28 Şubat 2017 Salı

ruhumdaki çatlaklar...

ruhumdaki bozuklukların bir tamiri yok
durup durup dibe vuruşlarım
vazgeçişlerimi açıklamaya çalışırken
bir yanım nasıl bağlanıyor
kapısını aralıyor içimin
ne zaman birini alacak olsam
ayağını dayayıp durduruyor açılmasını
bir düşünce bir kurgu sahneleniyor aklımda
kendimi ikna çalışmalarımda yeteneğim
gerçeğe kör, dinlemeye sağır, hissetmek bir ezber gibi
bozulduğum yerden dağlıyor içimdeki yarayı
can yanmasıyla başlıyor
ardından dinlemeyi en sevdiğimi susturuyorum
kendim çok konuşabiliyormuşum sanki
hesaplaşmalarımın sonucu yok
azap çektikçe rahatlıyor
rahatladıkça üzerime gidiyorum
yetmiyor en sevdiğimin canını yakıyor
yaptığı hataların farkında olduğu halde
neden durmadan tekrar yeltenir insan?
kazanmaya alışamadığı için mi?
yeni bir kaybın sorumlusu olduğunu bilmek,
kaybetmekten daha mı ağır?
hep kendini aklama çabası,
mağduriyeti tekeline almak için
karşısındakini kanatması...
arızası değil midir tüm bunlar?
bedenimde taşıdığım ruhun sığmaması bu dünyaya
uzatılan elleri görmezden gelip
sonra tutunamıyorum, tutunacak ne var zaten!
tutunduğum yerden acıtacaklar canımı
o halde önce ben acıtayım da bitsin...
derken
yetinemeyip bununla
en yakınımdakini de çekmek içimdeki yangının tam ortasına
tehlike anında kırılacak camları etkisiz hale getirip
yanışlarımızı izleyip
uslanmamak....

uzun yıllar karanlıkta yaşadıktan sonra mı böyle oluyor?
biraz ışık görse kapatıyor insan gözlerini
tenine değse sıcaklık
o kadar soğukken
geri çekilme emri almış bir asker itaatkarlığıyla
düşünmüyor...
emri yerine getiriyor.
oysa biraz daha dirense alışacak
belki açacak gözlerini
belki bir adım daha atacak
mağarasından dışarı
renklerle tanışacak gözleri yeniden
anımsayacak...
neyi?
anımsadıkları güzel olsaydı
zaten saklarmıydı ruhunun dehlizlerinde kendini

ruhumdaki bu bozgunluk bu dengesizlik hali
bu hırçınlığı, kapılıp giderken
sanki el freni çekilmiş gibi aniden
kilitlenen lastikleri
kontrolünü kaybedip
çarpması sevdiğine
en yakınındaki
sevmek nasıl bir şeydi?
aklında tek kalan,
ne zaman teslim olursan,
o zaman kaybedeceksin,
ne zaman sesli söylersen
o zaman pişman olacaksın
sus!
her zaman yaptığın gibi...

canımı yakan bu halsizliklerim değil aslında,
bağışıklığım kendime karşı
yakınlarımı uzak tutmam bundan değil miydi?
derinliklerimde yaşayabilecek başka bir canlı yok
zaten yalnızlığı bu yüzden kabullenmedim mi?
neyime güvenip seni istedim bilmiyorum...
nefesim sana yetermiydi?
ruhumdaki bozuklukların karşısında
ne kadar koruyabilirdim seni?
olmuyormuş...
yasalarımın haklılığını anlayabilmek için,
referanduma gerek yokmuş,
seni kırmak yetti...

kendimi karşıma alıp
dalga geçer gibi gülümsüyorum şimdi
sana dememiş miydim?
demekle kalmayıp kafana vura vura sokmamış mıydım?
o yanlış çalışan beynine!
tedavin yok senin!
ya o karanlığın içinde yaşayacaksın,
ya da dokundukların kırılacak...
en ön sıradan izleyeceksin,
sevdiklerin uzaklaşırken ağlayarak....
ve buna neden olan
sadece sensin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder