12 Aralık 2015 Cumartesi

sessizlik...

Gece herkes sustuğunda konuşmaya başlar rüzgar. Bazıları hep susarken...Onlar için düşüncelerin, beyninin kıvrımları kemirme saatleridir bunlar. Rüzgar eşliğinde yeni varsayımlara yoksaymayınlar eklenir. Bir varmışlar masal literatüründen çıkartılıp, hep yokmuşlarla yol alır susanlar...

Geçmişin gölgesinden çıkıp biraz temiz hava almak için, yolun kenarındaki kaldırımlarda, yol aynı yol, kaldırım biraz eskimiş. Aşınmış ve incelmiş üzerinde durmak için zorlaştırmış sanki hayatı.
Hayat ne zaman kolay oldu ki?
Çok susmak bir erdem değil artık.
Konuşmak, neden bu kadar zor ki?

Bir düşünsene rüzgar bile konuşabiliyorken, susmak, nasıl ağır... Geçmeyecek, geçmişteki hatalar tekrar edilecek çünkü aynı yoldan gidip, bu defa kapanmaz diye düşünmenin saçmalığı, yine de o yoldan devam etmek...
Konuş! anlat herşeyi...
Herşey derken? Anlatacak ne var ki?
susmayı taşıyabildiğin gibi başkalarının taşımasını beklemek saflık değil mi?
Kimsenin düşüncelerini okuyabilmesi gibi doğa üstü güçleri yok bu dünyada...
İyi ki de yok belki, yoksa çoktan imha ederlerdi beni...
Bu kadar mı kötü düşünüyorsun?
Hiç bir şey düşünmüyorum oldu mu!
Sen ve düşünmemek... Güldürüyorsun beni...
Gülmüyorsun ama!
Acıyorum sana...
Ben de....

Duyma yeteneğini kaybeden insanların bir süre sonra konuşma yeteneğini kaybetmesi normal değil mi? Öyle uzun zaman oldu ki insanları dinlemeyi bırakalı, yalnızca kendi kafamın içindeki sesi dinleyip onunla konuşmaya başlayalı...
Nereye kadar gidecek böyle? Yanında tek bir insan kalmayıncaya dek? En yakınına sokulana bile susuyorsun farkında değil misin?
Susmuyorum! Sadece sessilik süzü veriyorum, suskunluğuma...
Böyle mi aldatıyorsun kendini artık?
Tamam lanet olası susuyorum, söyleyeceğim herşeyi gömüyorum içime, ne söylesem havada kalacak gibi hissediyorum, ne söylese karşılığını veriyorum kendime, sonra yeniden söylüyorum yeni bir karşılık sonra yeni bir iç hesaplaşma içinde düşerken derinlere tutanacak yer arıyorum, tutunacak yer bulamayınca daha çok susuyorum, öyle bir bataklık ki bu bir defa adımın attın mı kendine geldiğinde boğazında hissediyorsun. Sonra çırpınmak sadece hızlandırıyor boğulmayı...

Birde karşındakilerin gözüyle bak...
bakmıyor muyum sanıyorsun? benim gibi bir adamla konuşmaya çalışmak nasıl zor nasıl sıkıcı nasıl bir işkence bilmiyorum muyum sanıyorsun? tüm bunları ben kendi içimde yaşamıyor muyum sanıyorsun? sen beni ne sanıyorsun????
Neden susuyorsun o halde?
öyle yoruldum ki dudaklarımın arasından çıkacak tek yanlış kelimeyi düzeltmek için binlerce cümle kurmaya çalışmaktan...
öyle yoruldum ki, binlerce kelimeyle anlattığım duygularımın düşüncelerimin tek bir saçma kelimeyle buhar olup uçmasından ve bu gösteriye en ön sıradan tanık olurken, elim kolum bağlı, farkında olmakla cezalandırılmaktan!... Ne kadar az konuşursan o kadar az var olursun insanların hayatında, ve bir o kadar zararsız... Sustuklarımı taşırken, aynı anda karşımdaki bunun ağırlığını hissetmesin diye, sanki hiç yorulmamışım gibi, sanki hiç soluk soluğa kalmıyormuşum gibi, sanki ihtiyar değilmişim gibi artık, daha çok düşünmek ve daha çok susmak... Sanki konuşmaya başlayınca ben değil de hayatıma dışarıdan bakan bir anlatıcı gibi konuştuğum gerçeği belli olmasın diye...
ucuz bir roman değil senin hayatın, ve anlatıcının iznine ya da açıklamasına gerek yok hissettiklerini...
herşeyi ama ilgili ilgisiz herşeyi görüp anlayıp susmak... Anladıklarımı susmak, gördüklerimi susmak, hissettiklerimi susmak, kafamın içindeki ses susmuyor ki konuşmak için bana sıra gelsin! Bunca yıl sustuktan sonra, konuşma yeteneğini kaybediyormuş insan, duyma yeteneğini kaybetmesine bile gerek kalmadan!




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder