ve bir sabah uyanıp pencereden dışarı bakarsın.
sokaklarında düşüp kalktığın, dizlerini yaraladığın,
kuytu bir köşesinde yanakların kızararak ilk defa sevgilini öptüğün, bir otobüs durağında hiç zamanında gelmeyen otobüs için işletme şefliğine küfürler saydığın, buluşmak için hep aynı meydanın, aynı köşesinde randevular verdiğin, her akşam üstü evine dönerken için için biraz daha üşüdüğün ve büyüdüğün şehir alıp başını gitmiş... ve bir sabah uyanır pencereden dışarı bakarsın,
hiç bilmediğin bir şehrin, bilmediğin sokakları her yeri kaplamış. sen o sokaklara çıkıp, sanki hiç bir şey değişmemiş gibi yürümeye ve üşümeye devam edersin...
sanırım yalnızlık böyle bir şey...
dumanına, kokusuna, insanının öfkesine, her sabah koşuşturmalarına bakıp, seni yoran bu şehir, bir gün başka bir şehre göç etmiştir. sen bir yabancı gibi doğup büyüdüğün bu yerde kalmışsındır. her zaman planlar yaparsın ya, şu olsa bu olsa alıp başımı gideceğim diye. oysa şehrin çoktan cekip gitmiştir seni ardında bırakıp. kötü bir taklidiyle seni oyalamaya devam ederken, sen çocukluğunu daha çok özlersin her gün yeniden. internetin henüz olmadığı, bırak interneti televizyonların bile tek tük evlere girdiği. akşam yedide yayına başlayıp gece on ikide kapandığı, pazar sabahları western filmlerinin ardından klasik müzik konserlerinin yayınlandığı televizyonlar yokken, arkası yarınlar dinleyerek radyosunda büyüyen çocukluğunu özlemeye başlarsın. şimdi sabah daha uyanmadan bilgisayarını açıyorsun ya, hemen twitter facebook sayfana bakıp kim kalkmış kim kalkmamış dün gece kim kime yazılmış ne yazmış bakıyorsun ya, çocukluğunda sabahın köründe kalkıp alıp plastik topunu en yakın okul bahçesine gittiğin, çünkü geç gidersen başkası senden önce gelmiştir ve sana oynayacak yer kalmamıştır o bahçede. işte o erken kalkarken küfürler etmediğin, söylenmediğin çocukluk sabahlarını özlersin.
büyüdün ya şimdi. çok çalışıp çok kazanıyorsun bu taklit şehrin göbeğinde. oysa çocukken haftalıkla çalıştığın o elektrikçi dükkanından aldığın parayla daha bir adam sanmıyor muydun kendini? şimdi araban var, sevgilin var, geceleri dışarı çıkıp iki tek atabilme ihtimalin var. ama çocukken aldığın o 3 kuruş parayla dondurmacının başına gidipte aldığın o dondurma kadar lezzetli gelmiyor artık hiç birşey sana. boğazların şişse bile dondurma yedikten sonra, bir hafta sonra alacağın parayı düşünüp bu defa limonlu alıcam diye aklından geçirirdin ya... şimdi hangi meyhaneye gitsem diye hayıflanır, sıkılır, sohbetlerden bile zevk alamaz oldun.
şehrin bile terkedip gitti seni, senin çocukluğuna... şimdi koca adam oldun. üzerinde iyi kıyafetler ayakkabıların boyalı. kolunda pahalı bir saat. afili cümleler kuruyorsun konuşurken, yazarken. sorumlulukların var artık. insanların hayatlarına girip çıkıyorsun, kararlar alıp, kararlar aldırıyorsun başkalarına. akıl veriyorsun, yol gösteriyorsun, bu yaşa gelene kadar yaşadıklarını unutmuyorsun, tecrübelerine güveniyorsun, kendine güveniyorsun ya, ama yıllar önce o erik ağacının en tepesine tek başına çıkabilen çocuk kadar cesaretin yok artık. ölesiye korkuyorsun, korktuğunu anlayacaklar diye. bu yüzden her gün daha iyi oynuyorsun, her gün başka bir rolün hakkını veriyorsun. bu yüzden şehrin seni terketti işte... sahte yüzlerin arka planı olmamak için, çocuk düşlerinde yaşamak için, kötü bir taklidini bıraktı sana, çocukluğunun elinden tutup ayrıldı senden...
işte büyümek böyle birşey...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder