15 Mart 2014 Cumartesi

kayıp mektuplar-8

bazen insan anlatamadıklarını, yalnızlıklara yüklüyor. sonra alıp başını gidiyor bir gece ansızın. eski siyah beyaz Türk filmlerinden kalmıştı bu sevdanın kural tanımazlığı ya da inadına vurdumduymazlığı... ikimiz de biliyorduk, başka bir şehrin adamıydım ben, başka rollerin. repliklerimden aşırdıklarımla gelmiştim sana. ne bekliyordun ki? söyleyeceklerimi tükettikten sonra, sana ne kadar kalırdım?

her bulduğunda yitirdiğin, o sarıldığın, yüzüne gözüne, öpüşlerine hasret kaldığın adam; bulutların arasından gülümseyen kış günesi gibi. belki de ölümcül bir hastalığın, son darbesini vurmadan önce ki iyileşme belirtileri gibi... benim geri dönüşlerim, kendime ihanetlerim. 'sen' dediğim kadınım, benim çaresizliklerim... sarıldığın kolların ardından gülümseyen, benim sessiz çığlıklarım. avuçlarının arasında ki dudaklarım. ben şimdi hangi buluttan kurtulsam, aradığım senin yağmurların...

haklı olmak, kalemi elinde tutup kıran yargıç olmak neyi değiştiriyor? kırılan her kalemde bir insan öluyor. ya kalemi kıranın içinde, kaç varlık kendini yitiriyor? haklıyım. haklı olmak hala bir halta yaramıyor...

öptüğüm, dokunduğum, sarıldığım yaraların... kenarlarından damlayan kan, bir cam fanusun içinde ki gül gibisin... dokunursam kırılacaksın. dokunmazsam solacaksın. küçük haylaz bir çocuğun pişmanlığı üzerimde, ne zaman seni düşünsem, sana kullanılmamıs bir ben getirsem, nereye gitsem, nereden bulsam, hangi yalanın gölgesine sığınsam olmuyor... durmadan bir şeyler söylüyorum sana. seni yanımda tutabilmek için aklıma gelen her şeyi yazıyorum. gittiğinden beri, sessizliginin hesabını soruyorum kendime. ne zamandır konuşuyorsun? ne zaman başladın, bana anlatmaya seni?

özlemlerin, seslenişlerin, haykırışların...

bu tuhaf hayat sirkinin en nadide parçalarıydık biz.

sen güneşime hasret,

ben sesine sağır...

sen varlığıma vurgun,

ben yokluğuna sürgün...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder