17 Mayıs 2017 Çarşamba

Bilinç'Ötemden Yansımalar-28

umudumuzu kaybetmemek üzerine kuruyoruz en büyük hayallerimizi. Beklemiyormuş gibi davranıyoruz en çok beklediklerimizi, çünkü inandırdık kendimizi, neyi çok istersek olmayacak diye. bir nevi kendimizi, hayır hayır, kaderimizi aldatma yoluna gidiyoruz. istediğimiz olursa çok şaşırıp, çok mutlu olacağız rol de olsa bu yaptığımız. çok çalıştık çünkü bu oyunculukta. belki her gece prova yaptık, nasıl da mutluymuş gibi içimiz içimize sığmadı. sığmıyanları ne yapacağımızı bilemedik, çok da önemi yoktu zaten, istediğimiz oldu ya gerisi önemsiz. unutulduğunu sandığımız doğum günlerinde evimize geri döndüğümüzde sürpriz bir pastayla karşılaşmanın mutluluğunu düşündük mesela. unutmazlardı biliyorduk, son ana kadar unutmuş gibi yaparlardı, bazen inanırdık, inanmış gibi yapar, mumları üzerinde yanan pastayı görünce gözlerimiz dolardı. içimize sığmayanlar gözlerimize mi doluyor yoksa?

umudumuzu kaybetmemiz kimsenin işine gelmiyor. belki de bu yüzden en çok dibe vurduğumuz anlarda, en beklemediklerimiz yanımızda bitiveriyor. hayatın bir çeşit oyunu olabilir bu. başkalarının umursamadıkları, bizim keşkelerimiz olurken, ne çok minnet taşıyoruz yanımıza yaklasanlara. biz de öyle yapmıyor muyuz  çoğu zaman. başkalarının acılarını paylaşırken, bir filmi izler gibi yorumlar yapıp, soğuk kanlı yaklaşımlarımız, akil insan tavrıyla akıl verme gayretlerimiz aslında o acıdan uzak durmamızdan, o acıyı yaşamıyor olmamızdan kaynaklanmıyor mu? bir nevi şükretme ritüeli gibi. sanki ölümcül bir kazadan kılpayı kurtulmuşuz da, kenarda durup halimizden memnun, o kazanın kurbanlarına yardım etmeye çalışır gibi. başka insanların hayatlarına müdahil olma konusunda ki başarımızın, kendi hayatımız üzerinde tam bir hayal kırıklığı haline gelmesi, kurban-kurtulan arasındaki mesafeyle doğru orantılı olmalı diye düşünüyorum.

bir şekilde tüm bu insanların bildiği ve benim bir türlü kafamın basmadığı bir şeyler olmalı. her sabah kalkıp işe giden, gün boyu çalışan, akşam evine dönen, biraz film izleyen, bilgisayarda oyun oynayan ya da sevgilisiyle konuşan, sonra uyuya kalan, tatil günlerinde dinlenen, arkadaşlarıyla, akrabalarıyla vakit geçiren ve tüm bunları yaparken zevk alan insanların bir bildiği olmalı. bunu bilememek içimdeki yabancılaşmayı, insanlara yabancı kalmayı körüklüyor durmadan. her gün, her sabah, her saat biraz daha uzaklaşmak, gördüklerim, duyduklarım, anladıklarımla bu yabancı kalmayı haklı çıkarmak kendime, aklımdaki binlerce düşünce arasında girdabın merkezine doğru çekildiğimi hissetmek, karşı koymaya çalıştıkça hızlanması düşüşümün, ardından uyanamamak....

normal insanların düşünmeye fırsat bulamadıkları belki de düşünmekten uzak durduklarına yaklaştıkça mı onlardan uzaklaşıyorum? aradaki bu mesafenin bir ölçme birimi var mı? mesela odamdan sokağa çıkmak için otuz iki adım atmam gerekiyor. peki normal insanlar gibi hissedebilmek için ne kadar uçmak gerek? düşüncenin sınırlarını kaldırdığın zaman geri konamıyormuş. bu konuda neden kimse uyarmadı beni? her şeyi düşünebileceğimi de kimse söylemedi biliyorum ama düşünme de demedi, lisedeki din kültür ve ahlak bilgisi öğretmenim dışında. kaldı ki o bile çok arkasında durmadan söylemişti bunu. o gün bugün hep ötesindeyim normal insan düşüncelerinin. belki de bu yüzden her geçen gün biraz daha uzaklaşıyorum, herkesin bildiklerinden...yoruldum... herkes gibi olamamaktan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder