7 Nisan 2014 Pazartesi

kayıp mektuplar-18

işte hayat bu, mutlu son yok baba!
bekliyorum ve beklemede ki tahammülsüzlüğüm yüzünden nefret ediyorum yaşamaktan. boğazıma kaçan yanık ispirto. alkol diye, kıvamında alınan kolonya karışımlarına emanet ediyoruz yalnızlığımızı. kaybedecek ne var? hangi vaatle pişirilip önümüze kondu bu hayat? şimdi kaybedeceğiz belki, diye komplo teorileri üretiyoruz...

ne doğumun senin elindeydi, ne de ölümün olacak. tek kişilik bir orgazmın sonrasında yine kendine kalacaksın. titremelerin geçince, aklın uyuşmuşluğu karşısında eline geçen bir kaç saatin... sen o bir kaç saati dağıttığın zaman, kendine geldiğinde gördüğün çaresizliğin... sen o çaresizliği bir şişe içkiye gömdüğünde, uyandığın ertesi günün ve sen her ertesi günde, yeni bir yalnızlığa soyunan fahişe ruhun! ruhunu içinden çıkardığın zaman geriye kalan posası...

toprak olacaksın değil mi büyüyünce? askere gidiceksin, geri gelmiyeceksin. yanlışlıkla gelirsen ya da askere hiç gitmezsen, ikinci bir acil çözüm paketi yok tanrının. mecbur üzerine düşen görevleri yapacaksın. ve hala insan olarak bu dünyada, yangın anında kurtarılacaklar listesinde evrak dolabından sonra geliyoruz... belki de bu yüzden, hala bu ülkede, soğuk metalik mavi dolaplara
daha bir insan ciddiyetiyle bakıyoruz...

al bu titremeleri içine sar! göğsünde uyut, aklında soğut... yorgunum, kısık ateşte pişirilmekten. mümkünse fırına verin beni, unutun çıkarmayı!
sonra...
sonrası hiç.
unutun bu karalamayı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder