28 Ağustos 2015 Cuma

sana bakarken...

bir sözünle,
düştüğüm derinlerde,
dağılıyor sanki bulutlarım,
günün yorgun olsa da kızıl ışıkları,
ısıtıyor içimi,
geçiyordur belki,
üzerimdeki ölü toprağı,
karışıyordur rüzgara,
bir nefesinle,
hissettiğimde tenimde,
renkleri değişiyor hayallerimin,
soğuk gri perdeleri aralanıyor
yalnızlık odalarımın,
kızıl ışıklarıyla yeni bir sabah oluyor,
ömrün akşamında...

mutluluk bir sözünle,
umut bağlıyorum dokunduğum her yere,
geçiyordur belki,
her gece sabaha taşıdıklarım,
her gün,
geceye uykusuzluk olacak,
kanımdaki hastalık,
iyileşiyordur belki,
gülümsemek iliştiriliveriyor,
iç çekişlerin arasına,
yeni dipnotlarım var artık,
karamsarlık tozlanırken raflarımda,
umut etmek nasıl bir şeydi?
seninle sevişilen gecenin sabahında,
gülümseyerek uyanmak gibi mi?
tüm yorgunluğuna rağmen...

sanki sihri var dokunuşlarının,
bir an yakarken,
bir an,
kanat çırpıyor martılar içimde,
huzur,
bir sözünle,
geçiyordur belki,
bir bakışınla,
nasıl da
beni yeniden,
hayata bağlarken...

24 Ağustos 2015 Pazartesi

yalan!

karşınıza geçip defalarca yalan söyleyen birine,
daha ne kadar şans tanıyabilirsiniz ki?

ve sonra dönüyorum türküme...
bir sigara,
bir bardak şarap,
biraz huzur kalmış olmalı değil mi?
zor zamanlar için sakladığım...

kırgınlıklarımı birleştirince,
ortaya çıkan resim hoşuma gitmiyor.
küfürbaz olduğum için,
n'olur hor görme beni...

bazen geçecek gibi oluyor,
umutlanıyor insan.
sonra suratına çarpılıyor zavallı bir kapı,
iliklerine kadar üşüyor insan,
ağustos sıcağında..

öyle çok yalan biriktirdin ki içimde,
şimdi hangisi daha derine girdi diye,
bakamıyorum.
lütfen!
daha iyi kandır beni...

geçmiş gibi yapıyoruz çok zaman,
gülümseyebiliyoruz hatta,
yeni bir yalan,
ağzımıza sıçıncaya kadar...

12 Ağustos 2015 Çarşamba

dokunmak...

aşk sende...
benim saklandığım..
umut sende,
bende hepsi kırık...
özlemek sende,
benim tenimde rüzgar,
uyuyorsun,
rüyaların ellerimde...

gideceksin sende
günü birlik konakladığın benden,
bir anı kalacak belki
hatırladığında beni
dudaklarını ısırıp
gülümseyeceğin...

alışırım
nelere alışmadımki
sanki birşey olmamış gibi
sıradan bir güne uyanıp
küfrederim yine insanlara
ellerini kapatabilirmisin dudaklarıma

nelerden vazgeciyoruz bir düşünsene!
olmayacaklar diye...
ben hayallerimi kurban ediyorum
sen umutlarını...


iki mutsuz sarılıyoruz birbirimize
iki yalnız uyanıyor her yeni güne,
iki çıplak beden,
sevişirken
inkarlarımızın ardında

yakalanmak kimin umurunda?

 

11 Ağustos 2015 Salı

alkol ikindisi

geçmez...
geçiyormuş gibi yaparız ustaca,
sabah kalkar işe gideriz,
gazeteleri okur insanlara gülümseriz,
ama geçmez...
biliriz...

gece üstümüze gelir,
sabah uyanmak istemez insan
gece canını yakanlar
sabah yalnız uyanmaya bedeldir,
açamazsın gözlerini


dudaklarını ısırırken,
beni istemek korkusu,
kasıklarında yayılırken,
hangisi baskın gelecek?
dudaklarım teninde yanıp,
sevişirken....

sevdan
bir hüzündür simdi
içimde yankısı
akşam olur,
teslimiyet baslar,
özledim seni...

4 Ağustos 2015 Salı

sonbahar yağıyor, ağustos akşamlarında....

sustukların büyütüyor beni
daha iyi oynuyorum artık
mesela
beklemiyormuş gibi yapıyorum
durup durup telefonumu kontrol ederken
gizlice...

aklından geçenleri sormak yerine
cevaplarıma inanıyorum
değişiyoruz yavaşça rollerimizi,
ben beklediğin oluyorum,
sen tutunacak bir yer arıyorsun,
'acaba'ların dehlizinde düşerken...

yine en zoruna yaklaşıyoruz
doğru kadın,
yanlış erkeği oynamaktan yoruldum!
yanlış zaman,
bütün doğrularıma mezar oluyor şimdi!

ne senin tek kelimelik cevapları olan soruların vardı,
ne de benim,
cevap olacak paragraflarım,
kullanıldıkça eskimemiş...

akıl oyunlarının yazarı ben değilim,
tam ortasına düşmüş,
kırıp dökmemek için,
billur güzelliğini,
sesini bile çıkaramayan,
bir figüran...

bunun için mi bu kadar kontrollüsün?
bunun için mi?
özenle seçiyorsun her kelimeni,
içime işliyorsun sınırlarını,
çarpmaktan korktuğun yer,
kalbim mi?

aklına her düştüğümde gülümsetebiliyorsam seni,
tutup hiç görmediğim ellerinden,
götürebiliyorsam seni,
denizin mavisine
ve saçlarının kokusu siniyorsa satırlarıma
yanlış bunun neresinde?
nasıl açıklayabilirim ki sana,
uzak durmak,
daha çok canın yanmasın diye,
senden daha iyi,
kim bilebilir ki?

ne çok beklemek sıkıştırıyoruz artık,
söylemek istediklerimizin arasına,
susarak haykırdıklarımızın altında kalıyoruz,
oysa gel desen,
gelirdim...

saklandığımız yerleri bilirken,
gözlerimizi yummak neye yarıyor?
kimi kandırıyorduk?
bulduğumuzda birbirimizi,
yeniden kaçmayacakmıydık?
yeniden
başlamak yerine
bitmesin istemek,
belki son baharı olacak ömrümün,
son defa yumduğumda gözlerimi
bir daha açmayacağım...
bu yüzden belki de,
bilsemde saklandığın yerleri,
gelip tutmuyorum ellerini...

bir kırlangıç süzülüyor.
nasıl da hüzünle,
kırılganlığa gebe,
sonbahar dökülüyor yaprak yaprak,
boktan sabahlara uyanıyor bedenim,
oysa sev desen,
bir varmış olacaktı düşlerim,
bir yokla kararmayacak...

salınmayacak düşlerim var benim,
üzerine sonbahar yağmış,
kim görse yakıştırmayacak,
hüzün,
hangi adam da iyi dururdu ki?

2 Ağustos 2015 Pazar

kaç akşam olacak?

bazen sebepsiz yere akşam oluyor.
en güzel anında kızıla dönüyor günün ışıkları.
bir bardak demli çay kıvamında,
dirseklerini dayayıp yorgun korkuluklara.
ne çok ayrılığa tanık oldu İstanbul'um...
ne çok masaya meze,
ayrılığa gebe,
sancılı doğumların ardından,
yalnız başına çay içilen akşamların oldu senin...

oysa kargaşasında hayatın,
kaçırdıklarımızı biriktirdik biz.
dalıp giderken mavi sularına,
yüzme bilmiyor olmak,
hep kurtarılmayı umut etmektendi...
son nefesi bırakırken boğazımızdan dışarı,
elimizde hissedemeyip,
o sıcak eli,
sorgularken bulduk kendimizi...
hangimiz daha çok sevmedi'yi...

bazen sebepsiz yere,
yorgunluk çöküyor omuzlara...
kimse anlamıyor olsa da,
anlaşılmak sanki çok bir halta yarıyormuş gibi,
ayrıntısına kapıldık her sevdanın,
her sevdanın,
elin, elimin üzerinde olsaydı eğer,
ayrılmazdık'ı kurduk...
oysa herkes bilir,
kalbine giremediğinin avucunda,
oyuncak olmaktan öteye gidemezdi, sevda dediğin...
onun bir mesajıyla maviye dönen göğün,
sustuğu an da
işte o an'da
kızıl ışıkları çarpardı yüzüne,
zamansız akşam oluşların...

gitmek, koyu gri bulutların ardına...






Bazen sadece gitmek istersin...
koyu gri bulutların arasına.
aklında kapatılmamış hesaplar,
cebinde isimsiz fotoğraflar,
kalbinde arkası yarınlara ertelenmiş ağrılarla,
bazen sadece gitmek istersin...

dalgaların sesleri arasında yol alırken,.
hüzün dolu gözler, gelmeyecekleri ararken,
senin gelmeyenin kim?
diye sorarken yakalarsın kendini,
kendine...

kim tutupta bıraktı seni,
kim izin verdi?
kırılacağını bile bile,
susmana...

bazen sadece gitmek istersin...
üzerinde günlük kıyafetlerin,
beğenilmek kaygısında uzak,
elinde fotoğraf makinan,
görenler belki çok beğenecek,
görmesi gereken,
habersizce hayatına devam ederken,
sen gitmek isteyeceksin...