkıldım.
çift kişilik sevdanın,
tek konuşanı olmaktan...
ve eşitleniyorken paydası
susmaktan...
hazırken varlığına
yokluğunla terbiye edilmekten yoruldum
daha fazlası gerekli güçlü olmaktan
güçlü olmaktan bıktım
ağlayamamaktan utandım
aklım fikrim varlığında
adam olmak bana göre değil
sensiz bir ömrü sonlandırmaktan
öyle basit ve düz bir mantıkla
bu kadar gerçek olabilecekken
yanılıyor olmaktan
yanılmaktan
bir sevdayı
başka bedenlere taşımaktan
oynamaktan ki
bu kadar iyi oynamaktan
en hakikisi benim bu yalancıların
yalancıktan yazmaktan
ve yazmak
sensiz bir hayata katlanmak icin
mastürbasyon çabalarından
uyuyorsun ya şimdi
o soğuk yatağa yalnız girmekten
alnımı yaslayıp sırtına uyumak varken
uyumak icin her gece
şişelerce alkole sarılmaktan
sarılmak dedim ya
kokun üzerimde hala
bir kadın en güzelinden...
en güzel kadın sensin!
yoksun
'canım yoksun' diye diye yanarken
öyle işte
çok söyleceği varmış gibi
dolu dolu yazıp
ansızın susarken
olmadığını anımsayıp
şimdi tüm bunları sana hazırlayıp
okumazsın nasıl olsa deyip
silip atarken
günaydın bebeğim..
ben'li bir güne uyandıramadığım için seni
suçluyum
eğer bensiz bir hayat yasamak
ağırsa senin için

Usta!

birazdan gelmem usta bekleme beni...
bu kadeh bitsin kalkarım.
bu sarhoşluk başa bela,
insan alışmaya görsün,
ayılmak istemiyor...

birazdan gelmem usta bekleme beni...
sen bırak sofrayı yarın gelir toplarım
bu sevda başa bela.
alışmaya görsün insan her sarhoşluğunda,
sevdiği kadına daha fazla tutuluyor.

birazdan gelmem usta bekleme beni...
söz biter burada,
abartısı yalan olur...
insan susması gerektiği yerde susmadığı için,
en güzel sofralar içkiye meze olur...

birazdan gelmem usta bekleme beni...
bu sofradan doymuş bir fani gibi kalkmalı.
yenilere yer açmalı.
ben göreceğimi gördüm...
bundan sonrasını olduğu gibi bırakmalı...

birazdan gelmem usta benden geçti...
en kırmızısından seçtiğim kafiyeleri,
en koyusundan düşkırıkları,
kangrene dönmüş yaraları,
antibiyotik fayda etmez,
kes gitsin gayrısını...

birazdan gelmem,
gelemem usta affet beni...
vakit tamam.
demir almalı bu limandan.
geçici heveslerle aldattık kendimizi,
ten kokusuyla büyülendik,
bir kadın öptü diye iddialı laflar ettik,
gel gör ki
öpüldüğümüzden beri büyüyemedik.
sevda iklimindendir diye,
her kahra eyvallah dedik,
sevdamız gitti...
biz basit bir yenilgiyi bile kabullenemedik...
ben artık gelmem usta bekleme beni!
istesemde gelemem...
ben bu kumarı değil ama,
bu hayat beni kaybetti...

aldatmak!

içine kanadın mı beni düşününce?
başka bir yabancının teri düşerken tenine
nefesinde bir yabancı nefesi
ısırırken dudaklarını
gözlerin sımsıkı kapalıyken
karışıyorken inlemelerin gecenin gölgelerine
aklına geldim mi?
beni mi aldatıyordun o an,
kendini mi?
sarılıp uyuyabildin mi sabaha kadar?
bana sarıldığın gibi...

yangın anında ilk kurtarılacak...

seninle konuşurken
saate durmadan bakıyor olmamın bir anlamı olmalı
geçmesin diye belki de
uykun gelmesin diye
belki de uyumıyayım diye
belki de ne bileyim
çocukca mazeretler uydurup kalalım diye

seninle konuştuklarımı
altalta yazıp birleştirince
şiir oluyor biliyorsun di mi
sen gidince ben
bunların hepsini alıp
alt alta koyup yeniden okuyorum

sınır devriyelerinden kaçmayı başarmıs
tüm kontrollere rağmen
sanki gizli bir geçidi var
yüksek dağları arasından aklımın....
su yatağını bulmuş akıp gidiyor sana doğru
sanki farkında değilmişim gibi
rol yapıyorum
hani
uluslararası casusluk yapanların yakalandığında
ülkesi tarafından tanınmaması gibi
inkar edicem gördüm seni sobe desen...
ben değilim diyecegim
ama bizden baska kim okusa bilecek
bariz bir şekilde ortada
prosedürlere uydurup
kanunlardaki boşluklardan faydalanıp
kendimizi aklayabileceğiz
bu mahkeme düşecek
ve kimse suçlanmayacak
tutanaklara geçecek sadece
o kadar
o tutanaklar
metal gri yeşil renkli bir dolapta küflenmeye bırakılacak
ve yangın anından hiçbir önceliği olmayacak
kurtarılacaklar arasında...

aklımın oyunları bunlar
hastalıklı bir beynin
sınırların ötesine geçmesi gibi
mazeretim kusurlu
açıklaması saçma
yine de burda olman
ve bilmek bunu...
okuyorsun öyle değil mi?
tutabiliyorum yani seni
yanımda
aklıma gelen herşeyi yazarak...

20 Eylül 2013 Cuma

Polyanna'nın canı cehenneme!

kaybedecek birşey yoksa,
bu ne büyük nimet görmüyor musun?
yeniden başlamak için...
kaybedecek birşeyin yok işte!
zor olan ne?
uzak mesafler mi?
coğrafya yalan!
insan tek gerçek.

kalemi de silahı da unut
sadece yaşa!
polyanna'nın canı cehenneme
pembe hayallere ihtiyacımız yok
silebiliyor musun herseyi?
kaybedecek ne kaldı?
yaşadıkların mı?
kendine aşık oluyorsan eğer
tek başına kaldıgında
hep bir başlangıcın olur...

hiç,
bir erkeğin kadını olmadın sen...
bunu hatırla
adamlar oldu hayatından gelen geçen,
ama hiç bir erkeğin kadını olmadın sen...

geç teşhis...

yanında olmak,
dibe yol almaksa
ben çoktan geçtim o yolları
şimdi bir hüznün kıyısında
bekle beni
birazdan geleceğim
elimde söylenmemiş bir kaç söz
uyumakla heba edilmemiş
bir kaç dakikam daha var...
elinde feneriyle,
aforoz edilmiş üç büyük dinden
dağınık saçlarıyla
bir kadın olarak sen!
bekle beni
zor zamanlar için saklayıp
esirgediğim
bir kaç tebessümüm daha var..

yoksun sen
üstüne oynuyorum ömrümün kalan yıllarının
elimdeki kağıtlar en rezilinden
kaybetmek kaçınılmaz
sevgili dediğin,
bu hayatın kahrına katlanmak için
en geçerli mazeret değilmidir..?

hayat dediğin,
ertesi yarınlarla biriken
mutluluk yumağı...
yalnızlık,
tek başınayken kaçtığın...
huzur,
en uzağında baktığın yerden...
baktığın yer hala ateş içinde
ve sen yanmamak için
gölgesine sığınırken en kuru ağacın
uyumaya çalışırken
uykusuzluk,
en derinine işleyen,
bir kanser gibi her gece
soğuk yatağında yatarken
diğer yarısı boş,
hic bir iz yok yanındaki yastıkta
aklının tamamını meşgul ederken
o kadının kokusu,
serserilik kanında var...
ama o serserilik
bu sevda da hüküm sürmez...
bu gerçeklik kanımda var.
yokluğunun etkileri uzun yıllar sonra
derideki lekeler
saçlarındaki döküntüler gibi
iş işten geçtikten sonra
ortaya çıkacak...
erken teşhisi yok bunun
bu beden
baska hiçbir kadın tarafından
bu denli
kullanılmayacak...

18 Eylül 2013 Çarşamba

yarım...

seninle tamamlıyorum şimdi
uzun bir öykünün
çok uymasa da imlası
okuyan anlar!
bir uçak bileti kadar yakındık biz
o uçak hic yakınımızdan kalkmasa da
bir yürüyen merdivende birbirine sarılan iki sevgiliydik
bir asansörde kalan
şehirlerarası bir otobüste yanyana oturup
kimseye belli etmeden sevişmeye çalışan...
kokun üzerinde diye
o yatakta yatmayıp
seni özledikce
uzaktan bakıp ağlayan...

Kürt Kızı Masalı...

beklediğin neydi?
yanıma gelirken aklından geçirdiğin
bulamadın diye şimdi içini çekip
arkanı dönüp gitmelerin..
fazla mı çıplaktı ruhum?
görünenler fazla mı gerçekti karşında
basit sıfatlarla betimleyebileceğin bir hayal kahramanı olamazdı
belki de bu yüzden
uğradığın düş kırıkların...

beklediğin neydi ki simdi...
gördüğünde yüzünü buruşturup
belli olmasın diye
belki de anlamıyayım diye
seçtiğin en renkli maskelerin
çok mu yukarıya koymuştun beni
ulaşılamaz gördüklerin arasında
hangisi karşılıksız çıktı vaat ettiklerim
ne görüyordun ki baktığın yerden
yanıma kadar sokulup içine çekerken beni
hangi sözüm yarım kaldı
yankılandım ve sesim
kısıldı birden
kasılırken zaman,
yavaşlarken
neresinde kaybettik birbirimizi
incecik bir ip üzerinde
düşürmemek için diğerini,
düşmemek için belki de
sarılırken sımsıkı
kendi aklımızın içinden geçerken
hangi dönüşü kaçırdık?
haritanın neresindeyiz şimdi
oysa
sen bana gelirken beklediğin neydi?
şimdi suskun
susmak hançerliyorken yazılanları
söylesene durma hadi itiraf et
en acısına hazırla beni
yalan de bitti de başlarken
bir adam arıyordum de
okurken yazılanları...
bir gercek,
olmayacak kadar hemde
bir suistimal,
bir kullanımlık plastik parçası...
ambalajı açtığın anda kullanmasanda eski haline dönmez artık
yeni diye satamazsın bu bedeni!

beklediğin neydi ki?
bir rüyaya uyanmak gibi...
bir rüya...
saçları siyah
gülümseyen bir kürt kızı gibi
küçük bir kız
öpse gözlerimi
bozulur büyü silinir parlaklığı düşlerinin,
yakışıklı prenslerin tekelindeki...
o masallardan biri değildi bu
öpülünce kurbağanın yüzü
siğil bulaşmasın diye öğürürken
midesi bulanıp belli olmasın diye
kırılmasın diye kurbağanın kalbi
sımsıkı kapayıp dudaklarını
arkasını dönüp kaçtı prenses...
bir hoşcakal bile diyemeden

gel zaman git zaman
bir daha ne prenses indi o derenin kenarına
ne de kurbağa
yazmadı prensesi
bundan başka hicbir satırda...

bir zaman hatası...

kırıkların arasından sızıyor gibi
yazdığım her söz
ürkekliğin bir ceylan yavrusu
nefes alsam korkuyorsun
korkuyorum söylemekten
ordasın
varlığın büyülü bir ırmak gibi
dokunsam bozulacak neşesi gecenin
dokunmazsam bir o kadar karamsar
beklesek zaman kaybı
zaman her ikimiz içinde
tahammülü olmayan bir hata gibi
çok zamandır hatalar
bir yaşam biçimi
unuttuğumuz içindir belkide
kazanmak
gerçek olamayacak kadar güzel
bir hayal gibi...

17 Eylül 2013 Salı

Ben !

çok beklemekten sıkılmak,
bu yüzden ayrılmak o duraktan
yürürken yolda
kaçırmak geç gelen otobusleri
zamanlaması tutmayan birliktelikleri
en uygunsuz yerinde bitirmek
afili yalnızlıkları göze almak
ve ne zaman yalnız kalsam
en rezilinden birliktelikleri aranmak
gecenin bir yarısı
diğer yarısı boş bir yatakta..

yaşamak diyorsun ya adına
yaşamak işte
yarım yamalak
motorundan ses gelen 99 model bir şahinle
uzun yola çıkmayı göze almak
gittiği yere kadar diyorsun ya
gittiğin yer
bir halta yaramayacak
kaçmak diyorsun ya buna
bir adı sürgün kendi bedeninden
uzağa atmaya çalışmak
aklına düşenleri
unutmak
hala kalemi güçlü şairlerin
satırlarından okunacak
doğa üstü güçlerim yok diye mi bu kadar çaresizim
olduramadığım için
içimden geçenleri
adam olamadığım belki de
olsam da
ne kadarı bana ait olurdu
yarısını bile sevemedin içimdeki çocukluğun
yarısına bile katlanmazken sen
bu işe yeni başlamış bir ressam gibi
düz bir çizgiyi
iki nokta arasında çizemezken ben

ben...
ne çok başladığın ama
bir türlü tamamlayamadığın
gelecek zamana ait cümlelerinde
öznesine gizlenen ben...

bir hayat sunmak bu kadar kolayken
en zoruna saplanıp
düzgün bir cümle bile kuramayan ben...

ben
şimdi yalnız olduğum için değil
yalnız uyuyamadığın için sen
yanında değilim diye
her gece öfkesini bin parçaya ayırıp
kendi içinde etkisiz hale getiren
her gün yeniden
anımsarsın diye bir gün
oraya buraya tuhaf notlar düşen

ben
alkol biter
narkozdan erken uyanan bir hasta gibi
acısının ortasına gözlerini açan
ölmek nasıl tatlıdır ama ölmek
uzaktır senden
yaşamak acısına rağmen
yokluğunda
eğer bir gün geri gelirsen
umudu taşımak içinde
sensiz gecen her geceden sonra
acıyla uyanmak sabahın bir saati
dudaklarımı ısırırken...

görücü usulü...

olmadık yerinden kırılacak umutlarım
tamiri imkansız
tarifi zor
görücü usulü evlilik gibi birşey bu
gördükten sonra boşanmak için
bir başka görücü gerekmeyecek
yaşandıktan sonra geri dönülüp
sana uymayanlar
bir kalemin arkasındaki silgiyle silinemeyecek...

15 Eylül 2013 Pazar

Gerçek !

palavra bunlar..
başka kadınların kokusu var satırlarımda
başka hayatların gölgesinde geçiyor yalnızlığım

palavra bunlar
iş olsun diye yazılıyorum
seçilirsem eğer keyfime bakıp
ertesi gün yeniden doğuyorum
yabancı bir yatakta
damağımda başka tenlerin tuzu
titremelerimi sarıp beni içine alan
yalancı bir şehvet aklımda

palavra bunlar
geceler boyu seni düşünen ben yalan
hayatla ölüm arasında
kararsızca durup yazı tura atan
olasılıklarını hesaplayıp gelmemenin
her gece geçmişe yol alan
düzeltmek için değil
bir daha tekrarlanmasın diye
huysuz bir çocuğu eğitmeye çalışan
bir türlü büyüyüp adam olamadı diye
tek ayak üstünde beklemeye bırakılan ben yalan...

palavra bunlar
sözlerimde kalan erkekliğim
karşına geçince konuşamayan
sen gidince hırsından dağlara çıkan
yalan
gelirsin diye gözlerini ufka yatıran
gelmezssin diye umutsuzluğa düşüp yorulan
yalan
birşey yokmuş gibi gülümseyip duran
içini çektikce kalbi ağrıyan
hadi şimdi unut bunları
senden sonra yarım kalan ben yalan
umursamadığın, belki de korktuğun
kaçtığın büyük bir yalandan
sığındığın gerçeklerin ışığından
gözleri kamaşan sen
bu kadar mı üşüdün şimdi
sıcaklığımdan korkup kaçmak icin bahaneler arayan
hazırladım işte simdi en büyük yalanlarımı
en buyük hezimetlerimi sana sakladım
senden sonra hic ağlamadım
yalan
unuttum kokunu yastığıma sinen
dokunuşların aklımı başımdan alan
sesin bir melek sesi gibi
beyaza boyayan
bu karamsarlık içinde boğulan
ben
yalan

palavra bunlar
yazdığım sen değilsin
yazıldığım
kırmızı saçlarıyla seyrimde süzülüp duran
aklımın büyüttüğü sevdam
bu ateşi tutuşturup
küçük bir kız çocuğu gibi
annesinin eteği ardına saklanan
inkar edip varlığımı
gözlerini gözlerimden kaçıran
yazdığım her kelimeden utanan
sevgilim...
gerisi yalan

palavra bunlar
senden başka herkes için inanılası,
senin için
inkarı en kolay olan....

14 Eylül 2013 Cumartesi

İsyan !

bir çığlıktır bu,
sesin kısılıncaya dek...
avazın çıktığı kadar,
meydanlarda slogan atmak..
bir öfkedir bu,
elinde tuttuğun kızıl renkli bir bayrak...
kavgadır bu,
yürümek yoksulluğunda yalın ayak...
avuçların kanasada,
zincirlerini koparmak,
canının yanmasına inat...

aşktır bu,
yarısı hiç kullanılmadan
geri iade edilen bir hayat...
sevmektir bu,
sözün bitsede,
vaat edilene inanmak...
öpmektir bu,
güzel sevgilinin hayaliyle uyanmak...
ayrılıktır,
uzun zamanlar ardından
kavuşmak...
kazanmak,
bir çok insan tarafından inanılmayacak kadar
büyük bir yenilgidir,
izleri bedeninden
yıllar geçse çıkmayacak
bir işkence sonrası
damarlarında elektrik kıvılcımlarıyla susmak...
ağlamaktır belki de
gülmek,
tek başınaysa eğer
çılgın topluluklar tarafından kınanmak..
utanmak
yetmiyor diye zenginliği ruhunun
içindeki çocukluğu paylaştıramamak...
özgürlük
populüst rejimlerin tutsaklığından kurtulup
ucuz söylemlere kanmamak...
kırılsada kolun,
o elindeki pankartı bırakmamak...
eşkiyalıktır bu,
çıktığın dağdan inmemek için
yüce devletline başkaldırmak...
ölmektir belki de,
kırmızı saçlı bir güzele
kullanılmamş bir hayal sunmak...
yaşamaktır en adice,
birşey olmamış gibi
her sabah uyanmak...
kınından yeni çekilmiş bir bıçak
sanki hiçbir tene değmeyecekmiş gibi
korkakça havada savrulmak...
akıldan çıkmış yeni bir söz,
sanki sevgilin tarafından duyulsa da
anlaşılmayacak....
kasvettir ilkbaharın ortasında
ayrılık
ukalaca bir tavırla
tarihteki yerini alacak...
kavgadır bu,
uğrunda harcanacak bir can
ya ülkemin ya senin
dizlerine kapanıp
öfkesinden boşalıp dolu dizgin
ilk defa tutulmuş gibi bir kız çocuğuna
salya sümük ağlayacak...
aşktır bu,
senden başka hiçbir kadın için
bu kadar dolu yazılmayacak...

13 Eylül 2013 Cuma

ölmek ki gerekirdi?

bir düğmesi olsa ve çevirince
değişsse tüm bu olan biten
ikinci bir seçenek olsa ve onu denesek
olmayınca
geri alsak
neresinden bakarsan bak
soylediğin her söz
aleyhinde kullanılacak
inkar etsek neye yarar
hala mutlu bir çocukluk
başka insanların tekelinde kalacak
hani olurya bazen
şimdiki aklım, o zamanlarda olsaydımlara karışır hayaller
en zorudur belki
geçmişe dair hayaller kurmak
sen elindekilerle yetinmek zorundayken
insan nasılda bilir ve görmezden gelir
inandırır belki de kandırır kendini
daha iyisi olabilirler karşısında
mutluymuş gibi yaparak
hepsi bir rüyadan ibaret
ve uyanır insan
yeniden başlar yaşamaya
sanki önceki hayatlarında
çok mutlu olmus gibi
yeni hayatına sırıtarak

ne kadarına alkol gerekir düşüncelerin
iyimserlik havası takınarak
güzel kelimeler yazmak icin
neresinde tatmin olursun
bu yeterli kafi artık diyerek
vazgeçmek mutluluktan
kangrene dönsede içindeki o yaralar
ameliyatı kabullenirmisin?
yoksa bi süre daha mutlu yaşamak için
kalan hayatını feda edermisin?
belki de organ nakli gereklidir
hangi organı kabul eder bedenin?
ya o organ istemezse seni
bu uyuşmazlık için
başka kaç organ daha gerekli?
dolmuşsa vadesi yapacakların için tanınan sürenin
kaç aşk daha gerekir insana
bir kaç satır daha yazdırabilmesi icin?

düşer başın yorgunluktan
kapanırken gözlerin
bir yudum daha olsaydı dersin
yetmezken içtiğin
nasıl da başarıyor insanlar bunu
mutsuz olman için
bu kadar ortadayken yaratılmışlık

sen benim,
ben seninleyken...
eksik kalan neydi?
gereken neydi
bir efsane olabilmek icin
illaki ölmek mi?

12 Eylül 2013 Perşembe

günah çıkarma...

bir itiraf değil bu.
bu bir yanılsama
beklentilerin ötesinde
umulmadık bir yenilgi
kaybın farkına varmak için çok erken
farkına vardığında
telafi için geç
bir savaştı bu
icine düştüğünü gördüğünde
elindeki son silahla saldırmak
tutunmak hayata
çabası içinde büyüyen bir hırs
hayat çoktan bıraktı seni
sorumluluk sende
suskunluk bir seçim
konuşmayı bildiğin gibi
dönüp arkanı gitmeyide bilirmisin?
aklına düşürmeyi çalısmak gibi
en olasılıksız hayalleri
hesapsız kitapsız dinsiz bir putperest gibi
boşluğa düşerken inanmak neye yarar
iman dediğin
son nefes verirken gelirse eğer
hangi tanrı buna kanar?

flu görüntüler arasında
kör bir ressam kadar aşıktım denizin mavisine
sağır bir dilsiz gibi dinliyorken melodileri
parmakları kesilmiş bir şair
kaç aşk daha yaşasa
yeniden yazabilirdi eline alıp kalemi
kaç tende daha söndürülse bu şehvetin ateşleri
yeni bir ten özlemeden durabilir bu içimdeki hayvan....
bulutsuz bir gökyüzü kadar sakin
hazırlanmakta öfkesine kan kokusuyla terbiye edilmiş
günahına girmek için üstünü değişmiş
jöleli saçları traşı kısa kesilmiş
bir liseli kıza sunulmak üzere yeniden revize edilmiş
bu beden
bu daha önce hiçbir kadına söylenmemiş gibi
kızarırken yüzü dudaklarının arasından çıkan her kelime
kaç kandırmaca daha kaldırır bu ten
kaç dokunuş daha gerekir
eskimek için...
ya da kaç günah
cehenneminde yeterince yanıp
uslanmak için tanrının...

bir el cantasına sığabilecek kadar az yaşadım aşkı
bir yaz telaşına meze olacak kadar
ilk alkol kıvamındaki sevişmede
ayılınca unutulacak kadar
doğum kontrolündeki başarısızlıklarım
kanlı kürtajlara neden olduğum için belki de
her sevişmemde biraz daha lanetine maruz kaldım

tahayyülü zor rüyaların ter içinde uyanmaları
kaçınılması her zaman imkansız oldu
bu yüzden yüzsüz bir ihtiyar gibi
kabullenişim yenilgiyi
ve utanmadan yeniden başlamak
her uyanış yeni bir zafer çığlığı
her çığlık gozlerimi ıslattı
her inleyişi kollarımdaki kadının
bu kaybın acısını
biraz daha ağırlastırdı

kırılganlığıyla ölçülüyordu bu aşkın özverisi
ve hangimiz daha vericiydi yetmezliğinde
kan kaybında
nasıl ölçülürdü sevginin büyüklüğü?
nereye üflemek gerekiyordu trafik çevirmelerinde
kanımda ne kadar sen bulunursan cezaya girmezdi bu
üzerimde ne kadar kokun
akli dengesizlik sayesinde
kurtulmak için bu cinayetten
kaç şişe daha içmesi gerekirdi insanın
kendi intiharında sorumlu tutulmaması için?
kaç yalan daha
beni bırakıp gittiğin gerçeği unutulabilsin...

1 Eylül 2013 Pazar

sen tutulması...

bir hüznün ne kadarını saklayabilrsin?
seçtiğin kelimeler arasına...
kullanılmamış kafiye hangisi daha önce?
kokusu sinmemiş olsun başka kadınların
hangi çığlık bastırlabilir özlemden doğan
hangi çağrıya kayıtsız kalabilirsin
gecenin bir yarısı
yokluğunda sızlayan bir yaranın
yeniden açılmasıyla
kabuğunun kenarından sızan bir damla kan
ne kadarını içinde tutabilrsin bu sevdanın
hangi kelimeyi seçsem
rahatlatır beni yazarken,
okurken seni...
gülümsemenin ruhum üzerindeki sakinleştirici etkisinin inkarı varmıdır?
teninin kışkırtıcı etkileri gibi
senden sonra bir daha bu denli büyük bir yangın çıkarmı
bağışla beni
tutulup,
tutunma arasında bir yerde kararsız
susma ve söyleme arasında sıkışmış
bir yanım bırak gitsin diyor aklında ne varsa
diğer yanım suspus olmuş
okursan eğer bu satırları
aklına düşermiyim kaygısında..

bekliyormusun beni?
ben hüznümü saklamaya çalışırken kelimelerim arasında
anımsıyor musun?
herhangi bir anında en olmadık yerde
mesela
hani işin başından aşkınken
ya da aksam olsada eve gitsem derken
ya da arkadaslarınla birlikte eğlenirken
gibi tuhaf tahayyüller arasında
gecenin yarısı seni aklıma düşüren neydi?
aklım fikrim teninin yansımasında, aklım üzerindeki
sen tutulması bu gölgesinde kaldığım
nasıl birşeydinki sen
bir türlü anlatamadığım
mucize gerek bize belki de
hani mavi pelerinli kahramanların
yapabileceği türden
büyük bir parkın yeşil çimleri üzerinde
uzanıp izlemek gökyüzünü
uzanıp öperken güzel dudaklarından
içime cekerken nefesini
nasıl bir histir o
mavi göğün altında
dokunurken sana
işte tam o anda
uyanıvermek
kokun sinse üzerime
yeniden uyusam sarılıp kendime
tek dilek hakkım olsa bile
sen dilensem
şimdi gelsen...
gelmediğin her an
içimde büyüyorsun
resimlerinle avutuyorum kendimi
hayallerimle kendimi kandırdıgım gibi...

Güneşin Kızı !

sen güneşin kızı...

kapatılmış gölgesine bir yanlızlığın,
ayak bileklerinde kelepcelerinle,
 ne kadar dans etmek istedin yıllardır yapamadın...
bir kuru huzur karşılığında tüm hırslarını bastırdın.
Şimdi aklının iplerini salıp,
duvarlarının çatlakları arasından sızan ışıklarla kışkırtılıyorken,
uzun süre önce koptuğun o düş bahçelerinin hayalini kuruyorsun.
O yemyeşil bahçenin içinde
çıplak ayakla koşmak ve ıslanmak
bir yaz yağmuruyla...
Belki eskisi gibi olmayacak bu,
beklediğin gibi olmayacak bu heyecan bu tad...
İlk defasında olduğu gibi
için kıpır kıpır açmayacak belki
ama bu sabırsızlık içinde büyüyor şimdi.
Kalın duvarların arasından sızıp içine,
kışkırtmak bastırdığın tüm çocuksu isyankarlığı...
Parcalarını yerine koyup,
bütününde sana ulaşmak...
Okumak her kelimeni,
her satırını,
sen sabrını kaybettikçe
telaşına tutulmak...
düşlediğimden daha büyük bir hayal gibi duruyorsun..
sanki haddim değilmiş gibi
bu güzel kadını yüzyıllık uykusundan uyandırmak...

