25 Nisan 2014 Cuma

benim küçük sevgilim...

benim küçük sevgilim,
senin resimlerinle doldurduğum bu evin her odasında kokun var.
ayak seslerin geliyor mutfaktan,
ellerinin arasından kayıp yere düşüyor porselen bir tabak.
hıçkırıkların içimden geliyor,
sanki yoksun gibi...

benim küçük sevgilim,
elinden tutup yürüdüğüm her kaldırım,
her yol,
yalın ayak bastığımız çimenler,
her akşam gittiğimiz o parkın içinde,
her akşam önümüzü kesen yavru köpekler...
durup dakikalarca onlarla oynaman,
durup dakikalarca sana bakmam...
bazen ürküp geri çeksende kendini,
onlara dokunmaktan vazgeçmemen...
ne zaman sana yavru bir köpek alalım dediysem,
sorumsuzluğumu öne sürüp
ertelerdin bahanelerinle.
şimdi ne sorumsuzluğum var ne bahanem,
boş odalarında evimin küçük pati sesleri geziniyor.
ama peşinde gezip duran başka ayak sesi yok!
belki bir gün,
gelirsin diye...

benim küçük sevgilim,
biriktirdiklerimi ciltletip saklıyorum artık.
her olmadığın gün için,
birlikte yapamadıklarımızı topluyor,
sonra gece yarısı hepsini bir bir seninle hayal edip,
aklımdan çıkarıp,
sana uyuyorum...
senden önce neredeydim?
şimdi neresindeyim kendi hayatımın?
aradaki koskoca bir doluluk...
yokluğuna ermeyen aklımın hayali delilik!
mantıklı bir sensizlikten yorgun,
sıradan günleri yaşıyor olmak,
hala anayasaya ve diger kanunlara göre suç teşkil etmiyor...

benim küçük sevgilim,
tüm yaptıklarımdan sonra gelmiştin sen bana.
biraz daha geç,
biraz erken.
renkli saç tokaların,
parfümünün kokusu hala duvarlarımda,
rujunun tadı dudaklarımda...
saçlarının teninde dalgalanmasının ilahi yanlarını sıralarken sana,
beni susturmanı özledim...
şimdi ne ilahi bir yanı var bu boş odaların,
ne avazım çıktığı kadar bağırırken,
susturacak küçük bir kız...
gittiğinden beri isyankar bir kulu oldum tanrımın,
varlığında ettiğim şükürlerin hesabını sorar gibiyim...
sanki ben isyan ettikçe,
biraz daha kendi içime kapanıyor,
ardına umutlarımı sakladığım kapılarım...

benim küçük sevgilim,
sanki bir hayal gibi,
dokunduğun her eşya aynı yerlerinde.
aynı günlere uyanıyor
aynı gecelerinde sızıyorum odanın bir köşesinde.
defalarca kırdım seni,
defalarca ağlattım...
öyle çok korkuyordumki bırakıp gitmenden,
kendi korkularımın altında kaldım...
ve ölesiye kıskandım seni kendimden,
sana her dokunuşumda, her öpüşümde,
sana her 'sensin' dediğimde istediğim...
sanki hayal gibi...
kırılır ağlar,
dayanamaz,
bırakamazdın beni tek başıma,
tüm çirkinliğime rağmen,
tum hayvanlığıma ve utanmazlığıma rağmen gitmezdin...
ve ben en çok,
senin beni bırakıp gitmediğin zamanlarda,
kendimi adam sanıp,
bir tek senin kollarında ağlardım...
şimdi,
ne bir damla yaş var gözlerimde,
ne
sokağa çıkıp hayata karışabiliyorum,
bir adam gibi...

benim küçük sevgilim,
telesekreterime bıraktığın son mesajları dinliyorum günlerdir...
gecikecekmişsin, arkadaşının yanına uğrayıp...
dolapta biraz yemek ve makarna.
yemek için seni beklemiyeymişim...
çiçeklere su vermeliymişim.
ve öpüyormuşsun beni,
özlediğini söyleyip...
mesajları yeniden dinlemek icin 1'e basın,
silmek icin 2'ye...
gittiğinden beri 2'ye dokunamadı parmaklarım...
ve ben hala her akşam
seni beklemeden yemeğimi yiyip,
su veriyorum çiçeklerine...

benim küçük sevgilim,
gecenin bir yarısı uyanıp sarılmanı özledim.
başını göğsüme yaslayıp kalp atışlarımı dinler,
sıkı sıkı ellerimden tutardın...
hiç anlatmazdın kabuslarını,
korkacağımdan korkup,
yalnızca yanında olmamı isterdin,
kapatıp dudaklarımı...

benim küçük sevgilim,
gecenin bir yarısı arayıp adını sordular.
tanıyıp tanımadıgımı ve senin neyin olduğumu...
telefonunda en son arananlar listesinde ilk sırada ben varmışım...
soğuk bir erkek sesi,
biraz kaba, biraz duygusuz, biraz yorgun...
neyindim ben senin?
sen benim küçük sevgilimdin ya ben?
cevap vermek için zorladım kendimi.
seni sordum,
telefondaki ses ısrarla yakının olup olmadığımı sordu,
o an öyle uzaktımki sana...
arkadaşıyım, dostuyum, sevgilisiyim, herşeyiyim!
hala sesim çıkmıyordu.
telefondaki ses anlamış olmalı.
bir hastanenin acil servisine gelmemi istedi...
soğuk, yanlış,karanlık,
her ne varsa hatalara dair!
bunun bir anlamı olması gerekmiyordu,
gecenin bir yarısı acil servise yapılan çağrıların...
ben yokken gelirsin diye bir not yazıp dolabın kapısına astım.
umut işte...
bir türlü ihtimal veremiyordum,
sana bir şey olduğu fikrine...

benim küçük sevgilim,
güneş dogduğunda eve geri gelmiştim...
dolabın üstündeki not duruyordu.
hala orda duruyor,
olur da
ben evde yokken gelirsin diye...
hala sabahları kalkıp sana kahvaltı hazırlayıp bırakıyorum masanın üstüne...
çiçeklere su verip sokağa çıkıyorum.
ve artık öyle eskisi gibi cevap vermiyorum,
gece yarısından sonra gelen telefonlara...
her gün çıkmadan
telesekreterde ki mesajını dinleyip,
yavru köpeği gorebilmen için getiriyorum,
her yerini çiçeklerle süslediğim mezarına...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder