8 Mart 2014 Cumartesi

kayıp mektuplar-7

tuhaf bir oyun gibi bu.
isimsiz mektupları, yanlış adreslere gönderip olacakları bekliyoruz. ya da zilleri çalıp çalıp kaçıyoruz. sonra gecenin bir yarısı sessiz telefonlar açıyoruz, bu sefer bildik numaralara. mesajlar atıp tepkileri ölçüyoruz. tuhaf umutlar ve hayal kırıkları arasında her gece kendi içimize gömüyoruz sancılarımızı. ertesi gün bir şey olmamış gibi devam ediyoruz hayatımıza. ansızın olmadık yerde biri 'O'nu soruveriyor ve cevap veremiyorsun...
kimbilir bazen insan bir yabancı söylemeden farkedemiyor, dün gece kimi pamuklara sardığını ve kimin icin ağladığını...

tüm bu ertelenmişlikler içinde yaşadığın aşk, ne kadar aşktır aslında? söylesene! bir aşkı taşımak mı daha zordur kaybettikten sonra, yoksa onun dizlerinin dibindeyken, onun sevgisini taşımak mı? bazen intiharlar okuyorum gazetelerin üçüncü sayfalarında. aşk intiharları diyorlar. telefonlarda sevgi dolu mesajlar, geriye bırakılan bir kaç satır yazı... hatta dinlenen son şarkının mısraları...
'aşkı için ölümü seçti' diye başlık atıyorlar, kimbilir... ama asıl aşk olsaydı insanın damarlarında ki, ölmek gibi bir kolaylığı seçmek yerine, kaybettiği aşkıyla yaşayabilirdi. sanırım hayat işte o zaman gerçekten bir anlam kazanıyor. O'nunla birlikte yapabileceğin her şeyi O'nsus ama O'nu aklından çıkarmayarak, O'nun yerine de mutlu olarak yapmak...

ölüme giden bu yolda, bu tiyatro sahnesinde, rol yapmaktan öteye gitmek... belki de en büyük sinema oyuncuları kendi hayatlarını oynayanlar dı kimbilir. inandırıcılık, sahip olduğumuz hayatın başrolünde biz varsak neden rol yapalım? olduğumuz gibi elimizdekini şekillendirebildiğimiz gibi kullanmak varken... kimbilir, belki de durmadan aşk dediğimiz, kendimize olan tutkumuzdur. belki de bu yüzden en çok sevdiğimiz sevgili bizim diğer yarımızdır...

neyse.
ne hayatı ne ölümü anlatmayı beceremiyorum ne zamandır. belki de yüzlerce soru yerine, tek biri önemlidir. o an geldiğinde, ölüm anını hissettiğimizde, içimizde hissedeceğimiz huzurdur... belki de sırf bu yüzden inadına dolu yaşadım kısa hayatımı. bir gün öldüğüm zaman geriye dönüp baktığımda
huzur aramayacağım!

hayatımızda ne çok kurgu var, sence de öyle değil mi?
elimzde ki bütün ispatlara ve kanıtlara rağmen, hala olanlar için 'kader' deme mazeretini yeterli görüyoruz. tarih gibi belki de çürütülemeyecek en önemli kanıtlardan birine sahibiz. ama bu hayat mahkemesinde, bu kanıtı kullanıp kullanmamakta kararsısız. oysa öyle tuhaf ki, binlerce yıldır, milyarlarca insan, aynı hisleri yaşamıs. aynı kelimeleri kullanmış farklı seslerle. milattan önce de aşık oluyordu insan, şimdi de oluyor. isimler ve yerler değişiyor sürekli... kurgulanmış bir oyunun, üçüncü sınıf aktörleri gibi davranıyoruz hayatımıza. mesai saati bitince, ceketimizi alıp çıkıyoruz. kimsenin umurunda değil sanırım.  ceketini alıp çıktığın günün gecesinde, tek başına uykuya dalmak zorunda olman... kimbilir, belki de figuranların kaderidir bu. brütüs, sezarı hançerlediği an, yoldan geçmekte olan sıradan halktan bireyleriz biz. sorularımızı kendi aklımıza gömüp, cevapların üzerinde durmuyoruz. sonra kalkıp buna yaşamak diyoruz.
kimbilir?
belki öyledir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder