29 Ekim 2017 Pazar

Bilinç'Ötemden Yansımalar-33

bir ayrılığın ardından akılda kalan 'keşke' sözleri birikir içinde... boynunu önüne eğer sessizce kabullenirsin. bitmiştir. devam etsen yorgunluğun, katlanılmaz... bir gülümseme, bir çift kelime, 'keşke'lerin ardından sıralanan dilekler, olabilirdi, yapılabilirdilerle sıralanan mazeretler... evet olabilirdi ama ben olamazdım ozaman diyemez insan. alır ceketini astığı yerden, son bir defa kontrol eder, bir daha etmeyeceklerini, kapanır bir kapı daha, bir daha açılmayacak tarafından, ardında bırakır hayatı, yenisi henüz yazılmamış, daha iyisi olmayacak belki, daha kötüsü olabilir mi diye sormaktancekinir insan... çünkü ne zaman daha kötüsü olamaz dese hayat şaşırtır. elindeki ne, beklediklerin konusunda hayalkırığı batar içine. kanarsın...

bir kapı kapanır. yenisi açılacakmı bilmemenin ağırlığı içinde, hareketsiz kalırken, bu da geçti dersin kendine, diğerleri gibi, işte aynı geçti, hayat gibi... yarın sabah yeniden olmayacak, yeniden başlamayacak, bildiğin kokusu aynı toplu ulaşım araçlarının, yüzleri aynı gülümsemiyor insanların, şehrin aynı, gri sokakların, devlet memuru ciddiyetinde işine zamanında gelen ve giden, aklına düşenleri nerende saklayacaksın?

bir gece daha herşeyi yapabileceksin gibi hissederken, sabahında o kadar yorgun uyanmışsın sanki her şeyi yapmışsın da düzelmemiş hiç bir şey... zaman kazanmışsın, kazandığın zaman kazanırken tükenmiş, hepsini toplasan seni çıkarmaz bir yere, çıkamadığın yer uyanılacak gibi değil. gecesinde kalmak istersin. bir kadın tutar ellerinden. tutuldupun yerde kalırsın. nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan, olmuyor işte...


14 Ekim 2017 Cumartesi

Bilinç'Ötemden Yansımalar-32

en çok da havaalanına girerken merak ediyorum. X-Ray cihazından geçerken içindeki dışındaki herşeyi gösteriyor ya ekranda, içimdeki diğer kişilikleri de görüyorlar mıdır diye? Mesela kalbimin bir yerinde o umursamaz bencil tavrıyla egosu everst dağını aşmış, coğrafya kitaplarına geçmesine ramak kalmış, ukalalığım sırıtıyor mudur? ekrana bakıp kontrolü yapan balık etli esmer kadına... Mesela içine kapanık sessiz, en gerektiği zaman bile susup başına gelecekleri hakettiğini ve kabullendiğini düşünen kişiliğim, karanlık bir kitle gibi mi görünüyor ciğerlerimin arasında? ya hoyrat, damarına basılınca çığrından çıkan, durduğu yerde duramayıp kolunu bacağını sallayan o çocuk, içimde gezinip duruyor mudur? başka bir ülkeye girerken bu kişiliklerim için de vize isterler mi diye endişe ediyorum bazen. Kendime zor vize almışken üstelik...

kaç insan yanında kurşun kalem taşır? Neden taşısın ki? ne gibi bir amacı olur, neye yarar kurşun kalem. olur olmaz yerde kırılır ucu. nasıl da nazlı...
-Şurayı imzalamanız gerekiyor...hayır kurşun kalem olmaz, buyrun bununla imzalayın....
Dediğinde bankonun diğer tarafında oturan kadın, hiç düşünmez mi kurşun kalemin kırılacağını? Ne yani kalemin kurşun olması onun işe yaramaz mı kılıyor? Düpedüz ayrımcılık bu. Bu da kalem değil mi! Ucu sağlam da olsa kırılır kalem, insan gibi, ucundan olmasa bile ayrıştırıldığı yerden kırılır, kırıldığı yerde kalır aklı. Zaten nasıl bir insan kurşun kalem taşır ki yanında?

Yol uzun, hele ki zorla kaldırmışsan kendini yataktan...  trafik berbat, hangi trafik güzel ki zaten? üstelik hava berbat, yağmur içimi ıslatıyor ve elimdeki karamsar şemsiye bir halta yaramıyorken, elinde şemsiye olmadan sokağa çıkmayan insanların, yağmurlu havayı sevmesindeki ironiyi farkeden yalnızca ben miyim? en çok mavi rengi sevenlerin gri renkli gökyüzü altında romantik hayaller kurması, yüzsüzlük değil de nedir?

kadınların mutsuzluğu, ilgilendikleri adamın dediklerini değil de demek istediklerini anlamıyor olmasından kaynaklanıyor. kadın hava kötü dediğinde, havadan söz etmediğini anlayacak adam istiyorlar ve bu adamın da onların ilgilendikleri adam olmasını istiyorlar. Yani kadın istiyor ki düpedüz sarıl bana demeden, adam sarılsın ve bu adam o olsun... Bu yüzden mutlu kadınların sayısı günden güne azalıyor. Dünya mirasını koruma listesinde hızla üst sıralara çıkıyorlar ama nafile...

Okuupun kitapta senden önce okumuş bir başkasının işaretlediği yerleri dikkatli okumadan geçip gidiyorsan, o kitap gerçekten iyi yazılmış bir kitaptır. Her kitap değil ama o kitap ikinci okumayı ve ikinci okuma için harcanacak zamanı hakediyordur. Bu güne kadar okuduğumuz kaç kitap bu kadar değerliydi? Ya diğerleri? Hepsi içimizde yerini alıyor. Bazıları içinde bize yer veriyor.

Schopenhauer haklıysa eğer, doğa türümüzün devam etmesi için bizi kandırıyor. Aşk denilen şey çocuk yapmakla sonuçlanması gereken bir kandırmacadan başka bir şey değil. Belki de bu yüzden tüm büyük dinlerde doğum kontrol yöntemleri ve eşcinsellik günah olarak gözterilip yasaklanmış. keşke bu doğaya karşı olan hassasiyetlerini ağaç kesmeye karşı da gösterebilseydiler. Bu ikiyüzlülük midemi bulandırınca kapitalizmin bir gün doğum kontrol yöntemlerini günah olmaktan çıkarıp yücelteceğini düşünüyorum.

İstemek ve dilemek kavramları arasındaki farkı düşünüyorum bir süredir. Gerçekleştirebileceklerimizi istiyoruz sadece. Bedellerini heaplayıp ödeyebileceklerimizi. Dileklerimiz ise aklımızın gerçek olabileceğini kabullenemediklerinden ibaret. belki tanrı bu yüzden vardır. Bizim gücümüzün yetmediği istekler için başvuru makamı. çoğu zaman bu dileklerimiz gerçekleşmese de yine de umudumuzu kaybetmiyoruz. Çünkü umut dediğimiz şey henüz gerçekleşmemiş hayal kırıklığıdır.

neler oluyor...

yeni mesajınız yoktur yazısını görmekten yorulup
kapatıp tüm pencereleri
kendimi şarkının melodisine bırakmak
neler oluyor....

iliklerine kadar istemediğin bir işe giderken
sabahın ayazı
kalabalığın umursamaz tavrı
ne çok insan gömülmüş kulaklıklarına
yoruluyorum görmekten
onlar sessizce
bakıyor ekranlarına
ellerindeki pencerelerin
nasıl kapatmışlar kendilerini
nasıl beceriyorlar bunu
tutunmaya gerek bile duymadan
neler oluyor...

usulca cebimden çıkarıp kulaklığımı
bende bırakıyorum kendimi
çılgınca eğlenen ama farkettirmeyen
yığınların arasına
masamın başına oturmuş
eşlik ediyorum şarkıma
panceremin ardındaki yağmur
içime yağıyor
sakinleşiyorum
neler oluyor...

tanımadığım bir kadının çıplak kolu üzerimde
saçlarının kokusunu anımsamaya çalışırken
otobüs durağında buluyorum kendimi
çok dolu diye binmemiş az öncekine
sonraki farklı gelecek sanki
kimin umrunda?
neler oluyor...

alnıma çarpan her damlada
biraz daha yukarı kaldırıyorum başımı
gözlerim kapalı
yüzümden süzülen sular
kollarımı iki yana açtığımda
yükseliyorum sanki
teras katında bir sandalyenin üzerinde oturmuş
mırıldanıyorum şarkımı
tanrıma daha mı yakınım artık?
neler oluyor...

lobotomi öneriyor doktorlar beynim için
bitkiye çevirecekler beni
açık mavi önlük üzerimde
bu hissizlik tenimdeki
çiçekler de acı hissetmez mi?
koparılırken
mırıldanır mı benim gibi
şarkısını...
neler oluyor?

deniyorum
her gün yeniden dua ediyorum
bir devrim için!
kollarımı iki yana açıp
avazım çıktığım kadar bağırıyorum!
neler oluyor...

söylemeyi beceremediğim şarkım
dudaklarımın arasından çıkarken
babamın umursamaz bakışları üzerimde
omzuma dokunan elinin ürpertisi
çekip alıyor beni kalabalıklardan
gülümsüyorsun
ve bunu başka kimse görmüyor
gülümsüyorum
herkes kendime güldüğümü sanıyor
eşlik ederken şarkıma
yutkunuyorum sözlerimi
eğilip dudaklarına yaklaşırken
bilmem kaç bin santigrat sıcaklık yayılıyor damarlarıma
kulaklarımdaki uğultu
parmak uçlarımda karıncalanma
lobotomi işe yaramamış
doktorlar şaşkın
otobüsün sıkışık yerinde
şarkımı daha yüksek sesle söylüyorum
uzaklaşıyor kalabalık benden
deli midir nedir sabahın köründe!
neler oluyor...

kapısına
bir çift ayakkabı bırakılmış evin önünden geçiyorum
nasıl sessiz
nasıl kapanmış içine
biraz daha sokulup
çıplak kolu üzerimdeki kadına
fısıldıyorum saçlarının arasından
belli belirsiz görünen güzel küçük kulağına
neler oluyor...

8 Ekim 2017 Pazar

zaman hatası

dört duvar yalnızlık
üç yanı sularla kaplı şehrim
iki yanı kentsel dönüşüme kurban edilmiş
iki daire verecekler ya
ikisi
bahçemdeki erik ağacı etmez...

kadınım yorgun
binlerce kilometre yol gözlemekten
 haritasından çıkmış çaresizlik
coğrağfi enlemler
yüzölçümü gibi çaresizliğin...

açık arttırmada önemsenmemiş
elde kaldığı için
değerinden ucuza satılmış
alan kişi öfkeli
yer kaplayacak deposunda
öyle bir hayat işte
ne yazsam
türk dil ve tarih kurumuna
uymayacak...

gerçeklik bulaşıyor düşlerime
doğru düzgün hayaller bile karaborsa
seni duşunebilmek için verdiğim rüşvetler
yeni cami temeline atılmış
her vaktini kazaya bıraktığım
kazası ahiretimde...

uyuyorsun şimdi
ne çok istedim seni
sabahım inkar yüklü
kızlık soyadım
kadınlık adımdan önenli sanki?

yağmur bahanemvar benim
yakalanmışım ansızın
sana geç kaldım
mazeretim yok
bu yağmur
örtmez günahımı
ne çok sevdim
sonuna denk geldin
öpsem seni
koynumda uyuyacaksın ya
ihanetim unuttugum kadınlara
ah'ları
bulmaz mı beni...

uyku sorunu

onlarca boşanma davasını kazanmış bir avukatın evlilik kararı alması gibi ironik bir hayattı bizimkisi. bir o kadar da hesaplı, hesapların tutturulamadığı. başkalarının yardımıyla ayakta kalan insanların hayatları kendine ait değildir artık. bir yabancı gibi içine tutsak yaşarlar bedenlerinde. hırsları, istekleri, öfkeleri arzuları hep başkalarının gözünde nasıl görünür diye dizginlenir, hep yarısında vazgeçerler yaşamaktan, yine de yaşarlar. gülümser gibi yapıp küfürler mırıldanırlar, kime neye belli değil. Belli etmemek gibi bir yetenek geliştirirler mecburen, çünkü sahip oldukları başkalarının lütfettikleridir. bunu bilmek ağır, bununla yaşamak daha ağır, unutamamak her gece yeni bir isyanın bastırılması için uğraşmaktır, uyuyamamak dedikleri...

telefon kartı bitse bile çöpe atmayıp saklayanlardandım ben... sanki o kartı saklamazsam, yaptığım tüm konuşmalar yalanmış gibi gelecek diye... Gerçekçi hayaller kurmaya çabalıyorum uzun zamandır. Gerçekleşebilme olasılıkları yüksek olsun diye. Kaybetme ihtimali binde bir olan ama kazansa da kar ettirmeyecek bahisler oynuyorum. Sırf kazanmış olabilmek için, ama onları bile kaybediyorum. şaka gibi, en soğuklarını derin dondurucusunda muhafaza etmiş hayat, en ihtiyacımz olduğunda sıcaklığına çıkarıp suratımıza vuruyor durmadan.

Başkalarının o kadar kolay elde ettiklerine ulaşabilmek için bir tarafımızı yırtıyor olmamız ve buna rağmen en fazla kıyısına gelebilmemiz bir lanet gibi çökmüş üzerimize. Şükretme müeesesi devreye hep böyle zamanlarda giriyor. Boşuna değil diyanet işleri başkanlığının bütçesinin bu kadar çok olmasının. Ülkenin yüzde sekseni isyan edecek olsa zengin kalmazdı. Bu yüzden yüzde sekseni şükretmek için diyanet işlerinden yardım talep ediyor.

işe gidip gelebilmek için verdiğim yol ücretine çalışıyor olmamı kim izah edebilir ki bana? Ve birilerinin bir akşam yemeğine verdiği paranın bundan fazla olmasını... Tüm gün el arabasıyla çöpleri karıştırıp kartonları toplayarak aç kalmamaya çalışanları göstererek şükretmem gerektiği konusunda vicdanımın üzerine oynamak böyle bir bütçe gerektiriyor olmalı. Başarıyorlar, yoksa dünyanın öbür ucunda sırf dindaşlarımız diye birilerine yardım istemek cüretine girmezlerdi. Sokağımızda faturasını ödeyemedi diye elektriği kesilen komşumuza yardım etmek yerine....

Sahi, siz hala dünyanın öbür ucunda yardıma ihtiyacı olanlara gönderdiğiniz paranın yerine ulaştığına inanıyor musunuz? Amacı insanlığa yardım olan kuruluşların, sokağınızdaki insana değil de, binlerce kilometre uzaktakilere yardım toplaması sadece bana mı tuhaf geliyor? Mesela kredi kartına sekiz taksitle kurban kestirmek yerine, o parayla maddi imkanları olmayan bir çocuğun okul masraflarını karşılasaydık, ya da parası olmadığı için ameliyat olamayıp ölüme gün sayan birine yardım etseydik, daha mı az sevap kazanacaktık Allah katında? İnsanlarımızın et yiyememekten daha büyük sorunları var artık. Açlık gibi, sağlık gibi, eğitim alamamak gibi... Ama biz kendimizin cennetteki yerini garanti altına alabilmek için hacca gidip arabistan ekonomisine katkıda bulunmayı tercih ediyoruz. Çünkü mümin kardeşlerimizin paraya ihtiyacı var... Din ticaretiyle cennetten yer satın alıyoruz ve kimse bunu sorgulamıyor bile. Gerçek İslam bu mu? 'Komşusu açken tok yatan bizden değildir!' sözü lafta mı kaldı? Komşusu açken kurban kesen, hacca giden bunun için para harcayan, harcadığı parayı ne uğruna veriyor? Gerçekten vicdanımız rahat mı bu ibadetleri yerine getirirken? Cennetteki yerimizi garanti altına alalım da, bu dünyada kalanlar umurumuzda değil demek neresine sığıyor İslam felsefesinin?

ansızın içinde hissedersin, özenle kendine uzak tuttuklarını
inkarların işe yaramadığını anladığında
geç olur
yeni bir yalan için
yeni bir şehir beğenirsin haritadan
gitsen hayalini kurarken
yaşadığın tutsaklık
kaçsan
nereye?
kimden?
yel değirmenleriyle savaşmaktan yorgun
kılıcı kınında
zırhı üstünde ağır gelir
aşkı yüreğinde
aklı bir ayılsa
neler yapacak...
gözlerinden anladıkları
bir orgazm ertesi üşümek gibi
gelir tenine
 neye sarınsa
kime sarılsa
ürkekliğinin esrinde uykusuyla
içini çekse kollarında
açar gözlerini
sanmış gidecek gibi
usulca sarılmak geçer içinden
uyanmasın diye
duasına sığınır
dokunsa
ayılır belki sarhoşluğundan
şehrine geri döner
göçebe kavminden geldiğin için mi
her şehrin aşinası
kaldığın her ev
biraz daha yabancı
her yattıtğı yatak
kalk git artık diyecek
her kadın
içini çekse
kendinden bilecek...
yar'dan düşmüş
yarısını yazmış yarasının
sustuğu yer
yeni bir şehir
alıp başını geldiği
aklı geldiği yerde kalmış
kalbi kadında
içini çeken
ayağını çarpsa yürürken
kendinden bilecek...

hakkını verdik her sevişmenin
iklimi bozulmuş bir cografyanın
ansızın başlayan sağanak yağmuru gibi
dur durak bilmezken
durmuş aniden
ıslanmışız
iliklerimize kadar yorulmuşuz
karışırken birbirimize
uyanmayacakmış gibi
uyandık diyelim
inanmayacakmışız gibi
yalnız olduğumuza
kalbi kırıkların ülkesinde
görmemeyi öğrendik
ağlarken belli etmemeyi
dolu dizgin sevişirken
yorulmamayı
her bitişin ardından
daha büyük şehvetle sarılmayı
şimdi senin içinde çarpan kalp benim
benim içimdeki
kanatlarını açmış
yükseliyor alabildiğine...
öpüyorum tuzlu teninden
bu kokun var ya
siniyor ya üzerime
 uyandık diyelim
birbirimizden izler bulacaklar üzerimizde
biraz sen kalmış ben de
biraz ben
aklında
uyanmak buna engel mi?