13 Şubat 2017 Pazartesi

14 şubat...

şehirlere sığmayan yalnızlıkları taşıyoruz içimizde
hangi otobüse binip ayrılsak biryerlerden
ardımızda bıraktıklarımız
yanımıza aldıklarımız
bavullara sığmayanlar
satırların arasında gördüklerimiz
yüzleşmek kaygı veriyor
alışıyorsun ya bir yerden sonra
yanındaki koltukta oturanın yabancılığına
yanında olmasını istediğinin uzaklığına
başını çevirip dışarı
dalıp gidiyorsun ya
yanından geçip giden ovalara, dağlara
ansızın ağaçların arasında bir yol beliriyor
takılıyor gözlerin, sen uzaklaşırken
evim oradaydı diyorsun
gecenin yarısı kaybolmuşken
sabaha kadar hayalini kurup yapmıştık
duvarları çinar, pencereleri açık
etrafında ıhlamur ağaçları
sabah kokusu siner yatağına
sanki doğayla sevişmiş gibi
alır seni kollarına...

şehirlere sığmıyor bu yalnızlık.
ne trabzon ne Rize ne Bolu...
ne koca İstanbul!
sen şehirden şehre yol alırken
ben kapatıyorum kendimi
yanında olup sarılamadıktan sonra sana
yazmak
bayat bir dilim ekmeği
kuru kuruya yutmaya çalışmak gibi...
nasıl bir özlemek bu?
sığmıyor hiçbir coğrafyaya!
oysa nasıl da yetmişti bize
onbeş metrekarelik bir odada
sarılırken sıyrılıp imkansızlıklarından
dursa zaman
bir parmak bal çalar gibi ağzımıza
tadı damağımızda
ayrılık sancısı büyürken
ayrılmak...
şehirlere sığmayan yalnızlığı,
içimize sıkıştırırken...

şimdi, tam da şu an senin yanında üşümek varken,
bir yorganın altına uzanıp ısınmak
tek başına
bakışların yanından geçip giden
ışıkları sönmüş bazı evlerde
bazıları hala aydınlık
onların da bekledikleri var mı?
hangi şehre sığmamış yalnızlıkları?
sevdikleri
geliyor mudur?
her birinin yanında oturan yabancıları
anlıyor mudur?
başını çevirdiğinde dışarı
nasıl yalnız olduğunu...

şehirlere sığmayanları
içinde taşıyanlar
özlerken,
'seni seviyorum'ları söylemekten vazgeçen
ya vazgeçtiren?
daha mı az yalnızdır artık?
çift kişilik yatağa tek başına sığamazken
üşümez mi artık?
bir kolun sarıldığında
nasıl sıcak olduğunu bilirken
kendine sarılsada
titremesine engel olamazken...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder