14 Mart 2017 Salı

Bilinç'Ötemden Yansımalar-22

vazgeçişleri biriktirip duruyorum bir süredir. asla gidemeyeceğim yerlerin hayalini kurmak, hayatın gerçeğiyle yaşamaktan daha kolay geliyor. içimdeki yolculuğun sonunu kestiremiyorum belki bu yüzden vitesi boşa alıp bıraktım direksiyonu. yeterince hızlı gitmiyorum. bir kontrol manyağının sürekli yaptıklarından vazgeçmesi ama içindeki manyaklığın hala var olması nasıl bir his tahmin bile edemezsiniz. Etmeyin zaten pek imrenilesi bir durum değil bu. İçindeki şüphelerle boğuşurken herşey yolundaymış gibi davranmak, sorgulamalar karşısında susma hakkımı kullanmak içimde fırtınalar koparken ve fırtınanın en yırtıcı yerinde açabildiğimce açıp gözlerimi yıkıma tanık olmak...

insanların sahip olduğu duygular, hırslar, peşlerinden sürüklendikleri amaçları düşünüyorum çok zamandır. bunların bana bir anlam ifade etmemesi karşısında öyle şaşkınım ki, belki de içimde kaygılanan, seven, nefret eden yerde bir arıza meydana gelmiş olabilir. Eminim bilimsel bir açıklaması vardır bu bozukluğun ve mutlaka daha önce tamir etme yoluda bulunmuş olabilir. belki de bu durumu kendi içimde tek başıma halletmeye çalışırken hata yapıyorda olabilirim çünkü aylardır bir değişme gözlemleyemedim.böyle de gidecek olabilir bundan sonra ama işin tuhaf tarafı artık bu arızalı hallerimi bile umursamıyorum.

kendi kendime sözler verip, sonra bunları tutmayarak kendimi aldatıyorum durmadan. kendine yalan söylemeyi huy edinmiş insanların ironik bir biçimde mutlu yaşayabileceklerini keşfettim. Mesela bütün sorunların çözülecek ve hayatın yoluna girecek diyorum kendime ve sonra inanıyorum buna. Çok mutluymuş gibi yaparak kendime söylediğim bu sözü destekliyorum. karşılıklı bir aldanmışlık haliyle durmadan yeni yalanlar, yeni 'yapıyormuş'luklar buluyorum. Yaratıcılığımın bu konuya yaptığı muazzam katkı yadsınamaz ölçüde. Belki de bu yüzden yazarken eser kalmıyor hepsini oraya harcıyorumdur.

İhtiyarlamak böyle bir şey sanırım. Daha çok düşünüp daha az eyleme geçme zamanları. Ruhum bu ihtiyarlığı kabul etmediği için mi şimdi çocuklar gibi davranıyorum. Bir nevi meydan okuma akıp giden zaman, 'bak ben hala büyümedim!' diyerek kafa tutuyorum, o her geçen gün suratındaki iğrenç gülümsemeyi arttırarak bakarken bana. eminim kutsal kitapların birinde veya bir kaçında insan ve zaman arasındaki bu etkileşimden bahsedilmiştir. Çünkü tanrı ve zaman arasındaki benzerlikler herkesin dikkatini çekmiştir. ama bir yerden sonra tanrının rütbesi arttırılarak zamanın ötesinde konumuna çıkartılır. Biz kullar ise sanki apoletlerimizde ki ölümsüzlük rütbesi sökülüp yerine 'fani'lik konduğundan bu yana zamanın altında yer almışızdır. zamanın emirlerine tabi bir hayat sürüyoruz durmadan. çünkü zaman durmuyor hep ilerliyor, standart sapması bile olmuyor zamanın, bir asker gibi disiplinli ve istikrarlı bir şekilde hızını hep koruyor. Zaman'ın elindeki tüm bu yetkilere rağmen benim karşı durmaya çalışmam, onu kabullenmeyip kendi kafamın dikine doğru gitmeye çalışmamın bir faydası olmadığı açık. yine de vazgeçmiyor olmam sanırım ruhumdaki arızalardan kaynaklanıyor.

okumak ve araştırmak yerine birilerinin binlerce yıl önce varmış olduğu kanıları şimdi kendim düşünerek bulma çabamı takdir ediyorum bazen. belki biraz daha okusam, onların geldikleri yerlerin ötesine gedebileceğim ama bunu istediğimden de emin değilim artık. yani ne olacak ki bundan sonra... küçük bir sahil kasabasında, mümkünse nüfusu en fazla dört yüz civarı olan, yol üstü değilde, insanların gitmek için yoldan çıkıp dar patikalara sapması gereken bir yer... Yani her gün binlerce insan gelip geçmesin oradan, dokunulmasın, dokunmak isteyen biri varsa da benim gibi özellikle gelsinler gibi bir yer...sahile yakın tek oda, sıfır salon küçük bir ev, penceresini açınca deniz kokusu dolsun odaya, rüzgar hangi yönden eserse essin. evin arka tarafında küçük bir bahçe, kitaplığımda çiçek yetiştirmek üzerine bir kitap olsun. evime yürümeyle on beş dakika uzaklıkta küçük bir kitapçı dükkanım olsun istiyorum eğer daha fazla dilek hakkım kaldıysa. hiç müşteri gelmese de olur, tüm gün orada oturup, eski model mekanik bir daktiloyla birşeyler yazabileyim, ya da olmadı akşama kadar kitap okurum. Belki kitapları satmam, isteyen olursa okuduktan sonra geri getirmleri şartıyla veririm. sonra geri getirdiklerinde oturup çay içer kitap üzerine fikirlerimizi düşüncelerimizi paylaşırız. zorla değil tabi belki kendilerine saklamak isterler düşüncelerini buna da saygı duyarım.

telefon ve bilgisayarımı yanıma almam oraya yerleştiğimde, zaten mümkünse çekmesin telefonlar hatta televizyonlar bile karıncalı göstersin, insanlar on dakikadan fazla bakamasınlar ekrana. işleri güçleriyle ilgilensinler, boş zamanlarında okusunlar, sevgilileri olanlar sevişsin. olmayanlar hayal kursun. ama platonik de olsa en az bir kere sevsinler başka birini. yoksa insan yaşayamaz öyle bir yerde. Birini sevmemiş insan ıskalar hayatı. Dünyanın incelikleri arasına saklanmış güzelliklerini görebilme yetenekleri olmaz sevmeyen insanların. diğer herkes gibi bakarlar, diğer herkes gibi görürler ve diğer herkes gibi düşünmeden gerekenleri yaparlar. ama bir defa sevdiller mi, işte o zaman bir sahil kasabasında yaşıyor olmanın farkına varıp mutlu olabilirler. bir defa bile olsa sevmiş bir insanla hiç sevmemiş bir insanın okuduklarından çıkarımları bile öyle farklıdır ki... işte benden kitap almak isteyenlere bu şartı da sunabilirim. Daha önce hiç sevmemiş birine vermem, neyi konuşabiliriz ki onunla? evet konuşabiliriz belki , derin bir uçurumun iki ayrı tarafından birbirimize bağırıyormuş gibi konuşuruz, bu da konuşmak olarak kabul edilebilir, anlaşılmak değil.

belki öğlen saatlerinde çıkmak isterim küçük dükkanımdan, kapısına bir yazı asar 'sevişmeye gittim, belki gelmem belli olmaz, istediğiniz kitabı alabilirsiniz' diyerek kapıyı kilitlemeden giderim. inerim sahile, sıcak kumların üzerine çıplak ayakla basar, dizlerime kadar girer serin suyun içine, dalgaların beni ıslatmasına izin veririm. tuzlu suyu avuçlarıma alıp yüzüme çarpar, dudaklarımda kalan tuzu yalarım. sonra ıslak ayaklarımla bastığım kumlar yapışırlar tenime, ağır adımlarla evimin arkasındaki bahçeye gider, kuyudan tulumbayla su çeker ve ayaklarımı yıkardım. pardon unutmuşum, küçük bahçemde yıllar öncesinden açılmış bir su kuyusu da olmalı. çok sıcak yaz günlerinde kuyunun derinlerinden çektiğim suyu başımdan aşağı boşaltıp serinlerim. kaç dilek hakkım kaldı şimdi?

belki sen de gelirsin yanıma, yıllık iznini kullandığında çok yıldızlı güneydeki otellere gitmek yerine, benim küçük kulübeme... o zaman az önce bahsettiklerimi birlikte yaparız, benim bahçede yetiştirdiğim, biber, domates, kabak, patlıcan gibi sebzeleri kızartırsın sen, belki akşam olup hava karardığında evin önünde denize bakan tarafına bir masa atarız, ben bir küçük rakı açarım, sen meyva suyu içebilirsin. benim için sorun olmaz eğer seni öperken ağzımdan alacağın rakı kokusu da senin için rahatsızlık vermezse. çok sigara içmem, çünkü oraya yerleştiğimden beri sigarayı günde iki taneye kadar indirdim, o da sevişirsem ya da çok güzel bir kitabı bitirirsem ancak. belki ben biraz kafayı bulursam gece yarısı ay ve yıldızların ışığının altında üzerimizde giysilerimizolduğu halde denize gireriz. çocuklar gibi ıslatırız birbirimizi. korkar mısın karanlıkta suya girmekten? ben korkarım o yüzden sarhoş olunca girerim ancak. ama seni öpmek için sarhoş olmama gerek olmadığını daha önce tecrübe etmiştik. sonra eve döner, üzerimizdeki ıslak giysileri çıkarır sarılıp yatardık. bu kasabanın havasından mı bilmem ama artık sabahları geç kalkmıyorum. sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyorum dinlenmiş ve mutlu bir şekilde. gerine gerine çıkıp yatağımdan yüzümü bile yıkamadan doğru denize... bir süre yüzdükten sonra bahçeme gelip kuyudan çektiğim suyla yıkanıyorum. evet soğuk su altında nefesim hala kesiliyor ama alışıyor insan buna da... nelere alışmamışım ki bunca zaman boyunca...

böyle işte, zaman'la olan kavgamı ancak o zaman bırakabilirim diye düşünüyorum. ancak o zaman teslim olurum gibi geliyor. yoksa tüm bu yaşadıklarım, bu sorgulamalarım, bu kendi kendime yorulmalarımın başka bir açıklaması ya da anlamı yok. normal insanların sahip olduğu hırslar, duygular ve amaçların bu kadar uzağında kalmam da bu yüzden sanırım. hepsinde bir boşluk seziyorum, bir yarım bırakılmış, ertelenmiş. bu yüzden kendi ütopyamı yaratıp teslim olacağım günleri bekliyorum. belki de olmayacak. bunu da artık dert etmiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder