3 Nisan 2017 Pazartesi

Bilinç'Ötemden Yansımalar-25

önce kurduğu hayaller mi büyür insanın? yoksa hayaller büyüdükçe mi kendini küçük hisseder... acılarla yoğruldukça büyür demiş üstad. bazılarının umursamadıklarının diğerleri için büyüklüğü ironisi gibi hayatın. oysa herkes aynı hayatı yaşamıyor muydu? ve tanrının gözünde herkes eşitse bu adaletsiz dağılımın sorumlusu hangi baş melek? neyse, ilahi konulara fazla dahil olmadan uzaklaşalım kendimizden bir süre... sonra cevap alamayacağı sorular sormaya başlıyor insan, tanrısına... belki o cevaplar veriliyor da o kadar dolaylı yoldan geliyor ki üzerine bile alınamıyor insan...

kurduğun hayalin gerçekleşmemesi değil de, o kadar yakınken gerçek olmadığını görmek dokunuyor bir miktar. yoksa hayalperest bir adam değilim ben. yani hayallerle yaşamıyorum. ama madem kardeşim sen hayalsin haddini bil, ne o öyle gerçekleşmeye kalkmak, son anda vazgeçmek... o kavşaktan sola değil de sağa dönseydim hayalini kurduğuma kavuşacaktım tamam da bunu biliyor olmanın bana ne faydası var? o kadar yakın olduğumu, yanlış tercih yaptığımı ve bu yüzden kaybettiğimi biliyor olmak neyime yarıyor? yoksa tanrı olarak bana tanıdığın özgür iradeyle yaptığım seçimlerin sorumluluğunu tamamen benim üzerime atarak kendi vicdanını mı rahatlatıyorsun? diyorsun ki sana akıl verdim, düşünme yeteneği verdim, sana seçenek verdim ve karışmadım neyi seçeceğine yaşadığın, başına gelen iyi kötü herşeyin sorumlusu sensin ben karışmam... beni yaratırken yeterince karışmışsın zaten, sonrasında karışmıyor olman, bana bunu açıklama gereği duyman senin vicdanınla ilgili bir durum. değil mi?

neyse ilahi konulara girmeyeceğim dedikçe balıklama dalmış gibi oldum. oysa büyümekten bahsedecektim ben. büyürken çocuk kalmaktan. ne zaman canım yansa, canı yanan birini görsem aklıma çocukluk geliyor. biraz çaresizlik, oyuncakçı dükkanının önünden geçerken vitrinin karşısında durup iki saniyelik göz atma anındaki iç çekiş... elini tutan elin seni çekip uzaklaştırmasıyla dağılan gerçekliğin yerini hayallerin doldurması ışık hızıyla... o vitrinde sergilenen kocaman siyah tekerlekleriyle kamyonun üzerine binmişsin, yokuş aşağı gidiyorsun... yolun sonunda muhtemelen yuvarlanacaksın dizin, ağzın, burnun kanayacak... umurunda değildir ya öyle bir çocukluk işte... o düşme anı değilde, o vitrinin önünden ayrılma hali yakar canını... ne zaman canı yanan birini görsem yaşını değil de çocukluğunu düşünürüm. hangi oyuncakçının vitrininde kalmış hayalleri diye...

ne kadar büyük hayaller kursak da, yaşadığımız hayattan öteye gidemiyor. bunu görmezden gelip sanki biz gidecekmişiz gibi başka şehirlere planlar yapmaktaki halimize tanrımızın durup gülümsemesi normal değil mi? tanrıdan insansı tavırlar ve davranışlar beklediğim için hor görülüp dinsizlikle suçlanabilirim ama en büyük din alimleri değilmidir, tanrı şöyle mutlu olur böyle kızar diyen... mutlu olabiliyorsa, kızıp cezalandırabiliyorsa, gülümseyemez mi tanrı? bazı şeyler hoşuna gidiyor, diyorlar ben demiyorum... hoşuna gidiyorsa mesela yaptığım espriyi beğeniyorsa kahkaha atmıyor mu? bazı geceler onunla yalnız kaldığımda oturup karşılıklı konuşuyoruz. daha doğrusu o dinlemeyi daha çok seviyor çünkü çok fazla cevap vermiyor bana ama beni anladığını hissettiriyor. ben bazen anlamıyorum onu bu yüzden kızıyorum ama anlayışla karşılıyor. aramızda oldukça samimi ama bir o kadar düzeyli bir ilişkimiz olduğunu düşünüyorum. bu düşüncemi haksız çıkartacak bir hareketine de henüz rastlamadım. seviyor beni... çünkü tanrı bile olsa sevmediği bir şeyi yaratmazdı öyle değil mi?