20 Mart 2014 Perşembe

kayıp mektuplar-12

sen ne zaman önemli kararlar almaya kalksan, seni yönlendirmekten hep kaçındım. Belki de korktum. Hayalkırıklığı yaşarsan eğer, bunun sorumlusu olmaktan. Sadece yanında durdum, doğru veya yanlış neyi seçersen sen hep yanında oldum. Ve hayalkırıklığını tek başına taşımana göz yumdum büyük bir bencillikle. Oysa birlikte taşımamız gerekiyormuş. Ben bunu geç anladım. İşin kötü yanı anladıktan sonra bile değişmedim. Hayatına müdahil değil de tanık olma rahatlığından vazgeçemedim. Ben her acımı kendi içimde taşıyıp, dışarıya kapattığımdan beri kendimi, seni de kendime benzettim. Bu yüzden her gece aynı yatağa girsekte, biraz daha uzak yatıyorduk birbirimizden...

Ben kendimi geride tuttukça sen ne yapacağını bilemedin. Her yolu denedin belki, beni zorladın, canımı yaktın ama olmadı. Öyle kalın bir zırhı vardı ki ruhumun, ve öyle çabuk kapanıyordu ki yaraları, sen bile buna inanamadın. Bir süre sonra savaşmaktan vazgeçip kabullendin. O günden beri aynı dünyayı paylaşan iki yabancı gibiyiz. Yolları bir kaç defa birbiriyle kesiştiği için birlikte yaşayabileceğini düşünme hatasını yapan. Hatalarımızın ortak olması bile yetmiyormuş birbirimizi olduğumuz gibi kabullenmeye. Bunu öyle geç anladık ki...

Birbirimizi kazandığımızdan daha çabuk kaybettik. Ben her şeyin sorumluluğunu alır gibi görünüyordum her zaman, sen vicdan azabı çekiyordun. Sonra aramızda paylaştığımız tek şeyin yaşadığımız evin anahtarları olduğunu farkettik. Evet her sabah birbirimizi görüp, her akşam iyi geceler diliyorduk. Senin hedeflerin vardı, benim geçmişimden gelen hayallerim. İkisinden de vazgeçemezdik, zaten bir süre sonra vazgeçmeyi aklımızdan çıkarıp sadece kabullendik. Öyle çok yormuştuk ki birbirimizi. Biraz soluklanmak için diğerimizin fazla mesaiye kalmasını bekliyor olduk.

hangisi bizi daha önce terketti bilmiyorum. Benim kabuğumu kırabilmek için seni ayakta tutan sabrın mı? yoksa sana değişebileceğimi gösterebilmek için her gece bana yeni kararlar aldıran hırsım mı? Belki de ikisi de birlikte gittiler. Biz olmazı istedik, istediğimiz gün artık 'biz' değildik... Mucizelere inanmak ister insan, ta ki bir mucizeye şahit olana dek... Doğamızda vardı belki de, belki de buna inandırılmıştık, iyi bir şeyler oluyorsa bize ait değildir o, geçicidir... Ne kadar çok inanırsan o kadar çok canın yanar! Bu yüzden sadece başımıza gelen sorunlara ve sıkıntılara inandık biz. Küçük şakalaşmalar, anlık gülümsemeler, sevişmeler bile yalandı... Başka insanları düşünüp, birbirimize dokunurken, artık sadece bir devlet memuru gibiydik, mesaisini doldurup bir an önce evine gitmeye çalışan... Tek farkla: Biz her gün mesai başlasa da işi gitsek diyorduk.

Böyle işte. Seninle konuşmak yerine, senden başka herkesin okuyabileceği mektuplar yazıyorum günlerdir. Sonra ilahi bir dokunuş olsa ve düzelse her şey... Oysa ilahi dokunuşu haketmek için hiçbirşey yapmıyorum. İsyan etmek dışında....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder