2 Şubat 2017 Perşembe

gece(m)den yansıyanlar...

zor olmuyor mu boş masalara söylemek şarkıları?
boş değil ki onlar
birinde sen varsın karşında ben...

sil baştan başlayınca bazen, biter...

yarısı kadehte bırakılmış şarap masanın üzerinde
öyle hissedersin kendini
tenezzül edilmemiş bile bitirilmeye

sahnesini paylaşanlar, yataklarını paylaşıyormudur aynı kişiyle?

yazarlar da üzülüyor mudur acaba,
sahneye çıkanlar gibi
duyamadıkları için
alkış seslerini...

çok eğleniyormuş gibi yapıp
her şarkıya eşlik ederken
dalıp dalıp nereye gidiyor ansızın?
kendine gelip kaldığı yerden
devam ediyor şarkıya
sanki hiç gitmemiş gibi...

sol dirseğini yaslamış masaya
konuşurken avuç içini açıyor havaya
dua eder gibi
bileğinin aldığı şeklin ilahi bir yanı olmalı
ve kabul edilmeli dilediği...

bakışlarının daldığı yere dikkat etmeli insan
bir yabancı çıkarmaya çalışabilir ansızın
derinlerinden...

etrafa serpilmiş güvercin yemleri gibiydik,
yem değilmiş gibi yapan...

işten çıkıp mı gelmiş?
üzerinde bir canlılık
ağzını açsa reklamını yapıyor
arka fonda tiz kahkahasıyla

bir sırt ne kadar güzel olabilirse
kalın yünlü kazağın altında
o kadar güzeldi işte
hayalini kurarken...

çınaraltıydı mekanın adı
sekiz katlı binanın bodrumunda...

konuşurken başını hafifçe yana eğdiğinde
saçları yüzünün yarısını kapatıyor
sonra diğer yana eğiyor
aynı saçlar aynı yüzün diğer yarısını kapatıyor
parçaları birleştirmek gerekiyordu
resmi görebilmek için

'el yazın çok kötü' dedi kadın... 'okunmuyor...'
'üzerimde yakalarlarsa, deşifre olmamak için...' dedi adam...

herkes istediği şarkının adını yazıp gönderiyordu şarkıcıya
o, sevdiği kadının adını yazdı...

şarkıcı dinlenmek için ara verip
oturduğu yerde devam etti mırıldanmaya...

hiç tanışmıyoruz hatta tanışmayacağız bile
ama telefonun tuş kilidinin şifresini biliyorum artık...

konuşacak ne çok şeyleri var insanların,
şarkıları bile duymuyorlar...

bazı istekler vardır,
sadece yutkunursun...

bakışlarında ki ürkeklik...
ait olmadığı yerde
öyle bariz ki....

eski Türk filmlerindeki
abartılı makyajıyla kadınlar gibi
siyah beyaz çekilmiş
dudakları renkli ve dublajlı
gözlüklerinin abartılı çerçevesi
altında bir yüz gizli
yaşı tutmamış belli
gizlemiş yüzünü gözlüklerinin altına
öyle girmiş içeri...

alkol oranlı arttıkça kanda
önce bakışlar iniyor yere
ardından gereğinden fazla okşanmış egolar...

şarkılara hala eşlik edilmiyorsa eğer
mekanda ki alkol oranı hala yükselmemiştir
garsonlar kaytarıyor olabilir...

neleri görmezden geldik onca zaman,
nasıl yapabildik bunu,
şimdi yüzümüze çarptıkça gerçekler
önce kızıyor,
sonra kabulleniyoruz...

bilmediğim yerden sorma bana!
sonra ne söylediğimi bilmiyorum...

şarkıcının sevgilisi mekandayken,
şarkıya asılan kızlar
ve sevgilisinin elindeki telefona asılması...

her ölüm erkendir
ama en zamansızı
severkendir...

ilk buluşmalarda saçmalama riskinin yüksek olması da
sevdaya dahil mi?

bir süre başka bir ülkede yaşamış insanların
geri döndüğünde
üzerlerine sinen
yabancılık mıdır?
yoksa alışamamak mı?

saçlarını yeni kestirmiş kadın rahatlığı diye bir gerçek var...

sigaranın yasak olduğu mekandayken
dışarı çkıp parmaklarınn ucuyla tuttuğu sigarayı yakıp
dudaklarının kenarına yerleştirip derin bir nefes çekti
sol eli sağ kolunun altında
üzerinde gereğinden uzun kazağı dizlerinin üzerinde
kısa sarı saçları
küçük yüzüne büyük gelen gözleri
ne zaman dumanı içine çekse
biraz daha kısılırken
belki duman kaçmasın diye
hafifçe çenesinin altına gelen saçlarını
başının zarif hareketiyle
geriye atıyordu
dizlerini birbirine yapıştırmış
bedenine göre büyük botları
onu yerde tutuyor sanki rüzgar eserken
bazen ağırlığını diğer ayağının üzerine bırakıyor
oysa nasıl da zayıf
kırkbeş olmalı en fazla
bol kazağının içinde kaybolmuş
incecik boynu
bitirmeyecek sigarayı
koyu renkli rujunun izleri kalmışmıdır?
kapıdaki görevlinin ilgisinden sıkılmış
arada bir arkasını dönüp içeri bakıyor
sanki yerine kimse oturmasın diye bir endişeyle
yanından geçiyorum
gözleri içimden geçiyor
uzaklaşıyorum
o cam kapıyı ittirip
içeri girerken...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder