28 Şubat 2017 Salı

Bilinç'Ötemden Yansımalar-21

oturduğum yerden yazıyorum bunları
on beş metrekarelik bir odanın
sarı duvarları arasından
ve ruhumun sonsuz uçurumlarından atıyorum kendimi
düştüğüm yerler acıyor mudur?
acıyor olmalı,
yoksa bu kadar kötü hissetmezdim kendimi.
kimi hayatıma alsam
yani
düşsem üzerine
sonrasında hep bir kalp ağrısı
bir can yangını
ne söndürebiliyorum
içime alsam diyorum
zaten içimde diye değil mi bu yangın?
aklımın oyunlarıyla büyütüyorum kendimi
yazdıklarımla etkisiz hale getirmeye çalışıyorum
olmuyorum
olmamışlık hallerim bir simit satıcısı gibi
tezgahını açmış cami avlusuna
sabah ezanı vakti
ne gelen var ne giden...
kimse uykusundan vazgeçmiyor sanki
tanrım bundan alınıyor mudur şimdi?
satamadığım simitleri ufalayıp
güvercinlere atıyorum
nasip onlarınmış....
sonra uyanıyorum yatağımda
biraz dah bu tarafıma yatsam diyorum
diğer tarafım yorulmuş taşımaktan beni
derken uykum kaçıyor
gidip çöpleri topluyorum
çuval bezinden yapılmış el arabamla
eğilirken çöp konteynırına
elimde metal bir kanca
hayatları karıştırıyorum
birileri kafayı çekmiş
koyu renkli bira şişeleri
yarım bırakılmış pasta görüyorum
sinekler üşüşmüş
kimin hoşuna gitmemiş?
doğum günleri...
açılmış ama kullanılmamış bir prezervatif
özeline girdiğim için şimdi
yadırgar mı beni sahibi?
içinden çıkamıyorum bu içimdeki çöplerin
düşünce artıklarının
geri dönüştürmesi olmalı
ders alınmalı diyorum kendime
ama kaç paradır ki o derslerin saati?
hem daha o önce okulu bitirmeli
sonra atanacak,
beki sonra yine sever beni...

dönüyorum sonra duvarları sarı renge boyalı odama
siyah keçeli kalemle parmaklıklar çiziyorum
tavanı mavi
hücresinde yatarken hayal etmeyen var mıdır acaba?
yoksa yasaklanıyor mu insana?
gökyüzünün renkleri....
perdenin köşesini kıvırıp bakıyorum dışarı
aydınlık bir sokak,
gri renkli üzgün bir bina
bir balkon kışın kullanılmayan
o evde yaşayanların umurunda bile değil
benim umurumda da ne oluyor sanki?
bir süre daha bakıyorum
bu sene bahar gecikeçekmiş,
ben görmem belki...

dönüyorum odama
sarı renkli duvarlarımda silik parmaklıklar
pek düzgün olmamış
kimi hapsediyorum?
şimdi ruhumu özgür bıraktığım kim?
martının gözlerinden bakma cürretini bana kim verdi İstanbul'a!
altımda üstüste evler,
üstümden bir uçak geçiyor
içinde bir kadın pencere tarafında
bana bakıp gülümsüyor
ben süzülüyorum aşağıya
deniz sıkışmış karaların arasında
ama bu haksızlık değil mi?
bir dilencinin yanına konuyorum
Allah rızası için...diyor
rızanın bedelini söylemiyor ama
ne verirsen yeter sanki...
peki bir kalp kırmanın bedeli?
altmışdörtbin satır yazsan yeter mi?
ya sussan,
zamanla geçer diyorlar ya,
kimin için neye göre
inandım ben buna
inanç özgür bırakacak mı?
teslimiyeti nereye koyuyorduk?
senin içindeki de geçer mi?
hatırlanmazmısın ben sana her yazdığımda
inancın seni beniden kyurtaracaksa şimdi
ardına bile bakma
çuval bezinden yapılma arabamla
hayatları karıştırmaya devam ederim ben
sen bana karışma
bazen karşıma çıkacaksın biliyorum
sokakta yürürken,
bir otobüs durağında
elinde kitabın okurken
belki geç kalmamak için okuluna
alel acele giyinmişsin
saçların karışmış birbirine
uzanıp düzeltmeye çalışırken
suçüstü yakalayacaksın beni
kaşlarını çatıp
ne münasebet!
belki oturuyorsundur bir kafede
çayını yudumlarken
kaldırımın üzerinden geçiyorum
ardımda çuval bezinden yapılma el arabamla
tenimin kirli rengi
bakışlarım değerse sana
kirlenme diye çevir bakışlarını
geçer giderim ben
belki uyumuyorsundur şimdi
yatağında dönüp dururken
koynunda oyuncak tavşanın
nasıl kızmışsın bana
sabah olsa geçmeyecek
akşam olsa dinmeyecek
nereye gitsen ne yapsan
aklında olduğum için kızacaksın
anlayışsızlığım için, vurdumduymazlığım için, beceriksizliğim için kızacaksın
biz olduramadığım için
kızacaksın
bakışlarını çevireceksin başka bir yere
ben yanından geçip gideceğim
duvarları sarı, silik parmaklıkları odamın
kasvetine bürünürken
bir çağ kapanıp
yeni bir çağ açılamıyorken
mezapotamyadan bu yana
aşk anlatılamıyorken
bu kadar da yaklaşmışken üstelik
küllükler doluyor
şişeler boşalırken
içim gidiyor
bu kaybolma
bana doğru gelmiyor...

ruhumdaki çatlaklar...

ruhumdaki bozuklukların bir tamiri yok
durup durup dibe vuruşlarım
vazgeçişlerimi açıklamaya çalışırken
bir yanım nasıl bağlanıyor
kapısını aralıyor içimin
ne zaman birini alacak olsam
ayağını dayayıp durduruyor açılmasını
bir düşünce bir kurgu sahneleniyor aklımda
kendimi ikna çalışmalarımda yeteneğim
gerçeğe kör, dinlemeye sağır, hissetmek bir ezber gibi
bozulduğum yerden dağlıyor içimdeki yarayı
can yanmasıyla başlıyor
ardından dinlemeyi en sevdiğimi susturuyorum
kendim çok konuşabiliyormuşum sanki
hesaplaşmalarımın sonucu yok
azap çektikçe rahatlıyor
rahatladıkça üzerime gidiyorum
yetmiyor en sevdiğimin canını yakıyor
yaptığı hataların farkında olduğu halde
neden durmadan tekrar yeltenir insan?
kazanmaya alışamadığı için mi?
yeni bir kaybın sorumlusu olduğunu bilmek,
kaybetmekten daha mı ağır?
hep kendini aklama çabası,
mağduriyeti tekeline almak için
karşısındakini kanatması...
arızası değil midir tüm bunlar?
bedenimde taşıdığım ruhun sığmaması bu dünyaya
uzatılan elleri görmezden gelip
sonra tutunamıyorum, tutunacak ne var zaten!
tutunduğum yerden acıtacaklar canımı
o halde önce ben acıtayım da bitsin...
derken
yetinemeyip bununla
en yakınımdakini de çekmek içimdeki yangının tam ortasına
tehlike anında kırılacak camları etkisiz hale getirip
yanışlarımızı izleyip
uslanmamak....

uzun yıllar karanlıkta yaşadıktan sonra mı böyle oluyor?
biraz ışık görse kapatıyor insan gözlerini
tenine değse sıcaklık
o kadar soğukken
geri çekilme emri almış bir asker itaatkarlığıyla
düşünmüyor...
emri yerine getiriyor.
oysa biraz daha dirense alışacak
belki açacak gözlerini
belki bir adım daha atacak
mağarasından dışarı
renklerle tanışacak gözleri yeniden
anımsayacak...
neyi?
anımsadıkları güzel olsaydı
zaten saklarmıydı ruhunun dehlizlerinde kendini

ruhumdaki bu bozgunluk bu dengesizlik hali
bu hırçınlığı, kapılıp giderken
sanki el freni çekilmiş gibi aniden
kilitlenen lastikleri
kontrolünü kaybedip
çarpması sevdiğine
en yakınındaki
sevmek nasıl bir şeydi?
aklında tek kalan,
ne zaman teslim olursan,
o zaman kaybedeceksin,
ne zaman sesli söylersen
o zaman pişman olacaksın
sus!
her zaman yaptığın gibi...

canımı yakan bu halsizliklerim değil aslında,
bağışıklığım kendime karşı
yakınlarımı uzak tutmam bundan değil miydi?
derinliklerimde yaşayabilecek başka bir canlı yok
zaten yalnızlığı bu yüzden kabullenmedim mi?
neyime güvenip seni istedim bilmiyorum...
nefesim sana yetermiydi?
ruhumdaki bozuklukların karşısında
ne kadar koruyabilirdim seni?
olmuyormuş...
yasalarımın haklılığını anlayabilmek için,
referanduma gerek yokmuş,
seni kırmak yetti...

kendimi karşıma alıp
dalga geçer gibi gülümsüyorum şimdi
sana dememiş miydim?
demekle kalmayıp kafana vura vura sokmamış mıydım?
o yanlış çalışan beynine!
tedavin yok senin!
ya o karanlığın içinde yaşayacaksın,
ya da dokundukların kırılacak...
en ön sıradan izleyeceksin,
sevdiklerin uzaklaşırken ağlayarak....
ve buna neden olan
sadece sensin...

27 Şubat 2017 Pazartesi

kim?

kaybetmeyi bile umursamıyorsan artık
ne kadar canın yanabilir ki?
tut ki sabah olmuş uyanmışsın
güç bela çıkıyorsun yatağından
sürüne sürüne bir kaç lokma yemek için
boğazında çamur gibi bir tad
ne kadar su içsen geçmiyor
arınamıyorsun günahlarından
vadesi gelmiş bunca zaman ertelediklerinin
yarın olmayacakmış gibi yaşamaların
bugün bitmiş
hala bir çabasındasın bir gayretin
ne özleminin bir anlamına vakıfsın
ne sevmenin
üzerinde iyi duruyor diye bu övgülerin
dizginlediğin neyin hiddeti?
ne çok gidip geliyorsun
olmazlar arasında
gidip gelemediğin hayal kimin?
sonbaharında döktüğün yapraklar
kışın üşürken dalların
ilkbaharın olacak mı?
utanmadan kalkmış yazı hayal ediyorken
durup durup durmadan teslim olduğun kim?
ne kadar yazarsan yaz
okuyup gelmeyecek sana
ne kadar istiyorum desen de
olmayacak kim?
kırıp zincirlerini özgür bıraktığın
alınca tadını güneşin
karanlığını özler mi?
daha güzeline inandırmışken onu
çirkinliğinle yetinir mi?

26 Şubat 2017 Pazar

içime sığmayan...

aşk şiiri olur mu?
hangisini anlatabilirki insan
sabah sesini duyarak uyanmanın tasviri
cennette uyanmak gibi mi?
ben hiç cennete gitmedim ki...

güzelliğinin tasviri olur mu?
utanmışsın kaçırmışsın gözlerini
bakışlarının ardında görmek istediğin
ben değil miyim?
ellerini nereye koyacağını bilemiyorsun
sığmıyorsun sanki bedenine
bana görünmek
beni görmek
cemal süreyya anlatamamış layığınca
şimdi benim ne haddime?

aşk şiiri olur mu?
hayyam'ın içtiği şarap,
yunus'un içine sığmayan
nasıl da şimdi uyansam da duysam sesini
nasıl uyur insan?
özlerken seni...
bu kadar az,
bu kadar yavaş geçerken zaman yokluğunda
heba edilmiyor mu?
seninle uyanmak varken sabahlarında
yokluğunda her gece haram...

sıradanlığın bile bir anlamı vardı yanında
hayat neden böyle diyorsun ya durmadan
neden olması gerekenleri gösterip
sonra olmayacak diyor
hiç göstermeseydi ya,
hiç bahsini açmasaydı
mucizelere zaten inanmıyorduk
olabilir demeseydi...
biz de biliyorduk nasıl ne kadar mutlu olabileceğimizi
ama yüzümüze vurmasaydı
çaresizliği...
gitsin evlendirme programlarına malzeme olsun
reytingi yükseltsin
bizim reklam almak gibi bir kaygımız yoktu ki
üzerimize bu kadar oynamasaydı keşke
kendi halimize bırakıp
ilişmeseydi

aşk şiiri olur mu?
olur da,
onu da ben yazamam sanki
şimdi seni nasıl özledim desem
sen uyurken şimdi
yazlayıp yüzümü sıcacık sırtının tam ortasına
ama uyandırmadan
kıyamam çünkü
sabaha kadar gözümü kırpmam
senin yanında olmak
uyuyarak harcanmayacak kadar değerli çünkü
sabah karşı
dönüp sarılsan bana
nefesim kesilse de ayrılmasam kollarından
beklesem öylece dursam
durdursam zamanı
seni hissederken içimde
başka keşke'ler sokmasam aramıza...

olamamak...

kalabalığın arasında
ait olduğum yer değil burası
insanların sevilesi tavırları
rahatsız oluyorsam benim yüzümden
herkes olduğu gibi
herkes
olmuş sanki
bir ben olmamışım

sabahı hayal edemiyorum
arasına karbon kağıda koyulup çoğaltılmış günlerim
yarın dünün aynısı olacaksa
uyumak ne kadar iyileştirebilir ki?
kendini kandırıyor olmanın bile bir sınırı olmalı
insan bu şekilde ne kadar yaşayabilir ki?
düşünmekle eylemi bir araya getirmekteki beceriksizliğim
sadece durup düşünmek mi?
yoksa sadece harekete geçmek mi düşünmeden
neyse bu da geçer nasıl olsa deyip
eylembilim alanından hızla uzaklaşmak...

ılık ılık esen rüzgarı teninde hissederken
inceden bir yağmur başlasa
ama öyle hoyratça ıslatmak istermiş gibi değil
yanaklarından dudaklarından usulca öper gibi yağsa
parmaklarını saçlarının arasında gezdirdiğinde
o serinliği alıp içine
biraz daha yürüsen diyorum kendime
eylembilime mi hizmet etmiş olacağım
hem ne var bunda?
herkes yapmıyor mu öyle?
ben yapınca neden olmuyor?
ben olmamışım diye mi?

kapanan bir kapının hüznü çöküyor omuzlarıma
gelmeyeceklerin
gitmeyeceklerin ağrısı
pişmanlık nasıl bir şey biliyor musun?
bilmiyorsun...
yaşadığın sürece bırakmaz yakanı
ne uyuyunca geçer
ne kitap okuyunca
geçti diyen insanlar tanıdım
neyin geçtiğini bile bilmeyen
hiç gelmemiş ki size nasıl geçsin?
diyemedim
keşkelerin telafisi yoktur
diyemedim
önümü ilikleyip saygı duydum sadece
geçenlerin şerefine....


25 Şubat 2017 Cumartesi

alıştırmak...

ilk defa belki de
bir an önce ayrılmak istedin
panikledin hatta
ilk defa sormadığım halde
sabah erken kalkmaktan bahsettin...
ilk defa konuşurken ben
susmamı geçirdin aklından
ben hararetle devam ederken
dayanılmaz baskısını hissettin varlığımın
ve ben dayanılmaz ağrısını
sen çekip giderken...

seni içinin demir parmaklıklarından azat ederken
aklımdan ne geçiyordu bilmiyorum.
orada olmamalıydın
ama seni oradan alıp kendi içime hapsetmeye çalışmak
bencilce bir histeriye kapılıp
bir hayale tutunmak
her inançtan böylesine koparırken kendimi
rüzgara kapılıp sertçe çarpan bir kapı gibi
üzerime kapanan
seni yanımda tutmaya çalışmak
sonra istemiyormuş gibi yapıp
dilediğin yere gidebilirsin....
sanki bunu söylememe gerek varmış gibi
bir duygu sömürüsü
gitme, seni istiyorum'un
en acizce ve yüreksizcesi!
aidiyet yoksunu benliğimin,
sahipliğe soyunma çabasındaki beceriksizliği
içinin demir parmaklığından kurtarırken seni
beklentisizliğimin yerini
şimdi sen gidersen
tahmin edilebilir hasarları hesaplayıp,
alınması gereken önlemlere bırakıyor

telaşını anlayabiliyordum fakat
bari bir 'iyi geceler' dileseydin...
'gitmem gerek' yerine,
'sonra görüşürüz' falan...
sonra görüşür müyüz?
yoksa geçti mi?
geçmiş...
sesinden belli...
ilk onunla konuştuğun gün gitmiştin,
sonrası hep bir alıştırma evresi...

son kullanma tarihi...

ayrılığın ayak sesleri yaklaştıkça, paniklemeleri tetikleyen kaybediyor olmak değil de
sanki kaybolacağını hissetmek. tutunamayanları bu yüzden anlıyordum. ne zaman tutunacak birşey bulsalar, ayrılığın ayak seslerini duymaya başladıklarında canları yanacak. asıl olan bu can yanması değil de, o bekleme anları. o her adımın sesinin gitgide yaklaşmasını hissediyor olmak, o kaos, o acaba o an nasıl görünecek halim düşüncesi. binlerce senaryo yazar insanın beyni. milyonlarca defa ayrılır kafasının içinde. her ayrılıktan sonra kendine geldiğinde hala gitmediğini bilmek bile acı verir bir süre sonra. o acıyla kıvranırken yine ona sokulur usulca. sakinleşir. ta ki yeniden adımların sesini duyuncaya dek. evet ayrılık anı canı öyle yanacak ki, ne kadar okumuş olursa olsun, ne kadar yazmış olursa olsun bunu anlatabilecek kelimeleri bulamayacak. bile bile anlatmaya çalışacak. anlatamadıkça kızacak, öfkesinden bırakacak kendini hayatının akışına, herkes'miş gibi yapacak bir süre. çünkü bunca insan ayrılıyorken hala hayatta kalabiliyorlarsa onlar gibi olmak gerekir. gerekliliklerini yeniden gözden geçirecek. yeni kararlar, yeniden karılmadan dağıtılan iskambil kağıtlarına itiraz bile etmeyecek. aldanmışlığın hazzına bırakacak kendini. belki de tutunması gereken sadece budur. aldanmak...

bunca insan nasıl da kanıyor olan bitene, olmayana ve bitmeyene nasıl inanıyor diye sürekli düşünmüşümdür. geçmiyor, geçenleri biriktirip buraya bırakıyorum. bir ayrılığa nasıl alışırsa insan işte öyle alışıyorum. kabulleniyorum. zamanla üstesinden gelinebiliyor herşeyin. kimler gitmedi ki, kimler gelmedi ki... geriye kalanlar satırları dolduruyor. neresinden kopuyorsun hayatın, oradan bağlıyor seni. tutunamamak diye birşey yok, herkesin tutunacağı birşey var. başkasını sevmem derken bile alternatifleri gözünün önünden geçirmen gibi. bir daha böyle yaşamam derken bile, yeni bir kurgu peydahlanmıyor mu aklında? bir daha böyle olmayan... hayat böyle işte. kimisini savurup atar bir köşeye, kimisiyle uğraşır durur. sonunda kimin ayakta kalacağına da o karar verir, kimin yazacağına da... kimisi sadece okur. bu da birşey değil mi? bu nasıl da yetmez insana... neden bir yazma hırsı, bir yaşama hırsı, bu itilip kakıldıktan sonra yüzsüz çocuklar gibi salya sümük ağlarken, diğer yanağını çevirmek hayata... hadi daha hızlı vur! tüm gücünle vur! hırsını çıkar yanağımdan demek gibi... bazen yanağından değil de, içinden çıkarıyor hırsını... o zaman anlıyorsun ki, ne tutunmak önemli ne tutunmamak... bırakıyorsun kendini.... başkalarının sana tutunmasına izin veriyorsun. dikkat ederek, dokunmamaya... çünkü dokunmamak, dokunulmazlık taşır bir anlamda. ilahi bir yanı vardır. hayranlık uyandırır. hayat bunun üzerinden nasıl geçmiş ki adam böyle olmuş derler. uyarılara dikkat edip ihtiyacı olan neyse onu alır ve uzaklaşırlar.

seninde artık yapman gerektiği gibi...

Bilinç'Ötemden Yansımalar-20

aralarında büyük zaman boşlukları bıraktığımız yeniden karşılaşma anlarından biriydi. tanışmıyor olmamızın, aramızdaki resmiyeti ortadan kaldırması kadar ironik, yakınlığımızın bir açıklama gerektirmemesi kadar doğal bir süreçten geçiyorduk. Özlemek, unutmak, anımsamak gibi duyumsamalardan bağımsız, ne zaman bir araya gelsek bıraktığımız yerden devam ediyorduk. belki de ikimizin de hafızasındaki sorundan dolayı, ayrıntıları kaybedip, sadece birbirimiz üzerinde bıraktığımız izlere parmaklarımızın ucuyla dokunup, yabancılığımızı üzerimizden atıyorduk. Bizi kim görse böyle kıskanırdı. İnsanların hayatlarını paylaştığı halde birbirine bu kadar yabancı kaldığı bir coğrafyada, 'tanışmıyor olmak'la uğraşmak yerine, 'kalıcı olmak'la uğraşmak ve birbirimizi kasmak yerine, sadece an'ın tadını çıkarıyor, sonra uzaklaşıyor, geri dönme beklentisinin ağırlığını taşımıyorduk. Evet kıskanılası bir durumdu bu diğer tüm insanlar tarafından ama biz buna bile takılmıyorduk.

yeni aldığın ayakkabının topuğunda açtığı yaradan bahsederken, okula ve arkadaşlarına geçiyordun. Bu ani yükselişler ve alçalışlarına aşina değildim belki ama doğallığın benim doğaçlamalarımın önünü açıyordu. sonra ne çok kızmışsın annene, zaten hiç anlaşamazdınız. akşamın bir vakti vurup kapıyı çıktığında yürüdüğün yolda rast geldiğin sarhoşun tacizinden bahsederken, oysa sadece uzaklaşmak istemiştin o an. belki ilerideki çocuk parkına gidip sallanacaktın bir süre. öyle de yapmışsın, öyle yapmış olmanı dilerken söyledin bunu. Ben de kaldığım yerden yazmaya devam ediyorum dedim, biliyorum dedin. kaldığım yeri bile bilmiyorken üstelik. okumamı istediğin zaman, sesimin mülkiyetini talep ettiğini hissetmiştim. Sesimin sende kalmasını istemiyorum dedim. haklısın, dedi. Sonra olmadık yerde dinlemek isteyeceğim. Geri gelmeyi aklımıza sokmadığımızın büyüsüyle burada olduğumuzu unutmayalım.

olmadığın-olmadığım zamanlarda neler yaptığımızı ikimiz de merak etsek de, o an bunları konuşmanın doğru zamanı değildi. Kuralları belirlenmemiş bir anayasanın hükmü altında konusuyorduk sanki. Dünya tarihinde görülmemiş özgürlüklere sahip bir anayasa... mesela sınırsız şekilde 'neyse' diyebilme özgürlüğümüz vardı. ne zaman konuyu değiştirmek ya da kendimizden uzaklaştırmak istesek 'neyse' der, karşımızdakine söz hakkı verirdik. Karşımızdakinin her zaman bahsedecek bir konusu vardı. Belki yoktu, ama o an olurdu daha önceden tasarlanmamış bahisler... Sonra döner dolaşır az önce 'neyse' ile geçiştirilenden bahsederdik. Anlaşılmak ya da anlaşılmamak gibi bir beklentimiz olmadığı için, kendimize has bir üslubumuz olmuştu. Birbirimze yüklememiz gereken sıfatlardan da sıyrılmamız biraz daha genişletiyordu egemenliğimiz altındaki hayallerin sınırlarını.

beklentiler, kaygılar, istekler değil miydi bunca zaman insanların arasındaki aşılmaz engelleri koyan? uzun zamandır görüşmeyen, eski ama eskimeyen dostlar gibiydik. ne bulacağımızı bilmiyorduk, bulmayı da beklemiyorduk. sadece birbirimize iyi geliyorduk hepsi bu... biriktirip birşeyleri saklıyorduk sanki, geleceğinden emin olmadığımıza anlatmak üzere. tutuluyor, yaşıyor, yaşanılıyor hatta dokunuluyor ama bir yanımız hep saklı sustuklarımızda... ve bir araya gelince deşifre ediliyor yalnızlığımız. değmeyecek nasıl olsa anlatsak da dediğimiz ne varsa anlatıyorduk. çünkü o an değmeyecek olmasına takılmıyorduk. anlatırken ikimizden biri haber vermeden gidiyordu. öylesine durduk yerde bir bahane üretmeden, bir neden ortaya koymadan gidiyordu. ne zaman gelineceği, neresi olduğu bilinmeyen bir yere gidiyorduk. radyonun düğmesini kapatır gibi. çok sevdiğimiz şarkı çalıyor olsa bile o an kapatmak istersin ya belki öyle bir durum. belki de 'ben birazdan gideceğim' dersek peşinden, neden gidiyorsun?, nereye gideceksin?, canını mı sıktım?, benden bıktın mı?, yordum mu seni?, biraz daha kalsan... gibi diğer insanların ayrılık anlarında sıradıkları gelmesin diye öyle yapıyorduk. sen annenle tartışmaya gidiyordun, ben yazmaya... çünkü bir gün gerçekten gideceğiz herkesten. bunu bilirken sıradan bir sohbetten gitmeyi bu kadar büyütmemek gerekiyordu, zaten hiç büyütmedik.

gittik, bir gün geri gelebilmek için hiçbir şey olmamış gibi... 


23 Şubat 2017 Perşembe

korkma, bana hiçbir şey olmaz...

parmaklarımın arasından kayıp gidiyorsun
her dakika biraz daha
avuçlarımı kapatmaya çalışınca daha hızlı
açınca daha hızlı
sanki bir an meselesi
artık olmaman hayatımın bir köşesinde
bir teslimiyetin etrafında geziyorsun
ikna edebilirsen kendini
rahatlayacaksın belki
belki dinecek sızıların
soluklanacaksın
içinden çıkamadığın ne varsa
çıkmak önemini yitirecek bundan sonra
kendini bırakacaksın akıntıya
bu kadar az zamanda
yaşadıkların yeterli değil mi?
artık dinlenme zamanı gelmiştir
fırtınalarımın arasında sürüklendikçe güçlendin
kaç defa boğmaya kalktım seni hiddetimle
nasıl hırpaladım, canını yaktım
her defasında sakinliğimi bekledin sabırla
açtığım yaralarını sarmam için
yine bana sığındın...
ne zaman düşsen dizlerinin üzerine
uzanan el benimki değilse
aldırmadan dizlerinin acısına
bekledin
her geldiğimde her tutunduğunda bana
unuttun yaşattıklarımı
belki birikti içinde
belki bu yüzden şimdi bir teslimiyetin içinde
benden kurtulmak için
başka bir esaretin pençesinde
belki benden sonra o boşluktan kayıp düşmemek için
tutunacak bir inanç buldun kendine
artık sadece an meselesi
tüm hoyratlığımdan, öfkemden, hiddetimden, gidip gelmelerimden,
gidip gelmemelerimden
yaşattığım tüm kalp ağrılarından,
can sıkıntılarından kurtulmak
tasarısı herkes tarafından kabul görmüş
itirazı olan varsa şimdi konussun ya da sonsuza dek sussun!
herkesin susacağı bir yol karşında
anlıyorum seni...
yolun açık olsun...

13 Şubat 2017 Pazartesi

14 şubat...

şehirlere sığmayan yalnızlıkları taşıyoruz içimizde
hangi otobüse binip ayrılsak biryerlerden
ardımızda bıraktıklarımız
yanımıza aldıklarımız
bavullara sığmayanlar
satırların arasında gördüklerimiz
yüzleşmek kaygı veriyor
alışıyorsun ya bir yerden sonra
yanındaki koltukta oturanın yabancılığına
yanında olmasını istediğinin uzaklığına
başını çevirip dışarı
dalıp gidiyorsun ya
yanından geçip giden ovalara, dağlara
ansızın ağaçların arasında bir yol beliriyor
takılıyor gözlerin, sen uzaklaşırken
evim oradaydı diyorsun
gecenin yarısı kaybolmuşken
sabaha kadar hayalini kurup yapmıştık
duvarları çinar, pencereleri açık
etrafında ıhlamur ağaçları
sabah kokusu siner yatağına
sanki doğayla sevişmiş gibi
alır seni kollarına...

şehirlere sığmıyor bu yalnızlık.
ne trabzon ne Rize ne Bolu...
ne koca İstanbul!
sen şehirden şehre yol alırken
ben kapatıyorum kendimi
yanında olup sarılamadıktan sonra sana
yazmak
bayat bir dilim ekmeği
kuru kuruya yutmaya çalışmak gibi...
nasıl bir özlemek bu?
sığmıyor hiçbir coğrafyaya!
oysa nasıl da yetmişti bize
onbeş metrekarelik bir odada
sarılırken sıyrılıp imkansızlıklarından
dursa zaman
bir parmak bal çalar gibi ağzımıza
tadı damağımızda
ayrılık sancısı büyürken
ayrılmak...
şehirlere sığmayan yalnızlığı,
içimize sıkıştırırken...

şimdi, tam da şu an senin yanında üşümek varken,
bir yorganın altına uzanıp ısınmak
tek başına
bakışların yanından geçip giden
ışıkları sönmüş bazı evlerde
bazıları hala aydınlık
onların da bekledikleri var mı?
hangi şehre sığmamış yalnızlıkları?
sevdikleri
geliyor mudur?
her birinin yanında oturan yabancıları
anlıyor mudur?
başını çevirdiğinde dışarı
nasıl yalnız olduğunu...

şehirlere sığmayanları
içinde taşıyanlar
özlerken,
'seni seviyorum'ları söylemekten vazgeçen
ya vazgeçtiren?
daha mı az yalnızdır artık?
çift kişilik yatağa tek başına sığamazken
üşümez mi artık?
bir kolun sarıldığında
nasıl sıcak olduğunu bilirken
kendine sarılsada
titremesine engel olamazken...

8 Şubat 2017 Çarşamba

Bilinç'Ötemden Yansımalar-19

eski arkadaşlar da aramıyor artık.
Aynı dünyayı paylaşıyor olmamızı yadırgamış olmalılar.
Oysa eskiden birlikte yaşlanmak konusunda ne çok anlaşmaları imzalamıştık,
alkol kokan nefeslerle öpüşüp mühürlemiş.
Belki de eskiden alınmış kararların ortakları eskidiği için,
yeni kararlar almakta zorlanışlarım.
Geçmişine bağımlı yaşayan insanlara Amatem yardımcı olabilir mi?
Mesela alkol gibi sigara gibi bu bağımlılıktan da kurtulabilir mi insan,
ilaçla ya da telkinle bir tedavisi var mı bunun?
yoksa nefesi kuvvetli bir hocaya mı gitmeli...
Unutunca geçmişini
gelecekleri boşlukta,
tutunamıyormuş gibi hissetmez mi insan?
Her geminin ayrıldığı bir liman yok mu?
rotası yok mu balıkçının?
kaybolduğun dalgaların arasında
daha mı mutla olacaksın sanıyorsun?
yaşamadan öğrenmenin de bir yolu olmalı!
açık öğretim lise ve üniversiteleri yanılıyor olamaz...

insanlar birbirlerine güvenmedikleri için mi dini nikah kıyarlar?
Tanrı'ya verdikleri sözü tutarlar diye mi?
hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırıncaya dek...
diye söz verdiklerinden beri,
boşanma davalarına bakan hakimler biraz azrail,
avukatlar sorgu melekleri mi?
evlilik sonrası mal paylaşımı da saçma değil mi?
hani kefenin cebi yoktu?
bari ses sitemini ben alsaydım...

yazarken sessiz olmalıydım oysa,
adım gibi biliyordum!
içimden gürültüyle kopup gelen her kelimeye susturucu takıp
usta bir katil gibi öldürmeliydim aklımdan geçenleri.
bomba imha ekiplerinin çalışmalarını izlemek isterdim oysa
üzerlerinde ki giysilerinin bir halta yaramayacağını bile bile
korkmuyorlar mı?
belki bu defa patlamaz diye mi kandıryorlardı kendilerini?
ta ki bu defa patlayana dek mutlu yaşıyorlardır umarım...
sıradan insanlar da öyle değil mi?
belki bugün de ölmeyiz,
belki bugün aşık oluruz,
belki bugün zengin oluruz,
belki bugün o otobüs boş gelir,
belki bugün,
yok akşam iş dönüşü iki tek atarız...
bunu kesin yaparız!
diğerlerinin olmazlığına katlanabilmek için...

bazen korkuyor insan,
kendinden başka kimseyi bilmemekten korkuyor
bir süre kırılma numaralarıyla mesafeler koyarken
o mesafeler arasında kayboluyor
önsezilerine güveniyor
yoksa yenik mi düşüyor?
bulmacaları çözmeye çalışırken buluyor kendini
biri bitmeden diğeri,
biri gitmeden diğeri geliyor.
yine de güveniyor önsezilerine
hastalıklı bir romantizme teslim olmaktansa
rutubetsiz kuru bir ev hayal ediyor
duvarlarının rengini bari o belirleseydi...
belki yeterince mesafe koyamadın!
demek ki hala kaybolmadın...
yenilmemişsin bak,
şimdi sıradaki bulmacaya geçelim mi?
en sevdiği renk hangisiydi?

renkleri sevmezdi oysa...
bu yüzden renksizdi odaların duvarları bomboş
hoş değildi belki
beğenmemiştin bunu önerdiğimde
duvarın da, tuğlanın da, harcın da rengi var görmüyor musun!
derken
bir kez daha ispatlamıştın renkleri sevmediğini
nasıl istersen'e bağlayıp konuyu kapattım.



6 Şubat 2017 Pazartesi

zaman fazlalığı...

fazla zamanın var mı?
kimin fazladan zamanı var ki bu dünya da!
fazladan zamanı olanlar nereden ediniyor bu ayrıcalığı?
mesela bir markete gidip satın alınabiliyor mu ücret karşılığı?
kağıda sarılıyor mu başkası görmesin diye
poşede konmadan önce...
mesela dualarla mı ediniliyor bu zaman fazlalığı
ya dualar edinirken harcanan zaman
karşılamıyor mu kazanılanı?
kim kazanıyor sonunda?
kul bir tanrı bir maç uzatmaya kalınca
kaç penaltı gerekiyor kazananı belirlemek için...

fazla zamanın var mı?
evet var ama sevgilime ayırdım onu
neden demez insan...
yani en sevdiğine ayırmıyorsa o zamanı
sana veriyorsa
sevdiği alınmaz mı?
nasıl da alıngan sevgilin varmış!
sanane ne!
ben ne yapsam alınır,
çünkü sevgilim o, onun hakkı alınmak,
sana ne!

fazla zamanın var mı?
az önce harcadım fazlalığı,
şimdi ucu ucuna yetişiyorum hayatıma...

fazla zamanın var mı?
var...
konuşabilir miyiz?
zamanımı harcadığına değecek mi konuştuğumuz?
fazla değil miydi zaten?
boşa harcanacak kadr değil...

fazla zamanın var mı?
var ama kitaplarıma ayırdım onu.
biraz benimle ilgilensen?
ilgimi çekmiyorsun...

fazla zamanın var mı?
yok...
peki...

5 Şubat 2017 Pazar

Bilinç'Ötemden Yansımalar-18

yanlış anlaşılabilme olasılıklarını düşündükçe ne çok susuyor insan
sessizlik vadisinde kayboluyor ansızın....

hepimizin hayatında bir tını eksik
ne olduğunu keşfedemediğimiz,
diplerden gelen bir patlamaya eşlik eden
yaylı sazlara ait bir tını...
hepimizin ezberlediği bir şeyleri mutlaka vardı
hiç değilse kuvvetli aptallıklarımız, kaçışlarımız,
bir diğerinin hayatları ardına saklanışlarımız...
çözemediğimiz, çözemeden yaşadığımız,
bir anlamda katlandığımız tutkuların
haklılığını kanıtlayan şeylere güveniyorum ben hala

sana bugün, şu an ne yazabilirim?
nelerden söz edebilirim?
niçin böyle bir düşünce içine girerim?

bittikten sonra biz,
nerene gömeceksin beni?
düzenli takvim aralıklarında gelip
temizleyip ayrık otlarını
açacak mısın?
gömdüğün yeri...

bilincimizi bedenimize mıhlayacak çekici tutamadık
ummak ve ayak uydurmak arasında gidip geliyorken
dağılıyorduk
ayrılıyoruz diyemiyordum buna
çünkü dağılıyorduk sadece...

yalnızca sevişmek için mi kullanıyorum yeteneğimi?
bu yüzden mi her gelenin aklı,
aklımda...
etkisi kaç kelime sürer?
esaslı bir orgazmın...

hayat söze dayanmıyor
anlatılan anlaşılana uymuyor
uyumsuzluk yayılıyor damarlarda
kimse söylediğinin ardında
vaat ettiği kadar durmuyor...

her sevgili bize verilen kırık not gibi
hiç silinmeyen, kurtarılamayan...
yaz okullarında hasret giderilen sadece.
bu yüzden mi kırıktı?

seni sıkan sezgilerimi, alınganlığımı, çocuksuluğumu,endişelerimi bir yana ayıramıyorum
itiraf etmeliyim
ben hala aynı tutsağım,
aynı şair...

belki de susmamın nedeni,
söylediklerimin geri tepmesinden korkmamdı
göğsümün sol yanı acırdı
sen sustuğunda...

kolay sözlerin aldatıcı büyüsüyle yazıyorum...
gördüğünle işittiğinle yetinmeyi seçtiğin için
içinde ne olduğunu bilmediğin çuvala
elini sokamadın

bundan böyle anlamın ne derinliği olabilir ki benim için?
derinlik ne ifade edebilir?
sabahlara ulaşıyorum
oysa sana ne çok yol var...

bir şeyler seni üzüyorsa,
suçu üzerime alabilirim...

yanlış numara...

tekrarlamak istemediğim hatalardan çağrılar alıyorum sürekli
oysa şehri şöyle bir turlasam yetecekti uzaklaşmak için

hangi güzel parmaklar tuşlayacak telefon numaramı yanlışlıkla
tanımadığı sesimi duyunca duraksayıp
sonra başka bir durağa yönelecek...

-pardon yanlış oldu
-olabilir...
-kusuruma bakmayın lütfen bu saatte rahatsız ettim
-edebilirsiniz...
-kapatayım ben o halde
-siz bilirsiniz
-nasıl yani?
-arayan sizsiniz, dilediğiniz zaman kapatacak olan da sizsiniz.
-çok tuhaf konuşuyorsunuz.
-bunu söylemek için mi aradınız beni
-yok,hayır yanlış anladınız. sizi aramayacaktım ben yanlışlık oldu.
-beni aramıyordunuz belki ama bulduğunuzdan rahatsız mı oldunuz?
-neyse, yeniden özür dilerim. hoşçakalın...
-bu kadar özre gerek yok. ama yine de siz bilirsiniz.
-siz hep böyle mi konuşursunuz?
-evet
-tuhafsınız. şu an sinirlerimi bozuyorsunuz ama konuşmayı bırakamıyorum.
-tuhaf olduğumu söylemek için beni arayan sizsiniz, unuttunuz mu?
-dalga mı geçiyorsunuz benimle!
-dalga geçmem için aradığınızı sanmıyorum. ama isterseniz yaparım.
-çok ukalasınız! neden aramışım sizi?
-bana tuhaf demek için aradınız.
-sanırım ciddi ruhsal sorunlarınız var. yanlışlıkla aradım diyorum! neden anlamıyorsun?
-her yanlış aramanızla bu kadar uzun süre konuşur musunuz?
-sizi arayan benim, bu konuşmada soruları ben sorarım!
-nasıl isterseniz...
-kesinlikle beni tanıyan birisin sen, hadi söyle kimsin?
-önce siz söyleyin kim olduğunuzu
-çattık gece gece!
-çatmak için mi aradınız beni?
-hala saçma sapan konuşuyorsun! yeter artık söyle kim olduğunu!
-bir oyun oynamak ister misin?
-manyak mısın?
-tıbbi karşılığı nedir manyaklığın?
-doktor değilim ben nereden bileyim!
-ben de...
-buna daha fazla katlanmayacağım kapatıyorum!
-nasıl isterseniz...
-bak, tamam doğruyu söyle kızmayacağım. Sen Nevin'in arkadaşı mısın? Ancak onun kafasından çıkar böyle saçma şaka fikirleri
-bir arkadaşa sahip değilim.
-kimsin ulan sen kimsin! delirttin beni gece gece!
-benim tuhaf olduğumu söylemek için aramıştınız. ama delirmek istiyorsanız bu da sizin tercihinizdir.
-tamam, yeter kapat şu telefonu artık! ellerim titriyor sinirden...
-tamam...
......
......
......
-neden telefonu açınca cevap vermiyorsun?
-cevap istemediniz ki? beni cevap almak için mi aradınız tekrar?
-hala devam ediyorsun ya nasıl bir manyaksın sen? hayır neyin cevabını alacağım senden?
-neden cevap vermediğimi sordunuz.
-bak medeni insanlar telefonlarını açtıklarında cevap verirler, Alo, efendim, evet gibi sözler söylerler ki arayan kişi telefonun açıldığını anlasın!
-size alo, efendim, evet gibi sözler söylemem için mi aradınız tekrar?
-su katılmamış manyaksın sen biliyorsun değil mi? Ulan gecenin yarısı yanlışlıkla seni aradım çektiğim eziyete bak. Neyse, ilk aramamın sonunda biraz sert konuşmuş olabilirim. Özür dilemek için yeniden aradım.
-Peki, dileyebilirsiniz.
-Allah'ım bütün manyak erkekleri bana göndermek zorunda mısın?!
-Allah mı söyledi size beni aramanızı?
-yuh!! peygamber miyim ben vahiy gelsin bana?
-Bilmiyorum, peygamber misin?
-hata bende, ilk ilk defasında yanlış tuşlara bastım, ikincisinde neden arıyorsam artık!
-size alo, efendim, evet sözlerinden birini söylemem için aramıştınız. hangisini söyliyeyim?
-sus, yalvarırım sadece sus, tek kelime söyleme!
-..........
-ulan, hata bende, gecenin üçünde sarhoş kafayla eski sevgilini aramaya kalkarsan işte böyle manyağına çatarsın! Ben kaşındım biliyorum.
-..........
-tamam, seni tanımıyorum, tanıdıklarımın içinde senin gibi bir manyağı arkadaş edinecek kimse olduğunu da sanmıyorum. Ama sırf yanlışlıkla bu saatte seni aradığım için benden bu şekilde intikam aldığını düşünüyorum. Yanılıyor muyum?
-.........
-orada mısın? evet telefon açık hala neden cevap vermiyorsun?
-........
-ulan konuşsana, bir şey söyle!
-sus demiştiniz.
-sen böyle her söyleneni yapar mısın?
-yapabileceklerimi yaparım.
-çok eğleniyorsun şu an farkındayım. belki güldüğünü anlamıyayım diye telefonu arada bir ağzından uzaklaştırıyorsundur...
-hayır, eğlenmiyorum ve telefonu arada ağzımdan uzaklaştırmıyorum.
-ben eğlenmeye başladım... bana bir şarkı söyler misin?
-şarkı bilmiyorum. söylemeyi de bilmiyorum.
-bildiğin kadarıyla mırıldan işte bir şeyler, hadi nazlanma. yaklaşık yarım saattir konuşuyoruz, hatrım kalır bak.
-hiç şarkı dinlemedim ben o yüzden şarkı mırıldanmayı da bilmiyorum.
-kavanozda falan mı yaşıyorsun sen? nasıl şarkı dinlemezsin?
-hayır, evde yaşıyorum.
-senin bir çeşit psikolojik rahatsızlığın mı var? bak bana dürüst olabilirsin bu konuda aramızda kalacak hiç doktora gittin mi?
-rahatım ben. doktora gitmemi gerektirecek bir rahatsızlığım olmadı hiç.
-seninle konuşmaya devam edersem kesin benim rahatsızlığım olacak. ulan içtiğim onca içki boşa gitti, ayıldım sayende....
-ayılmak için mi aramıştınız beni ikinci defasında? oysa cevap almak istediğinizi söylemiştiniz.
-tamam pes! yordun beni iki dakikada... kabul ediyorum. yalnızım ben, sevgilim beni terkedeli iki ay oluyor ve hiç aramadı bir daha. ben bir iki defa aramak istedim engellemiş aramalarımı. sosyal medyada da engellemiş hesaplarımı. sahte hesaplar açıp bakıyorum sürekli neler yapıyor diye. Başka birini bulmuş. Çok mutluydu resimlerinde. Bu gece de öyle içince biraz, birilerinin sesini duymak istedim. rastgele tuşladım numaraları. Sana denk geldi işte. kusuruma bakma. Zaten ben çekilesi, sevilesi bir kadın olmadım hiç bir zaman. Yanlış anlama şu an yaptığımı da sürekli yapan biri değilim. Yani öyle tanımadığım insanları telefonla arayıp rahatsız eden konuşmaya çalışan biri değilim. sadece, hani bazen kendini çok yalnız hissedersin de, bir ses olsun istersin kulağında, yabancı da olsa biri sana seslensin... tanıdık seslerin o yapay, acıma tınısıyla yüklü kelimelerini duymaktan yorulmuşsundur. Öyle işte, sürekli sana manyaksın falan diyordum ya galiba manyak olan benim. Ama neden hep terkedilen ben oluyorum çok severken hem de...
-terketmek istiyorlarsa terkederler...
-bu mudur yani? ben sana kimsenin bilmediklerini anlatıyorum, neler hissettiklerimi söylüyorum, senin yapacağın açıklama bu kadar mı? terketmek istiyorlarsa ederlermişmişmiş.... Aslında söylediklerimden bir şey anlamadın değil mi?
-anladım.
-ne anladın?
-yalnızsın...
-sen uzun cümleler kuramaz mısın? öyle bir yeminin mi var? bazı manastırlarda yaşayıp sessizlik yemini eden rahibeler gibi misin sen?
-rahibe değilim. sessiszlik yemini etmedim.
-şu an kendimi telefonda yüklü bir programla konuşuyormuş gibi hissediyorum. Neydi o programın adı, Siri' mi? hazır kısa ve net cevaplar veren, ama her soruya bir cevabı olan. Baksana ne geldi aklıma sanırım ben seni ikinci defa aradığımda senden cevap almak için aradım. haklıydın sen!
-haklıydım.
-ama bak bu tavrın hem sinir bozucu hem de çok ukalaca. En azından biraz yorum katabilirsin söylediklerine. yani ne bileyim, yalnızlıktan bulandığım için seni aradım ama senle konustukca ne kadar yalnız olduğumu suratıma vuruyor gibisin sürekli.
-yalnızsınız. ama suratınıza vurmuyorum sadece söylüyorum.
-neyse ilerleme var en azından daha uzun bir cümle kurdun. izninle ben kendime bir kadeh daha şarap doldurup sigara yakacağım.
-nasıl isterseniz.
-çok konuşmuyorsun belki ama ses tonun çok güzel. insanı rahatlatan bir etkisi var. bence bu sesi esirgeme başkalarından. gerçekten hiç arkadaşın yok mu senin?
-sadece geceleri yanlışlıkla arayanlar var.
-ne? nasıl yani? esprimi yaptın şimdi?
-hayır yapmadım.
-ciddisin sen?
-evet ciddiyim.
-yani seni ilk defa böyle yanlışlıkla arayıp seninle konuşan ben değilim, öyle mi? şimdi anlaşılıyor bu tavrın. sen de haklısın tabi bıkmışsındır... içimi rahatlattın şu an teşekkür ederim. demek tek manyak ben değilmişim.
-manyaklığın tıbbi karşılığını bilmiyorum.
-ben de bilmiyorum ama bir manyak için ortaya örnek konulacaksa en iyisi ben olurum!
-sevindim adınıza.
-neye sevindin? manyak olduğuma mı?
-evet
-manyaklık iyi bir şey değil ki? bana hakaret etmeye mi çalışıyorsun?
-hayır, manyaklar sizin gibi tatlıysa bu iyi bir şey olmalı.
-.....
-.....
-sen aslında zeki bir adamsın, biliyorsun değil mi?
-biliyorum.
-normalde de böyle misin, yani sadece telefonda mı böyle konuşuyorsun, yoksa başkalarıyla yüzyüzeyken de mi böylesin?
-başkalarıyla konuşmam.
-sokağa çıkmıyor musun sen? ne bileyim bakkala markete gitmiyor musun?
-sokağa çıkıyorum, bakkala gitmiyorum. markete gidiyorum.
-tamam işte sokakta birilerine selam vermiyor musun? birileri seninle konuşmuyor mu?
-birilerine selam vermiyorum. birileri benimle konuşmuyor.
-peki market? alışveriş yaparkende mi kimseyle konuşmuyorsun. mesela almak istediğini bulamadığında birilerine sormuyor musun? ne bileyim kasiyere kolay gelsin falan demiyor musun?
-konuşmuyorum. almak istediğimi bulamazsam yoktur. sormuyorum. kasiyere kolay gelsin demiyorum.
-gerçekten yaşıyor musun sen?
-yaşıyorum.
-şu an bundan emin olamadım. gerçekten bir program gibisin. insan olduğuna dair bir kanıt bulamıyorum senden.
-program değilim. insanım ben.
-neyse ki yalan söylemediğine inanıyorum. yalan söylüyor musun bana?
-hayır.
-sevgilin de yoktur senin.
-yok
-kaç yaşındasın sen?
-kırk
-hiç sevgilin oldu mu?
-hayır
-bu yaşına kadar hiç bir kadınla birlikte olmadın yani?
-olmadım.
-okulda bile mi?
-okulda bile
-peki ne iş yapıyorsun? bir mesleğin var mı?
-yok. mesleksizim ben
-nasıl geçiniyorsun peki, evde yaşıyorsun ya kira falan ödemiyor musun?
-ödemiyorum, ev babamın. bana bıraktı ölünce.
-peki alışveriş için parayı nereden buluyorsun?
-param yok. banka kartım var.
-tamam sonuçta bankada paran var yani. o parayı nasıl buluyorsun?
-bulmuyorum. babam bana bıraktı ölünce.
-miras yiyorsun yani?
-yemiyorum. alışveriş yapıyorum.
-bazen bir çocukla konuştuğumu sanıyorum seninle konuşurken. gerçekten kırk yaşında mısın?
-evet
-akrabaların falan yok mu senin?
-var
-neyse ki o kadar yalnız değilmişsin... peki onlarla görüşmüyor musun?
-hayır
-hiç biri arayıp sormuyor mu seni? ya da sen bayramlarda gitmiyor musun onlara?
-arayıp sormuyorlar. bayramlarda gitmiyorum.
-seninle konuştuğum her dakika seni daha çok merak ediyorum biliyor musun?
-biliyorum.
-özellikle mi yapıyorsun?
-evet
-neden?
-beni merak etmek hoşunuza gidiyor.
-sadece bu yüzden yani, ben kendimi iyi hissedeyim diye mi böyle yapıyorsun?
-evet
-amacın ne? benim iyi hissetmemden çıkarın ne? neden bunu yapıyorsun?  tamam manyak mısın demiyeceğim bu defa sakinim.
-amacım yok. çıkarım yok. sadece yapıyorum.
-senin duyguların, hislerin, korkuların ne bileyim hırsların falan yok mu? mesela şimdi benimle konuşurken merak ettiklerin yok mu? beni görmek neye benzediğimi bilmek gibi.
-duygularım, hislerim, korkularım ve hırslarım yok. merak etmiyorum. birazdan fotografınızı göndereceksiniz.
-özgüvenin tavan yapmış senin, egon da baya bir şişirilmiş. nereden biliyorsun sana fotografımı göndereceğimi?
-sizi görmemi istiyorsunuz.
-bu arada az önce konusmaya başladığımızdan beri en uzun cümleyi kurdurdum sana. kendimle gurur duyuyorum.
-nasıl isterseniz.
-tamam madem bu kadar ısrar ettin sana geçen gün çektirdiğim fotoğrafı gönderiyorum ama sen de bana kendi fotoğrafını göndereceksin anlaştık mı?
-fotoğrafım yok benim
-ne demek fotoğrafım yok? şimdi çekebilirsin telefonunla!
-telefonumda fotoğraf makinası yok
-ne?
-telefonumda fotoğraf makinası yok.
-kamerası yok yani telefonunun öyle mi?
-kamerası da yok
-hangi yüzyılda yaşıyorsun sen?
-yirmibirinci yüzyıl
-ve hala kamerasız telefon mu kullanıyorsun?
-evet
-yalan söylemediğini bilmesem şu an yalan söylediğini düşünürdüm. neyse gönderdim fotoğrafımı bakabilirsin şimdi.
-baktım
-nasıl buldun?
-telefonun mesajlar kısmına girerek
-offfff! ben onu sormadım yani beni nasıl buldun? güzel mi çirkin mi?
-bir kadın
-ne demek bir kadın?
-bütün kadınlar güzeldir.
-laf cambazlığı yapma bana şimdi. beğenmedin değil mi? dürüst ol, ilk beğenmeyen sen olmayacaksın alışkınım buna. zaten güzel değilim ben biliyorum.
-kadınlar güzeldir.
-lan delirtme beni yine! madem bütün kadınları güzel görüyorsun bugüne kadar neden bir kadınla birlikte olmadın?
-güzel görmek ve birlikte olmak farklı kavramlar
-beni kavram karmaşasına sokma şimdi! ben de biliyorum farklı olduklarını. Dur! yoksa sen erkeklerden mi hoşlanıyorsun?
-hoşlanıyorum.
-yani kadınlarla ilgilenmiyorsun öyle mi?
-ilgileniyorum.
-dalga mı geçiyorsun?
-hayır
-tamam sakin oluyorum şimdi. erkeklerden hoşlanıyor, kadınlar ilgileniyorsun ama hayatında bırak sevgili ya da arkadaşı akrabayı, konuşacağın tek bir insan bile yok
-evet
-nasıl oluyor bu?
-konuşacak bir şey olmayınca, konuşacak kimse de olmuyor.
-sen gerçekten var olamazsın biliyorsun değil mi?
-hayır, bilmiyorum.
- ne sarhoşluk bıraktın ne uyku! her söylediğinde aklımı karıştırıyorsun ve bunu biliyorsun. özellikle yapıyorsun. çünkü benim kendimi iyi hissetmemi istiyorsun. öğrenmişim değil mi?
-evet
-hangi şehirde yaşıyorsun?
-istanbul
-ben de öyle. yarın seninle buluşmak istiyorum.
-nasıl isterseniz.
-sen istemiyor musun?
-hayır
-ne demek hayır? beğenmedin değil mi beni?
-sizinle buluşmak istemiyorum. ama siz isterseniz sizinle buluşabilirim.
-neden istemediğin bir kadınla buluşasın ki?
-siz istediğiniz için.
-yani sırf ben istiyorum diye yapacaksın öyle mi?
-evet
-neden?
-yapabilirim çünkü
-şu an kendimi ucuz kadınlar gibi hissetim. sağol bunun için
-rica ederim.
-gerçekten bir önemi yok mu senin için hiç bir şeyin? yani sırf yapmış olmak için mi yapıyorsun bunları?
-evet
-yarın saat ikide ortaköy'de buluşalım. senin için de uygunsa
-uygun
-biliyorsun değil mi ortaköy'ü?
-biliyorum.
-benimle buluştuğun zaman konuşacak mısın?
-evet
-kimseyle konuşmuyorsun ya o yüzden sordum. neden benimle konuşacaksın?
-konuşmamı ve beni dinlemeyi isteyeceksiniz.
-isteyeceğim evet.... inanmıyorum şu an senin gibi cevap verdim. peki ne yapacağız buluşup konuştuktan sonra?
-ne isterseniz.
-yani ben ne istersem onu yapacağız öyle mi?
-evet
-seninle sevişmek istersem
-olur
-senin için sorun olmaz yani
-hayır
-peki herkesin içinde sevişmek istersem?
-tamam
-nasıl tamam ya, herkesin içinde benimle nasıl sevişeceksin?
-nasıl isterseniz.
-hayır onu sormuyorum, yani etraftaki insanlar ne olacak hiç utanmayacak mısın?
-hayır.
-gerçekten utanmayacaksın... her dakika şaşkınlığımın üzerine koyarak arttırıyorsun. tamam peki, yarın seninle evlenmek istersem ne yapacaksın?
-evlenirim.
-bir kaç tane de çocuk yaparız?
-bir gün de hepsini yapamayız.
-neyse ki bunu biliyorsun. senin hakkında ki herşeyi merak ediyorum. nasıl biri olduğunu çocukluğunu, gençliğini, aileni, yaşadıklarını. nasıl böyle kapalı kalabilmişsin? böyle ruhsuz ve duygusuz, umursamaz... neyse... nasıl olsa bu murağımı dindirecek kadar açıklayıcı ve detaylı cümleler kurmayacaksın. yarın görüşünce belki anlatırsın. şimdi izninle uyumak istiyorum
-nasıl isterseniz.
-sen nasıl istersen!
-ben istemiyorum.
-biliyorum, istemiyorsun ama ben istiyorum o halde yapacaksın. sen şimdi ne yapmamı istiyorsun söyle
-uyuma
-tamam
-tamam
-peki şimdi ne yapmamı istiyorsun?
-beni dinle
-seni dinlemek? tamam...
-daha fazla soru sormanı ve araya girmeni istemiyorum.
-peki, seni dinliyorum...
-beni ilk aradığında sesindeki kırıklığı, hüznü ve yalnızlığı hissettim. bazı kelimeleri söylerken sonlarına doğru yuvarlıyordun. dikkatini toplayamıyordun alkollüydün çünkü. yanlışlıkla aradığın için özür dilerken ve kapatmak için çabalarken telefonu benim kapatma dememi bekledin. bunu istediğini biliyordum. Sana verdiğim her kısa ve net cevaptan sonra sana seninle ilgili sorular sormayışım yüzünden sinirleniyordun. üzerime geliyordun, seni düşünmemi hayal kurmamı ve istememi bekliyordun. Ama bu bekleyişin yanıtsız kaldıkça zaten içine düştüğün umutsuzluk büsbütün arttı. Kendi kendine dedin ki ben istenecek bir kadın değilim, telefonun ucundaki yabancı bile beni istemiyor. Ne kadar değersizim diyerek kendini daha kötü hissettin. Bir yanın seni düşürdüğüm bu durumdan kurtuluşun yine bende olacağını söyledi sana. Elinde kalan tek umut gibi göründü sana. Benim de en az senin kadar yalnız ve çaresiz olduğumu, seni sadece benim anlayabileceğimi düşündün. Bu ikinci umut oldu sana. telefonu kapattıktan sonra sessizliğinde bu umutlar artmaya başladı. kendi kendine dedin ki şimdi onu ararsam hemen cevap verecek ve benimle ilgilenecek. bu düşünceyle yeniden beni aradın ama arar aramaz benim sessizliğime gömüldü bu umutların. yine de vazgeçmedin. Çünkü kaybedecek birşeyin yoktu. Yine üzerime geldin. hakkımda ipuçları toplayarak beni tanıyacağını sandın. Duydukların kafanı karıştırdı, seni karıştırdı. karıştıkça daha çok meraklandın. üzerime gelmeye çalıştın, anlam vermeye çalıştın. Oysa anlaşılmak için aramıştın beni. Amacından uzaklaştın. Bir süre sonra kendine yepyeni bir amaç edindin. beni... görünüşümü merak ettin, yaşadığım yeri, hayatımı... kafanın içinde bana bir beden beğendin, onu karşına alıp konuşmaya başladın. konuştukca bir yüz çizdin, en sevdiğin yüzü. aldığın cevaplar beceriksizçe yapılmış bir dublaj çalışması gibi olsa da bunu görmezden geldin. bana her yaklaştığını düşündüğünde kendini hep aynı yerde buldun. hayalindeki benle, gerçeğimi bir araya getiremiyordun sürekli. yeni edindiğin amacı kaybetmemek için, en azından zaman kazanmak için, belki bir gece olsun hayal kurarak uyumak için benimle buluşmayı istedin. ne çok gece geçmişti bir hayale tutunmadan uyumaya çalışırken kadehlerin yanında sızıp kalmayalı. sesimin tınısını unutmamak için içinden benim söylediklerimi tekrar ediyordun sürekli ve bu öyle kolaydı ki... bu yüzden kısa cevaplar veriyor sonra susup, verdiğim cevabı içinden tekrarlamana izin verdim. içine alıyordun beni. verdiğim cevaplar beklediklerin değildi, zaten ben de beklenen değildim. ama umurunda bile değildi. yeni bir sahoşluğa kapılıyordun. kendine tutunacak bir şey bulmuştun ve kaybetmemek için direnecektin. direndin. bunu yaparken verdiğim cevapların aslında senin sorduklarının aynısı olduğunu bile farkedemedin. sadece soru eklerini kaldırıyordum cümlelerindeki, bugüne kadar karşılaşmadığın belki yarın bile karşılaşamayacağın bir insan profili çizdim sana. sadece romanlarda var olabilecek bir karakter sundum. kendini bir roman kahramanı gibi hissettin farkında olmadan. bugüne kadar hayatının gerçeğinde yalnız bırakılmış, kendisi tarafından bile beğenilmemiş biri için masalsı bir dünya yarattım. seni gerçeklikten uzaklaştırdıkça bana yaklaştın. bana yaklaştıkça tutundun. ne zamandır ilk defa tutunabilmek hoşuna gitti. belki birazdan yatağına uzandığında, bu tutunduğun her neyse kollarının arasına alıp huzur duyacaksın... yarın uyanınca içindeyken kendini en güzel hissettiğin giysini giyip makyajını yapacaksın. buluşma yerine gelene dek kalbin her zamankinden daha hızlı çarpacak, belki daha hızlı yürüyeceksin, belki buluşma yerine gelince önce uzaktan durup bakacaksın beni görme umuduyla. beni göremeyince bekleyeceksin. beklediğin her dakika saat gibi geçecek ama en acısı, gelmediğim her saniye gelmeyeceğim düşüncesini aklından uzak tutabilmek için savaşmaya başlayacaksın. zamana karşı savaşacaksın ta ki yorulup pes edinceye dek. ne kadar süre geç kalmış önemli değil, sonunda gelmemiş olmam canını yakacak. üzerine giydiğin o elbiseden nefret edeceksin, bir daha giymeyeceksin, eve gider gitmez makyajını sileceksin, hırsla. kendine kızacaksın. şu an konuştuklarımızı düşüneceksin. nerede yanlış yaptığını nasıl aldandığını düşüneceksin. aldanmak istediğin gerçeğini aklına bile getirmeyeceksin çünkü insan bazen aldanmak istese bile bunu kabul etmek yerine kendisini aldatanın zekasını yüceltir. sen de öyle yapacaksın. belki ileride bir gün bir arkadasınla dertleşirken çok zeki bir adamla böyle bir konuşma yaptım. o da beni aldattı diyeceksin. zaten ben sevilecek kadın değilim diyeceksin, gözlerin dalacak herhangi bir şarkıyı dinlerken. bu geceyi düşündükçe geçmişindeki yaraların kabuklarını yolacaksın farkında olmadan. oysa beni ilk aradığında aklından geçen o yaraları unutmak değil miydi? bunu anımsadıkça kapatacaksın kendini. Önce hislerinden vazgeçeceksin, sonra isteklerinden. Amaçlarını erteleyeceksin bir süre sonra zaten son kullanma tarihi geçmiş olacak hepsinin. daha az konuşacaksın, daha az delil bırakacaksın yaşarken. arkadaşlarının aramalarına dönmeyeceksin, ısrarcı olanlar için geçerli bahaneler üretmeyi öğreneceksin zaten bir süre sonra onlarda vazgeçecek aramaktan. arayıp hatrını soran akrabaların da sen onlara geri dönmediğin zaman azalmaya başlayacaklar. sanki sırf sen onları aradığın için seni arıyorlarmış gibi hissedeceksin. bayram günlerinin anlam ve önemi de azalacak. aile toplantılarına bir süre daha katılıp onlarla birlikte iyiymiş gibi yapacaksın. onlar gibi konuşacaksın, onlar gibi gülecek geçmişte hayatınızda olan ama şimdi isimleri mezar taşlarına kazılı insanları hatırlayıp iç çekeceksin. bu sohbetlerin seni yorduğunu her gece uyumak için yatağına uzandığında daha çok hissedeceksin. sabah ezanlarını daha fazla dinleyeceksin. uyandığında akşam olacak. telefonundaki cevapsız aramaları kimlere ait olduğuna bakmadan sileceksin. öğünlerin sayısı azalacak gün içinde, alkol oranı her gece daha da artacak. ertesi günlerinde daha halsiz daha hasta çıkacaksın yatağında, bir süre sonra çıkmayacaksın. belki biraz daha alkol almak için gideceksin markete, ama aradığını bulamazsan sorma gereği duymayacaksın. ödemeyi yaptığın kasiyerle gözgöze gelmemeye çalışıp sana uzattığı beyaz poşeti alıp içini doldurup uzaklaşacaksın 'kolay gelsin' bile demeden. sokakta yürürken tanıdıklar geçecek yanından, selam vermesinler diye başını önünden kaldırmadan sanki dalgın dalgınmışsın gibi yürüyüp geçeceksin. bir süre sonra onlar da görmeyecek zaten seni. hayata bir anlam vermekten, beklenti içine girmekten, tutunmaya çalışmaktan vazgeçeceksin. sonra bir gece bilmediğin bir numara arayacak seni ısrarla, cevap vereceksin. telefonun diğer ucunda, senin bu gece ki sesin olacak, hissedeceksin... bu söylediklerimi aklına gelecek. o telefonu o an kapatmak ve kapatmamak senin seçimin olacak. gerçek yalnızlığın ne demek olduğunu bilmeyip yalnızmış gibi yapan biri olacak karşında... ona bu mikrobu bulaştırmak ya da bulaştırmamak senin elinde olacak... bu gece benim elimde olduğu gibi...

-bunu bana neden yaptın! en başından beri oynadın bana biliyordum! zaten dipteydim daha derine gömdün beni şu an!
-hayır... sen tercih ettiğin bir yalnızlığı yaşıyordun, ben kaçınılmaz yalnızlığı anlattım sana...
-anlamıyorum...
-anlıyorsun... kabul etmek hoşuna gitmiyor...
-neyi kabul etmek hoşuma gitmiyor?
-yalnız olmakla yalnız hissetmenin arasında ki farkı....
-inan şu an kelime oyunlarına dayanacak gücüm kalmadı lütfen...yalvarırım anlayacağım şekilde söyle bana... neyi kabul etmiyorum?
-bu gece, son bir kaç ay hissettiklerin her neyse bunların hepsini sen seçtin... bir arayış içindesin, belki bir çıkış yolu... ama gözlerini açmadığın sürece o yolu asla göremeyeceksin... yalnız değilsin sen! yalnızlığı seçiyorsun sadece, ne olduğunu bile bilmeden... ama artık biliyorsun....
-çok yorgunum... yarın gelmeyeceksin değil mi?
-hayır...
-rahatsız ettiğim için özür dilerim. hoşçakal...
-sen de...

4 Şubat 2017 Cumartesi

Bilinç'ötemden Yansımalar-17

okuduğum kitaplarda ki karakterleri gerçek hayatımdaki insanlarla benzer buluyorum bazen. Bazen kendimle... Sanki benden habersiz hayatımın bazı bölümleri filme alınmış, sandığı karıştırırken eski kasetlerden birini bulmuşum, onu takip video oynatıcısına izliyor gibi... kimi zaman ürpertiyle kimi zaman bilindik bir samimiyetle...

kendisi hissedemediği belki de hissetmekten korktuğu için derinlerine dalmaktansa, başkalarının hislerini anlatan yazarlar, ne kadar süreyle uzak kalabilir yaşamaktan? ya etrafında ona yakın olan insanlar? onu nasıl kabullenebilir? ya kabullenemeyenler? ilk trenle ayrılırlar mı şehirden?

hayatına girdiğim kadınların hayatımdan çıkması için tek yaptığım kendimi göstermekti... Yangın başlayınca camı kırıyordum. Sirenler ötmeye başlayınca herkes kendi başının çaresine bakıyor, ben kendi yangınımın ortasında bekliyorum... Aradan zaman geçiyor, küllerimi karıştırıyor başka bir kadın... Beni tutup ayağa kadırıyor, yeni bir dünya yaratıyoruz birlikte ardından yine bir yangın yeni bir ayrılık... Kültür bakanlığı tarafından korumaya alındığından beri ruhum, her türlü kundaklamaya hazır bekliyorum...

kurşun kalem kurşundan mı yapılmış? kimin aklına gelmiş diye merak ediyorum bazen, insanı öldüren kurşundan bir kalem yapmak... nasıl bir tezat bu, bir madde hem can alırken şekil değiştirip can verebiliyor, hiç tanımadıklarına... kurşun bir kişiye etki ederken, yazdığın kelimeler patlayan bombadan etrafa savrulan şarapnel parçaları gibi... kimleri nasıl etkileyeceğini bilemiyorsun.... hangisi daha çok yakar canını insanın, küçük bir kurşun parçası mı? olmadık zamanda yanlış anlamlar yüklenip savrulan kelimeler mi?

ilk defa konuştuğun, seni daha önceden tanımamış birinin senden dürüst olmasını beklemek ironik değil mi? belki bir daha görüşmeyeceksin, belki bir daha asla rastlamayacaksın hayatının hiçbir köşesinde... sadece bir kaç dakika belki bir kaç saati paylaşabilmek için, yalan söylememe şartını ortaya koymak... üstelik yalan söylemek için hiçbir neden yokken... İnsan neden geçmişinden gelen acılarını, geleceğinde karşılaştığı insanları uzak tutmak için kullanır? bir nevi kendini koruma yolu, belki yeniden aldanmamak, yeniden canı yanmasın diye... ne çok yaralı insan yaşıyor şu dünyada... herkes bir şekilde ayakta kalmanın yollarını buluyor, kimisi bana yalan söyleme diyor, kimisi uzak dur... oysa ben sadece bekliyorum. kelimelerim ve hayallerimle...  belki sırf bu yüzden tecrit edilmeli ve insanlardan uzaklaştırılmalıyım. hatta yazmam yasaklanmalı! kimin daha fazla acıya ihtiyacı var ki?

2 Şubat 2017 Perşembe

gece(m)den yansıyanlar...

zor olmuyor mu boş masalara söylemek şarkıları?
boş değil ki onlar
birinde sen varsın karşında ben...

sil baştan başlayınca bazen, biter...

yarısı kadehte bırakılmış şarap masanın üzerinde
öyle hissedersin kendini
tenezzül edilmemiş bile bitirilmeye

sahnesini paylaşanlar, yataklarını paylaşıyormudur aynı kişiyle?

yazarlar da üzülüyor mudur acaba,
sahneye çıkanlar gibi
duyamadıkları için
alkış seslerini...

çok eğleniyormuş gibi yapıp
her şarkıya eşlik ederken
dalıp dalıp nereye gidiyor ansızın?
kendine gelip kaldığı yerden
devam ediyor şarkıya
sanki hiç gitmemiş gibi...

sol dirseğini yaslamış masaya
konuşurken avuç içini açıyor havaya
dua eder gibi
bileğinin aldığı şeklin ilahi bir yanı olmalı
ve kabul edilmeli dilediği...

bakışlarının daldığı yere dikkat etmeli insan
bir yabancı çıkarmaya çalışabilir ansızın
derinlerinden...

etrafa serpilmiş güvercin yemleri gibiydik,
yem değilmiş gibi yapan...

işten çıkıp mı gelmiş?
üzerinde bir canlılık
ağzını açsa reklamını yapıyor
arka fonda tiz kahkahasıyla

bir sırt ne kadar güzel olabilirse
kalın yünlü kazağın altında
o kadar güzeldi işte
hayalini kurarken...

çınaraltıydı mekanın adı
sekiz katlı binanın bodrumunda...

konuşurken başını hafifçe yana eğdiğinde
saçları yüzünün yarısını kapatıyor
sonra diğer yana eğiyor
aynı saçlar aynı yüzün diğer yarısını kapatıyor
parçaları birleştirmek gerekiyordu
resmi görebilmek için

'el yazın çok kötü' dedi kadın... 'okunmuyor...'
'üzerimde yakalarlarsa, deşifre olmamak için...' dedi adam...

herkes istediği şarkının adını yazıp gönderiyordu şarkıcıya
o, sevdiği kadının adını yazdı...

şarkıcı dinlenmek için ara verip
oturduğu yerde devam etti mırıldanmaya...

hiç tanışmıyoruz hatta tanışmayacağız bile
ama telefonun tuş kilidinin şifresini biliyorum artık...

konuşacak ne çok şeyleri var insanların,
şarkıları bile duymuyorlar...

bazı istekler vardır,
sadece yutkunursun...

bakışlarında ki ürkeklik...
ait olmadığı yerde
öyle bariz ki....

eski Türk filmlerindeki
abartılı makyajıyla kadınlar gibi
siyah beyaz çekilmiş
dudakları renkli ve dublajlı
gözlüklerinin abartılı çerçevesi
altında bir yüz gizli
yaşı tutmamış belli
gizlemiş yüzünü gözlüklerinin altına
öyle girmiş içeri...

alkol oranlı arttıkça kanda
önce bakışlar iniyor yere
ardından gereğinden fazla okşanmış egolar...

şarkılara hala eşlik edilmiyorsa eğer
mekanda ki alkol oranı hala yükselmemiştir
garsonlar kaytarıyor olabilir...

neleri görmezden geldik onca zaman,
nasıl yapabildik bunu,
şimdi yüzümüze çarptıkça gerçekler
önce kızıyor,
sonra kabulleniyoruz...

bilmediğim yerden sorma bana!
sonra ne söylediğimi bilmiyorum...

şarkıcının sevgilisi mekandayken,
şarkıya asılan kızlar
ve sevgilisinin elindeki telefona asılması...

her ölüm erkendir
ama en zamansızı
severkendir...

ilk buluşmalarda saçmalama riskinin yüksek olması da
sevdaya dahil mi?

bir süre başka bir ülkede yaşamış insanların
geri döndüğünde
üzerlerine sinen
yabancılık mıdır?
yoksa alışamamak mı?

saçlarını yeni kestirmiş kadın rahatlığı diye bir gerçek var...

sigaranın yasak olduğu mekandayken
dışarı çkıp parmaklarınn ucuyla tuttuğu sigarayı yakıp
dudaklarının kenarına yerleştirip derin bir nefes çekti
sol eli sağ kolunun altında
üzerinde gereğinden uzun kazağı dizlerinin üzerinde
kısa sarı saçları
küçük yüzüne büyük gelen gözleri
ne zaman dumanı içine çekse
biraz daha kısılırken
belki duman kaçmasın diye
hafifçe çenesinin altına gelen saçlarını
başının zarif hareketiyle
geriye atıyordu
dizlerini birbirine yapıştırmış
bedenine göre büyük botları
onu yerde tutuyor sanki rüzgar eserken
bazen ağırlığını diğer ayağının üzerine bırakıyor
oysa nasıl da zayıf
kırkbeş olmalı en fazla
bol kazağının içinde kaybolmuş
incecik boynu
bitirmeyecek sigarayı
koyu renkli rujunun izleri kalmışmıdır?
kapıdaki görevlinin ilgisinden sıkılmış
arada bir arkasını dönüp içeri bakıyor
sanki yerine kimse oturmasın diye bir endişeyle
yanından geçiyorum
gözleri içimden geçiyor
uzaklaşıyorum
o cam kapıyı ittirip
içeri girerken...