izinsiz ve kaçak bir rüzgar gibi nefesim teninde..
utanmaz ve yüzsüz bir ukalıkla cürret etmek
en mahrem yerlerini hayal etmeye...
yazmak kadar büyük bir kefiyse
senin için okumak,
tüm bu başkaldırıyı,
bilmelisin...
bu tutku tutuşturulduğunda ucundan
söndürülmesi asla kolay olmayacak...

elinde pamuk şekeriyle bir sağa bir sola koşuşturan,
çığlıklar içinde o küçük kız çocuğu,
kahkahalarıyla kızaran yüzü
ve korkmadan güneşe bakan
tüm uyarılara rağmen
merak eden sıcaklığını,
pes etmeden
ve yorulmadan,
inadına hayatla dolan o kadın yeniden açıyor kendini..
ilk baharda susayıp aşkın ışığına
yapraklarını açan papatyalar gibi..

adını bile bilmediğin bir kasabadaki ağaç evinde
yalnız basına bekledigin o yabancı benim!
gecenin bir yarısı geleyim diye hayallere daldığın...
konuşmak ve söylemek için tüm o sustuklarını...
ıslaklığın,
ağlamışsın
akmış makyajınla,
tenine yapışmış elbiselerin,
nasılda ürkek
ve acelecisin hazırlanmak için...
daha yeni bahçesinde oynamış,
eli ayağı toz toprak içinde bir kız çocuğuyken,
temizlenip bir anda büyüyüp kadın olmak istiyorsun...
bir adam için ne kadar hazır olabilirsen o kadar..
büyümek
belkide sözlerinle bir adam için
ne yazılabilecekse onu yazmak için...
en sevdiği pembe içkisinden bir kadeh doldururken,
o an işte durdurmak zamanı
ve beklemenin tadını çıkarmak...
O'nun için yollara düşen adamın var olduğunu bilmek...
O'nun için rüyalara yatan adamın hayallerinde yaşamak...
elinde içkisiyle
evinin köşesindeki küvetin içine girip öylece beklemek...
ve düşündükçe hayallerindeki adamı
bedeninin arzularına karşı koyamamak...
durmadan saatini kontrol edip
her an o sesi duymaya hazır olmak....
''canım..''

Midesinde uçuşup duran kelebekler..
ne zaman mutluluğu bu kadar derinde hissetse bunu yaşıyor..
hüzünleri dibe vurdukça..
yüzündeki gülümseme
bitmeyen bir enerjiyle artıyor...
sevdiği,
istediği,
arzuladığı hayat bu...
her parçasını ortaya sundukça
adamın bulmasını bekliyor..
her resim ortaya çıkınca
yeni bir bulmaca,
her söyleyeceği kelimeden
sonra saklanmayı seçiyor...
hiçbir zaman ele vermeyecek kendini
ve biliyor ki o adam
her parçasında
biraz daha tutulacak bu kız çocuğuna..
eğer kaybolursa bu oyunda,
doğru parçayı doğru yere koyamazsa adam,
büyü bozulacak
ve zamanında önce uyanacak uykusundan..
bilinmeyen bir güven bu..
anlatılamayan bir inanç..
ne mantıkla ne de akılla açıklanabiliyor..
tek bildiği beklediği adam o,
istediği
ve teninde arzuladığı adam o...
daha öncede görmüştü kış güneşlerini
ama bu defa farklı...

son yudumu da boğazından inerken,
bahçesinde bir çıtırtı duyuyor..
tek yaptığı keyifli bir rahatlık içinde hayal kurmak...
en yasak kapılarını açmış aklının ve teninin..
sonsuz bir hazla kelimelerine hazırlanan o adamı
bekletmemek için
büyüyor şimdi güneşin kızı...

seni görmek ve sana görünmek öyle güzel ki...