18 Nisan 2014 Cuma

şairin intiharı...

birikiyor mu sevda dediğin?
yoksa erteleniyor mu başka zamanlara...
seziliyor mu önceden?
yoksa sürprizlerimi seviyor bu ruh hali...
ne kadar canımı yakmalısın?
ya da ne kadar içime almalıyım seni,
derin bir iç çekip,
ne kadar içimde tutmalıyım?
ne kadar ömrü kalır bir aşkın,
dizlerinin üzerine düştükten sonra?
hangi muayeneden sonra anlar doktor?
ve hangi doktor saygı duyar,
acı ceken bir aşkın ötenazi hakkına...

referanduma mı gitmeli?
yoksa artık insan kendi başına mı almalı bazı kararları.
kendini attığın yerin kamuya ait olması,
ettiğin intihardan kamunun sorumlu olmasını mı gerektirir?
yoksa kamunun çokta umrunda değil midir?
senin oraya çıkma nedenin...

bunun bir durdurma düğmesi olmalı...

incecik kağıtlara yazılan intihar notları,
makdülün son kez elini uzatmasıdır hayata.
ama genelde ya el uzatılan o kadar yakın değildir,
ya da kendini attığın yer,
yazılana yakın değildir.
neresinden bakarsan bak,
her ikili aşk intiharında bile,
en çok sevdiğini öldürmüyor mu insan?
kişiselleştirilen bir dünyada,
başka bir iklimi özlerken,
senin,
benim olman kadar yakındım.
kamuya mal edilebilecek bir intihar girişimine.
oysa ne ben o kadar cesurdum,
ne de sen o kadar çaresiz.
biz olmayı bıraktığımızdan beri,
iki yarım katolik gibiyiz.
tabulardan kurtulamamış,
içimizde ki günahların şehvetinden,
birer birer duyumsadıklarımızı idam etmiş...

uzun zamandır tellerine dokunulmamış bir gitarın,
akort edilirken çıkardığı seslere tahammül sınırlarımızı zorluyoruz.
ne sen tutulduğum küçük kız çocuğusun,
ne de ben,
incecik kağıtlara kelimeler yazan şair.
ne yazdıklarım yakın sana,
ne de sen yakınsın,
içimde kendimi bıraktığım boşluğa...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder