23 Ocak 2017 Pazartesi

Bilinç'ötemden Yansımalar-15

İkimizi de görenler ne kadar zayıfladığımızdan bahsediyor sürekli... Oysa ne ben ne de sen bir farklılık göremiyorduk birbirimizde. Baktığımız neydi? gördüğümüz herkesten farklı... Tartışmalarımızın bile sıradışılığı, başkasından duysak duymazdan geleceğimiz her kelimenin benim ya da senin ağzından dökülmesi, nasıl da ağır geliyordu. Biz kullanana dek Türk dil kurumunun sözlüğünde basitçe açıklanan her kelime, bizden sonra nasıl da farklı anlamlara bürünüyordu. Bzen tasvirini yapabilmek için gördüklerimin afili kelimeler arar dururum ya, genelde beceremem, oysa 'kabullenmiş olmak' kelimelerini seninle konuşmalarımızın arasından seçiyor olmam ve takılmam bunlara, kabullenmenin ne kadar afili (olumsuz anlamda) bir kelime olduğunu farketmem, uyandığımda böyle düşünceler aklıma gelmiyor, uyumadan önce gelenleri yazmak için de yorulmuşluk hissini 'kabulleniyorum' ve arttırmadan kalkıyorum masadan...

Metal çerçevesi arasında büyük camıyla, göründüğünden daha hafif kapının kolunu kavrayıp araladığımda yüzüme çarpen soğuk esintiyle irkiliyorum. paltomun yakalarını kaldırıyorum, boynuma sarılmasın diye rüzgar, başarısı tartışılacak bir eylem olsa da bu yaptığım, piskolojik olarak korunma içgüdüsüyle daha iyi hissettirdiği yadsınamaz bir gerçek. kanımda ki alkol oranı nedeniyle belki de, attığım her adım biraz daha kararlı ve kendinden emin. Oysa ayık olduğum zamanlarda nereye gittiğini bilmeyen yalnız bir ihtiyar gibi sadece kalabağın arasına karışıp yürümek, ışıklı tabelaları, film afişlerini ve el ele tutuşanları izlerken, arka fonunda kitap ve muzik cd'leri satan bir mağazanın kapısının dışına koyduğu hoparlöründen kulağıma gelen ispanyolca bir şarkının etkisinde savrulup dururdum. Islak asfaltın bozulmuş yerlerinde birikeen suyun kenarından geçerek, karşıdan gelenlerin yolunu kesmeyerek, kenarda duran kestan satıcısının arkasından dolanarak, hapsedilmiş kırk santimetrekarelik toprak parçasına, bir ağacın yere doğru eğilmiş dallarından sakınarak yüzümü, biraz daha gömülerekyakalarını kaldırdığım paltonun içine, nefesimi açık üst düğmesinin arasından gömleğimin içine bırakarak, alkolün de etkisiyle kanımdaki, gülümsemem yayılırken suratımda, nasıl da bir özgüven bu, attığım her adım diğerinden daha ileri... Tam da çarpmak üzereyken birine son anda sol tarafa bir adım sonra sağ sonra yine sol, açılınca önüm kanatlarını açmış bir kartalın süzülmesi gibi gökyüzüne uzaklaştığımı hissederdim kalabalıklardan...Arka fondaki şarkıdan mı uzaklaşıyordum, şarkı bitmek üzere olduğu için mi sesi azalıyordu emin olamasam da, bir türkü mırıldanma gereği hissettim. Sessizlik ve karanlık içinde uçmak kolay değildi her zaman.

bir otobüsün hareket saatini bilmek, onu beklemenin sıkıcılığını azaltmıyor. Sanki üst tarafı çatlamış kiremitle kaplı otobüs durağının sürekli damlayıp duran yerine denk gelmiş olmak, onaltı kişilik sırada beklerken, orada durup beklemenin saçmalığını kavrasam da çıkamamak sıradan daha saçmaydı. Oysa illegal görünümlü her eylemi hayata geçirebilecek kadar alkol vardı kanımda. Bu uysallığım ve sakinliğim de canımı sıkıyordu. Ynımda duranları izliyordum elimde olmadan ve hiçbiriyle göz göze gelmemeyi başararak. Kimbilir belki onları izlediğimi biliyorlardı da bilmezden geliyorlardı. Nefesimde ki alkol kokusunu mu almışlardı? Yoksa ciddiye alınmayacak kadar değersiz miydim? Her iki şekilde de halimden memnun olmamak için bir nedeni yoktu. memnun oldum ben de...

çok geçmeden, yani gelmesi beklenen saatte yanaşınca otobüs perona, herkes saygı duruşuna geçer gibi düzeltti kendini, çeki düzen verdi. Sıra kısaldı sanki onaltı kişi sekiz kişilik yere sığdı. Bu yakınlaşma, bu samimiyet rahatlattı beni. Beni de onlardan biri gibi kabullenmişlerdi, sırada duran, önlerinde ya da arkalarında ki diğerleri gibi... Diğerleri gibi olmak düşüncesi, sıradan olmak düşüncesi o sırada beklerken iyi geliyorduysa da kendim gibi olmadığım için kızmıştım. Önümdekiler ilerleymeye başlayıp otobüste kendilerine koltuk beğenirken ilerlemeyi reddetmek eğilimine kapıldım birden. Her adımda biraz daha yavaş, biraz daha duraksayarak ilerlerken, arkamdakinin sırtıma yaklaştığını hissediyordum. Durduğumu anlamadığı için önce ittiğini hissettim, tepki vermeyince durdu. Durduğumu anlaması dört saniye sürdü. Önce tepki vermedi, sonra kuru bir öksürük sesi, ardından, ardındakilerin sabırsızlığını hissedebiliyordum onlar ses çıkarmıyorlardı. Otobüsün kapısının ağzında durmuştum, basamakları karşımda, şöför elindeki telefonla ilgileniyor, otobüse dolması gereken insan yığının kapıda biriktiğini farketmiyordu. Duruyordum öylece. Arkamda ki sabırsızlık artıyor, ıslanmış ve üşümüş insan yığını içindekilerden bazıları bana doğru bakmaya çalışıyor bunu yaparken sahip oldukları yeri kaybetmek de istemiyorlardı. Tam arkamda, ben durduğum için durmak zorunda kalan 'Pardon! geçebilir miyim?' dediğinde, yavaşça ona doğru dönüp, 'Geçebilirsiniz tabi ki!' dedim, ama kenara çekilmeden söylemiş olmalıyım ki bunu geçemedi. 'kenara çekilir misin?' deyince, 'Sizin gibi sıradan olmaktansa kenarda durmayı tercih ederim!' dedim... tam da otobüse binme sırası bana gelmişken sıradan çıkıp sıradan insanların otobüse binmesini ve koltuklara oturmasını izledim. Otobüs şöförü beni izlerken... Sıradan insanların hepsi otobüse bindiğinde seslendi şöför: 'geliyor musun?' Geliyor muyum? 'nereye?' diye sordum... Sorarken bir cevap yerine otobüse binmemi bekleyen şöförün şaşkınlığını gördüm bakışlarında. Peronda başka sıradan insan kalmamıştı. Son seferiydi otobüsün belki de bu yüzden şöför sorma gereği hissetmişti. Sıradan olmam için son çağrı! tekel bayilerinin ve alkol satışı yapan diğer barların kapanış saatine daha çok vardı. Gülümseyerek 'iyi yolculuklar' diledim. Şöför önündeki renkli ışıkları yanan düğmelerden birine dokunarak kapıyı kapatırken bakışlarını elindeki telefonun ekranına çevirdi. Otobüs hareket ederken cam kenarlarında oturmuş sıradan insanlar, sıradan evlerine doğru yola çıkmış olmanın rahatlığıyla, kimisinin başı önünde, kimisinin gazetesinde, kimisinin bakışları etrafımı saran karanlığın içinde beni görmemeye dikkat ederek uzaklaştılar.

bozulmuş asfaltının bazı yerlerinde suların biriktiği, artık arka fonunda fransızca bir şarkının çaldığı sokağa geri döndüm. Kalabalık azalmış, kestane satıcısı arabasını topluyordu. Işıkları kapandığı için tabelaları da okunmuyordu artık ki bu durum o sokakta yürümeyi sıkıcı bir hale getirmişti.yeniden kanatlanıp, uçup oradan uzaklaşma ihtimali de kalmamıştı mecbur katlanacaktım. Arttırmaktan vazgeçip, masasından kaltığım yere geri dönmek geldi aklıma. ceplerimi yokladım, kelimelerim azalmıştı söyleyecek. Ne diye yeniden başlayacaktım? Artık sıradan biri de değildim... Uçmayı da aklımdan çıkardığıma göre üstelik hala karanlık ve sessizlik de uçmak güvenli değilken, fransızca şarkının sesi azalmıyor yeni başlamış olmalı... uyandığında nerede olduğunu bilmemek gibi bir duyguydu bu... yabancılık, yalnızlık, çaresizlik, adaptasyon sorunu,sıradan bir insan olmayı bile becerememek, tutunamamak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder