4 Kasım 2013 Pazartesi

yoksun'luk!

yoksun sen.
solmuş monitör ışığında gözlerimi yorup duruyorum.
sorularım üst üste geliyor,
sanki cevaplayamıyor oluşuma inat
belli etmemeye çalıştıkça kendime
güçsüzlüğümü
inatla çalısmadığım yerden soruyorlar

yoksun sen
gücümü sınıyor gibi şimdi bu yoksun'luk
en son sana ne alacağımı sormuştun.
sana verebileceğim ne vardı ki
kendimden başka...

yoksun sen
ne zaman yazmak istesem,
sesini duysam geçer dediğim,
artık sesini duyma lüksüne bile sahip olamadığım...
yoksun ya
sıradan bir güne bile başlarken
bu kadar zorlanışlarım...

yoksun sen
çok zaman geçti.
değiştirilemeyecek bir kader miydi bu?
en mutlu anında bile gözlerini kaçırdığın,
gözlerimden...
çünkü biliyordun,
çünkü seziyordun
çünkü bekliyordun
dizlerimin üzerine düşeceğimi...

yoksun sen
kelime oyunlarım,
ukala kendini bilmez tavırlarım,
hiç gitmezsin diye
nasıl olsa geçerim diye
zamanında çalışmadığım
şimdi soruları görünce karşımda
ne kadar az bildiğimi,
yazmaya çalışırken
nasıl da çırpınışlarım...
nasıl olsa yanımdaydın sen'lere güvenip
kışlara hazırlayamadım
bu kalbimin ağrıları...

yoksun sen
bomboş şimdi,
son anda yetişip kaçırmamak için uçağını
koşturdugumuz koridorlar...
sabahın köründe uyandırabilmek için seni
yaptığım şaklabanlıklar
canın yanmasın diye
dokunmaya kıyamadığım
dokunamadım diye
içimde susturamadığım çığlıklar...

yoksun şimdi
sesini duymak için
durup durup karnıma ağrılar girmesi...
sesini duysam ne olucak?
buz gibi kalacağım bir telefon kulubesinin ışıgında

yoksun sen
topu topu bir kaç kalp ağrısından ibaretti yaşadığımız.
bir kaç satıra konu oldu.
sustuklarımızın tamamı ertelendi.
zaman geçtikçe,
susamaz olduk.
söylecek kimsemiz kalmamıştı.
avuçlarımızın teriyle ıslandı,
sımsıkı tutarken sevda şiirleri dolu kağıtlar
usulca yanından gectiğimiz bir çöp kutusuna bırakıldı....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder