30 Ocak 2016 Cumartesi

hatırlıyorum, ama yaramıyor bir halta!

çığrından çıkıyor yalnızlık,
gözlerin alışsa da karanlığa,
hala siyah duvarlar.
hareketsizlikten tutulmuş bacakların,
ayağa kalksan,
gidecek kimin var?

sıradanlaştığını hissediyorsun,
bir farkı kalmıyor artık,
sustuklarının,
susmadıkları karşısında.
ağır çekimde bir bardak düşüyor masadan,
uzanıp elini tutmaya çalışırken,
içindeki o düşme hissi,
daha ağır geliyor,
sanki düşen senmişsin gibi...

sigara kokusu sinmiş bir odada,
uyanmak...
sanki arkanı dönsen,
yanında...
kaybettiklerini düşündükten sonra,
daha sıkı sarılacağım,
derken,
uyanmak...
diğer yarısı boş bir yatakta...

özlemeyi bilmeyen adamların,
özlenmesi kadar tuhaf bu hayat...
sevilmeyi bilmeyenlerin,
sevmeyi yazması...
ben gidersem de sen gitme!
demiştin ya,
yanımdasın,
ama yoksun gibi,
kapatıp kendini kendine,
ne gitmişsin, ne kalmış,
ne yapacağımı bilememek,
öyle haklısın ki,
kendime bile kızamıyorum.
anlamadığım bir dilde,
şarkılar dinlemek gibi,
sanki yeterince çok dinlersem,
öğrenebilirmişim,
özlemeyi...

bir uçak daha kalkıyor topraklarına,
ve ben bir turist gibi,
bekleme salonunda,
belki yanlış koltukta oturmuşum,
belki yanlışlık,
orada olmamda...
belki yanlışlıkla girmiştim hayatına,
sırtımda çantam,
bir yolculuk için fazla ihtiyar,
konaklamak için erken daha,
senin kollarında...
nereye gittiğimi bilmiyorum.
geldiğimde sana,
öyle şaşkındım.
şimdi,
yine aynı yorgunluk,
yine,
susmak düşmüş bana.
ben gidersem de sen gitme!
demiştin ya,
söyle bu kadar yakınken ulaşamayınca,
nasıl kalınır yanında?

28 Ocak 2016 Perşembe

keşke...

oysa geçerdi zamanla
yeterince sabredersen,
mükafatlandırırdı seni tanrı,
beklediğinle...
gelmeyince,
biraz daha mı sabretmeli?
gelecek diye...

umut...
zehriyle uyuştururken aklını,
adadıkların,
nereye gitti?
şimdi biraz daha zaman,
nereye kadar?
geçtikten sonra kazanılan,
bir çeşit ceza,
değil mi?

kapılıp gittiğin,
sözlerin ardından,
sessizlik...
ağır,
değil mi?

durulur denizin hiddeti,
bir martı çığlığı yırtar geceyi,
ıslak sokakların kokusu yayılır şehre,
bir yerlerde üşüyen
birbirine sokulamamış iki sevgili,
oturdukları bankın iki ayrı köşesinde,
kızmış biri diğerine,
diğeri anlamamış,
zaten anlamadan seviyormuş,
zaten anlamak,
aşkın neresinde?

çok üşümüş biri,
elleri dizlerinin arasında...
dudakları kızarmış,
öpse diğeri geçecek belki,
diğeri,
nereden bilecek?
aklı hala,
birinde,
kızgınlığını nasıl geçirecek...

çok sessizlik girmiş aralarına,
çok susmalar, çok iç çekmeler,
ne çok olsaydılarla, keşkeler birikmiş,
biri diğerini suçlamış,
diğeri kendini...
ayrılık sarmış etrafı.
ikisi de itiraz etmemiş.
biri çok üşümüş,
diğeri o kızar diye,
sarılamamış.
bir kaç keşke daha sıkıştırılmış o an'a,
anlayabilseydi keşke,
duyabilseydi keşke,
görebilseydi,
diğeri...

geçmiş sonra...
içlerinde bir boşluk,
elleri hala soğuk ikisinin de,
kim tutsa üşür,
kim tutsa ellerinden,
ısıtamaz...
zaman,
keşkeleri büyütür de,
insanı bir türlü,
avutamaz...

27 Ocak 2016 Çarşamba

düş'mek...

dursun dediğin zamanlar,
en çokta,
akıp gittiği anlarda
içinde kalır düşüncesi,
uyusan şimdi,
kolaydı sanki,
uykusuz bıraktığın kadın,
hangi düşüncelerle,
yoruyor kendini...

asgari mutluluklar bile yetecekken,
fazla mı geldi şimdi?
götünü kaldırıyor önemsenmek,
umursanmadığın günleri nerene sokacaksın sanki?

kimi kandırıyoruz?
kendimizden başka kim inanır yalanlarımıza?
sevmeye korkar olduk,
sevilmekten neden kaçıyor?
yetinemiyoruz,
korku maskesi ardına saklıyoruz,
ulaşabileceğimiz halde,
elimizin tersiyle iterken,
seçimlerimizin sorumluluğunu...

ne istiyorsun bilmiyorum!
ama istemediğin hayatı yaşamaktan,
geri durmuyorsun...
nasıl zevk alıyorsun?
an'ların şehvetiyle inlerken?
kimi kandırıyorsun?
uyandığında,
aynada gördüğün kimin yüzü olacak?
sen hala geçer mi sanıyorsun?
elindeki bıçağı sapladığın kalbin,
yarası kapansa da,
seni hala sever mi sanıyorsun?
sevse de,
sana dokunduğunda,
sızlatmaz mı aklına gelen her an,
başka bir kadına gittin sen!
şimdi onun yanındasın,
o'na dokunuyorsun,
hatırladıklarını,
o hatırlamaz mı sanıyorsun?

ne istiyorsun?
teninin şehvetine kapıldığın bir kadın mı?
yoksa huzur dolu bir uyku mu....
hangisini özledin?
kimsin sen?
nasıl oluyor da,
işlemek üzere olduğun günahlar için,
tanrından değil de,
o'ndan af diliyorsun...

o'nu bu kadar seviyorsan,
neden?
başka bir kadına gitmek için,
gün sayıyorsun?

hadi canım aldatmayalım kendimizi şimdi...
sevmek nasıl birşeydi?
hatırlıyor musun?

21 Ocak 2016 Perşembe

inanmak bir yol...kimse yürümeyecek...

heyecanım nefesime karışıyor.
sığmıyor göğsüme gençliğim.
neye uzatsam elimi,
sanki çarpacak başka bir el
dokunma! der gibi...
boğazıma dizilecek istediklerim,
yutkunmaya çalıştıkça,
unutmayı öğreneceğim...

neresini uyusam bu hayatın,
uyutmayanlar zamansız tutuyor beni.
tutunacak sevgili beklerken,
ellerimi çekiyorum.
sanki çarpacak başka bir el,
sevme! der gibi...
ses veremediklerim,
yazılacak,
sanki çok yazınca,
şairliği öğreneceğim...

yalnızlıkta dahil mi sessizliğe?
susmak hala konforlu,
güneşli ve sıcak bir sahil şeridi.
merak edip düşünmek neresine düşer sevdanın?
düşünülmek, düşünde olmak bir kız çocuğunun,
şehirler arası bir otobüste tek başına şimdi,
yorgun başını kimin omzuna koyacak?
yanında olsam,
tutup yakalarımdan sarsacak başka bir el,
düşünme! der gibi...
hayal ettiklerim,
sanki çok isteyince,
otobüsten indiğin yerde bekleyeceğim...

umutlar ekip içine,
yeşermesini izliyorum.
büyüttüğün çiçekler benim,
kokladığın benim tenim...
ne çok özledin.
her yolculuk bana,
her kavuşamama,
kavuruyor içini.
geçecek bütün bunlar,
sahilde bir evde buluşacağız.
teninde sıcak rüzgar,
denizin tuzu dudaklarımda.
öptükçe susayacaksın,
öp'sen diye
bırakıp kendimi kollarına
gözlerimi kapayacağım
parmaklarını daldırıp göğsüme,
tutacak kalbimi başka bir el
atma artık! der gibi,
oysa tam da şimdi yaşamalıydım derken
sanki bir yüz yıl daha yaşasam,
mutlu edebilecekmişim seni...
bir yüz yıl daha olsa,
doyabilirmişim gibi,
seninle yaşadığım her gün,
mutluluğumu
tanrı kıskanmış sanki...

15 Ocak 2016 Cuma

özlemek...

özlemek,
uyanınca bir sabah,
parmaklarının ucuna basarak yürümek,
senin uyuduğun odanın içinde
usulca,
dökülmesin diye dokununca yaprakları,
bir çiçeği koklar gibi,
çekmek kokunu damarlarıma...

yüzüne çarpıpta uyandırmasın diye,
günün ilk ışıkları,
elerimle gölge yapmak,
yüzünün güzelliğine,
ve izlemek,
bir şaheseri,
yaratıcısına dualar ederken...

özlemek,
içine ne kadar işleyeceğini umursamadan,
düşünmek,
ve öpmek,
güzel dudaklarından...
tadın bir yüzyıl sonra bile,
geçer mi?

izlemek seni kahvaltı yaparken,
bakışların önünde,
sanki biraz fazla baksam sana utanacaksın,
kaçırırdım gözlerimi,
sonra tutamaz,
doyamazdım sana bakmaya.
her an ayrılmaya kurulurken saatler,
zamanı durduramaz,
kendime kızardım...

özlemek,
senin çıkıp yanıma gelemediğin her gün,
yeni bir çaresizlik ekiyor içime...
ne çok keşkeler birikiyor,
ne çok,
şimdi yanında olsaydımlar,
yanında olmadığım anlarda,
nasıl da ağır geliyor....

özledim...
sesinden başka birşey kalmadı elimde.
sen özledim dedikçe,
bir çığ düşüyor üzerime...
üşüyorum...
yarın sabah üzerine ne giyeceksin?
saçların nasıl olacak?
en kötüsü de ne biliyor musun?
bu evden birlikte çıkamıyor olacağız,
her akşam seninle uyuduğum,
uyandığım,
kokun üzerime sinmiş,
her köşesinde seni gördüğüm,
o evde olmayacağım...

özledim...
ben yalnız uyanırken,
sen üşüyeceksin.
sana sarılıp ısıtamayacağım...

10 Ocak 2016 Pazar

Mr.Hyde

Soğuk!
Islak sokak, nefesin dudaklarının arasından çıkar çıkmaz, soğuk bir şakaya dönüyor ve kimse gülmüyor. Sinir bozucu bir durum bu. Üzerindeki montun yakalarını yukarı kaldırman da bu soğuk şakanın iliklerine işlemesine engel olmuyor. Yanından bir travesti geçiyor, diz üstünden bile kısa bir etek üzerinde. Ne kadar inceltmeye çalışşsa da kalın sesiyle küfrediyor birilerine. Aşağıya dogru yürüdükçe ara sokaklar geçiyor sağlı sollu. Yolun üzerine atılmış masalar ve tabureler üzerinde çoktan alkol karışmış kanlarına, asıl niyetlerini saklama zahmetine bile girmeyen kadınlar ve erkekler oturuyorlar. Çok süslü ve çok kaslılar, yoksa çok boyayıp yanlışları, zayıflıklarını kaslarıyla mı örtüyorlar? Kimin umrunda...

Yol bitecek. Yukarıya yürüyen kalabalık seyrekleşiyor. Kendini bir sokağa bırakıyorsun. Az masalı ve az tabureli yolun üzerinde, yeşil neon lambalarıyla Destiny yazıyor. Daha ironik olamazdı deyip kendini cam kapıdan içeriye atıyorsun. Boş masa yok. Barın kenarında dizilmiş tabureler bu gece müşteri alamamış. Kimse barmenle geyik muhabbeti yapmak istemiyor olmalı. Sende istemiyorsun ama başka oturacak bir yer yok. Bir bira ve tekila istiyorsun. Biradan büyük bir yudum alıp, tekile bardağını biranın içine bırakıyorsun. Barmenin sorgulayan bakışları olası bir sohbete neden olacak gibi geliyor bir an, sonra arkasın dönüp masaların siparişlerini hazırlıyor. Hava kabarcıklarını ve köpüklerini izliyorsun bardağın içinde.

Ne kadar süre geçiyor, sürenin geçmesi ne kadar umrunda, o an orada olmak, olmamakla aynı geliyor. Yanındaki tabureye diz üstü eteği, küçük mavi çantası, siyah saçlarıyla bir kadın oturuyor.Küçük mavi çantasından sigara paketini ve çakmağını çıkarıp barın üzerine koyuyor. Barmen şimdi mudahil olup olaya sigara içmek yasak diyecek derken, kadının parmakları arasına alıp dudaklarına götürdüğü sigarayı yakmak için barmenin çakmağını çakıp uzatmasındaki çeviklik takdire şayanlık bir hal alıyor. Kadının önüne renkli bir içki konuyor, sipariş verdiğini duymadın oysa. Sürekli müşteri mi?

-Sürekli misin?
-Pardon?
-Devamlı, yani sürekli buraya gelip bu renkli içkiyi içmeden önce barmenin sigarasını yaktığı sen misin?

Kadın siyah saçlarını diğer tarafına alıp, süzüyor seni. İçkisinden bir yudum alıp, sigarasından bir nefes çekip üflüyor barmenin olduğu tarafa doğru. Konuşmaya istekli değil, sürekli içicilerden diye aklından geçirip içinde tekila bardağı olan biradan bir yudum alıyorsun. Biranın alışık olduğun tadı bozulmuş olsa da bir kaç yudum sonra alışacaksın. Bunu bilmek, bozuk tadın yüzüne yansımasına engel oluyor. Yeniden hava kabarcıklarına ve köpüklerine dönüyorsun.

-Sarhoş olarak neyi unutacaksın?

Kadın bakmadan konuşuyor sana. Sanki barın arka tarafındaki duvarında asılı duran aynada ki aksine söyler gibi.

-Bu gece seninle sevişeceğimi, yarın sabah unutmak için!
-Bu kadar mı çirkinim?
-Daha sonra hatırlayıp o anları, seni özleyeceğim kadar güzelsin!
-Ya unutamazsan?
-Sabah yanımda uyandığında yaşayacakların için bol şans diliyorum sana!!!

Dr. Jeykıll

Yeni yıkanmış yatak çarşaflarının kokusunu hissederek uyandı uykusundan. Hava yeni aydınlanıyordu. Odanın loş karanlığına açtı gözlerini. Karşısındaki soluk mavi boyalı duvarda asılı tabloyu gördü önce, sonra siyah renkli televizyonun kapalı ekranını. Yorganı hissedince teninde çıplaklığını farkedip endişeye kapıldı.Başını sol tarafına çevirdiği anda önce siyah saçları gördü yanındaki yastıkta. Çıplak bir omuz, ve çarşafın altında uzanan naif bir beden. Gözlerini kapadı. Uyanmamış olabilir miydi? Derin bir nefes alıp yeniden açınca gözlerini tablo aynı yerde asılı ve televizyon hala kapalıydı. Oysa her gece televizyon açık uyurdu. Başını sol tarafa çevirmek konusunda kaygı duydu bir an. Elini sanki karanlıkta boşluğa uzatıyormuş gibi sol tarafına dogru uzattı. Ta ki çarşafın altında uzanan bir bedene dokununcaya dek.

Parmaklarını açıp, elini çarşafın örttüğü bedenin üzerine bıraktı. İnce beline dokunduğunu anladı. Hala başını çevirip bakamıyordu. Yatağın hafifçe sarsıldığını hissetmesiyle eline başka bir elin değmesi aynı anda oldu. Başka bir el, elini tutup çarşafın altına, sıcak bir tenin üzerine götürüp bıraktı.Gözlerini ısrarla ayırmıyordu duvarda asılı duran kapalı televizyonun siyah ekranından. Parmaklarının altında sıcak ve yumuşak kadın bedeninin olduğunu hissedecek kadar uyanmıştı artık.Nerede olduğunu anlamaya çalışırken aklını zorladı. Kimdi aslında? Adı neydi? Burası neresiydi ve nasıl gelmişti?

Başını sol tarafına çevirdi. Yastığın üzerindeki siyah saçlar canlanmış gibi hareketlenip gizlediği yüzü ortaya çıkardı.Uyuyan bir kadınla gözgöze geldi.Kalbinin daha hızlı çarptığını hissederken sanki sesi kadını uyandıracakmış gibi irkildi bir an. İrkilmesiyle kadın gözlerini açmadan kollarını uzatıp sarıldı çıplak bedenine.Kendine doğru çekerken hala yabancıydı kendine. Sadece isteği yerine getirerek biraz daha sokuldu tanımadığı kadına. Ürkekliği kafasını karıştırırken kadının kokusuna teslim oldu. Biraz daha sokuldu ve kollarını sardı kadının çıplak bedenine. Nasıl nereden gelmişti buraya bilmiyordu ama o an yapması gerektiğinin ne olduğunu biliyormuş gibi cevapsız soruları uzaklaştırdı aklından.

Tanımadığı bir kadın yüzü boynuna yaslanmış uyuyordu. Verdiği her nefesi hissediyordu teninde. Kadının çıplak sırtındaki parmaklarını oynattı hafifçe.Dokunduğu gerçek miydi? Yorgun hissetti kendini. Uyanmak için çok mu erken? Yoksa hala bir rüyada mıydı? Gözlerini kapatıp kendini yatağın yumuşak kolları arasına teslim etti. Belki gercekten uyanırsa, bu defa kendi yatağında, tüm bu karmaşadan/huzurdan kurtulabilirdi. Gerçekten istiyor muydu bunu? tek bildiği kadının kokusunun güzelliğiydi o an da. Burnunu biraz daha yaklaştırıp siyah saçlara derin bir nefes aldı. Kİm olduğunun ne önemi vardı?


3 Ocak 2016 Pazar

yalnız uyumak...

kaldırıma sinmiş soğuk.
saklanıyor sanki,
saklıyor kendini yanından geçip gidenlere.
biraz fazla duraksadığında insan,
dişlerini geçiriyor parmaklarına.
acımasız, insafsız...
ne zevk alıyor bundan?
bilmiyorum...
nasıl da iliklerine sokuluyor insanın.
önce bir titreme,
sonra yorgunluk,
ardından kırılıyor direnci bedeninin.
teslim alıyor,
kimsesizleri.
sessizleri.
ve merhametlisi ölümün,
uykuya dalar gibi,
alıyor koynuna.
sımsıkı sarıyor.
üşümek geçiyor.
öpüyor dudaklarından,
üzerini örter gibi annenin,
titremelerin geçiyor önce,
sonra sokuluyorsun kendine.
yalnızlık böyle bir şey mi?
bir kaldırım üzerinde,
bırakıyorsun kendini,
soğuğun merhametine...

gidecek...her halinden belli...

adam gibi sevmeyi beceremediğimden,
durup durup elime yüzüme bulaştırmam sustuklarımı.
ne konuşabiliyorum seni kırmadan,
ne de kendimi anlatabiliyor,
onca kelimeyi heba ederken.
inceliklerin yüzünden,
kendimi bu kadar kaba,
bu kadar hoyrat hissetmem.
dokunsam diyorum,
kırılıp dökülüyorsun.
biraz uzak kalsam,
sararıyor renklerin,
güzel yüzün solarken,
çaresizlik kanımı emiyor sanki,
ben karşı koymaya çalışırken,
karşıma geçip sırıtıyor hayat,
güçsüzlüğüme...

önce üşümek geliyor.
sonra bir karanlık,
yakışıyor duvarlara.
sen uyuyorsun.
fişi çekiliyor gece lambasının.
kapısı da kapalı üstelik,
yattığım odanın.
karanlık,
üzerimde iyi durmuyor.
sabah olacak biliyorum ama,
nasıl olacak şimdi?
gelde bana sor...

mutluluk bana göre değil!
çok sevilmekle,
sevmek arasındaki farkı,
ikisi aynı anda olsa,
ya sevileceğim ben,
ya da seveceğim karşılıksız...
ne zaman seviyorum desem,
beni seveni,
ağzıma sıçıyor hayat!
haddimi bildiriyor,
sanki unutmuşum gibi,
duracağım yeri...

tamam!
sevmiyorum ben!
düşünmüyorum da O'nu...
özlemiyorum!
yalan hepsi!
şimdi oturmuş,
yazmıyorum!
biliyorum çünkü,
seviyorum dediğim gün,
gitmesinden bir önceki olacak...
seviyorum dediğim an,
görevini yerine getirmiş gibi,
terkedecek beni...
az önce yaptığı gibi...