27 Mayıs 2017 Cumartesi

Bilinç'Ötemden Yansımalar-29

parmaklarımdan çıkan kelimeler üzerime yapışıyor. her ne kadar yüzme bilmiyor olsam da, suyun üzerinde durabilme konusunda başarılıydım. ama her kelimenin ağırlığıyla biraz daha dibe çöküyorum. dalgıçların, yüzeye çıkarken acele etmeleri, paniğe kapılmalarıyla, suyun basıncına maruz kalıp vurgun yemeleri her zaman ilgimi çekmiştir. İnsan nasıl oluyor da ölmemek için kontrolünü kaybedip ölmeyi göze alabiliyor. Bu yüzden yüzeye çıkarken ağır ağır çıkıyorlar. Düşünce dehlizlerinden derinle düşünce insan, yeniden yukarı çıkarken de kontrolü kaybetmeden yavaş yavaş mı gelmeli gerçek denilen dünyaya. Gerçeklik algımızı duyu organlarımızla tanımlayabiliyoruz ya, bu organlar bozulduysa ne kadar gerçek olur yaşadıklarımız. Tuhaf bir paradoks kurulabilir hatta paralele evrenlerle açıklanmaya çalışılabilir, hipotezler üretilir ve antitezlerle çürütülebilir. Ama bitkisel hayata girmiş biri için gerçek dünya, bizim onu yatakta yatarken gördüğümüz dünya mıdır, yoksa onun uyurken gördüğü rüyalar alemi mi?

vurgun yemiş bir dalgıcın düşüncelerini merak etmişimdir her zaman. Öyle derine dalmıştır ki hayatının, bir daha geri dönmesinin zor olduğu yerlere ulaşmış, belki geri gelemeyecek, ama gittiği yerden memnun değil midir? Elbetteki hayatta kalıp iyileştiğinde muhtemelen bu konuda bir şey anımsamayacaktır. Öteki taraf, öteki dünya, ahiret adına her ne derseniz deyin, insan öldükten sonra ne olacağı konusunda elimizdeki kaynaklar dinlerin açıklamalarıyla sınırlı. bilimsel ispatlardan uzak, şartsız biad gerektiren bir inanç silsilesinin ortaya kondukları bunlar. çünkü hala kimse öldükten sonra geri gelip neler gördüğünü anlatmadı. Tünelin ucundaki beyaz ışık, sonsuz karanlık, daha önceden kaybedilmiş yakınların görülmesi kısa süreli ölüm deneyimini yaşayanların anlattıkları. Belki de bu belirsizlik ve netsizlik halinin en çok dinlere faydası vardır. Sonsuz ahiret hayatı, vaad edilen ödüller, insanları dinlerin peşinden gitmesini sağlıyordur. Kim bilir, bu konuda bir ilahiyat uzmanı olmadığım için benim bahsettiklerim de sadece düşüncelerimin suyun yüze vurmasından ibaret sadece.

herkesin inancı kendinedir. buna inanırım. birileri bana dünya ve dini görüşlerini dayatmadığı sürece kimsenin inancıyla ilgili sorunum yok zaten olamazda. ama insanların bu çok savundukları inançlarını başkalarına dayatma konusundaki saplantısı bazen rahatsız edici olabiliyor. her ne kadar çoğunlukla yapılanları umursamasam da yapılan mahalle baskıları yüzünden değer verdiğim insanların üzülmesi hoşuma gitmiyor. ve din tüccarlarını basit oyunlarına inananları görünce sadece onlar için üzülüyorum. Sahip olduğumuz akılların bize verilme amacını herkes biliyorsa, neden din tüccarlarının, dini kullanıp onları kandırmasına izin veriyorlar. 'Aldatıldık' savunması inandığınız tanrının huzuruna çıktığınızda ne kadar hafifletici bir neden olabilir. yaratıcı insana bu aklı neden vermiş diye düşünmek bile yeterli gelecek oysa.

tüm dinlerde önce insan geliyorken, bugün dini savunanlar önce inanç diyor ve kimse bunu sorgulamıyor. öyle ki sırf inancı farklı diye başka bir insanın öldürülmesine hoşgörüyle bakabiliyorlar. tüm dinlerde insan öldürmek en büyük günah olarak yasaklanmışken, türlü bahanelerle bu bile yüceltiliyor bugün. gerçekten tuhaf bu insanlar, otobüste giderken ihtiyar birini görünce kalkıp yer vermeden önce inancını sormayanlar, yolda yürürken birisi takılıp düşecek olsa düşmesin diye elinizi uzatmadan önce inancını sormayanlar, gerekirse sırf inancı farklı diye o yer verdikleri ihtiyar kadının , yolda düşmesin diye ellerini uzattıkları adamın ölümüne sevinebiliyorlar. Bu çelişki neden kimseyi rahatsız etmiyor? yani inancı dili ırkı insan olmanın önüne koymak dindarlık olarak kabul ediliyor. oysa tüm dinlerde önce 'insan olmak' anlatılmadı mı? ne zaman ve kim değiştirdi bu öncelik sırasını?

insanlara gönderilen peygamberlerin ilettiği mesajlardan vazgeçip, peygamberleri yüceltip, dini şekillendirip kendi çıkarları için kullanıyorlar ve kimse neden diye sorgulamıyor. çünkü önce sorgulamanın günah olduğunu kazıyorlar insanların beynine. okumanın haram olduğunu dayatıyorlar, sanki Kuran'ın ilk sözü 'Oku' değilmiş gibi....

kimin kimi nasıl kandırdığı belli değil... aldatıldık bahanesi ne kadar yetecek bir gün yaratıcının huzuruna çıktığımızda? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder