20 Haziran 2016 Pazartesi

inanabiliyor musun?

içine kapalı
içince açılıyor
içmezse yakışmış insan içinde olmak,
kapanmış,
kimlerden saklanıyor.
yüzgöz olmaya gerek yok diyor kendine
çok konuşmamalı yoksa
aleyhinde kullanılacak ki
çokça hüküm yemiş söylediklerinden
düşünce suçu yok aslında
dilediğini düşünebilirsin,
sustuğun sürece...
insan kendi düşüncelerinden kendini nasıl suçlu bulabilir?
hangi ceza kafi gelir?
ehlileştirilmemiş bir kısrak gibi
dört nala kaçıp giderken aklın,
hangi zincir tutacak?
hadi zincir tuttu diyelim,
o kısrak kaçmak için,
sanki bacaklarını kırmayı göze almayacak!

geceye sarılıyor her geçen gün...
bir motor sesine öfkelenmiş,
küfürleri ağzında,
çıkarıp başını penceresinden,
geçip giden arabanın arkasından bağıramıyor,
yutuyor yine söyleyeceklerini
biliyor çünkü,
söylemediğin sürece
düşüncelerin zararı yoktur
kendinden başkasına...
ya söylersen!

inanabiliyor musun?
sorun değil...
zaten ben de çok zamandır pek inanmıyorum.
diğer insanlar gibi yaşayamadığımı farkettiğimden beridir
istemeyi bıraktım.
hayatta peşimi...
oysa yapacak bir şeyler vardı hala
inanabiliyor musun!
evet ben de...

kimyasal gazların etkisine maruz bırakılmış bir çocukluğum vardı sanırım benim
böyle söyleyince,
çocukluk gibi durmuyor.
akli gelişimi beden gelişimine ayak uyduramamış insanlar var aramızda,
bel altı vurmuyorum.
benimde bedensel gelişimim aklımın gerisinde kalmış
hiç gocunuyor muyum?
onlar da gocunmasın...

17. yüzyıl edebiyat akımlarından akım beğeniyorum kendime
klasizm üzerimde iyi duruyor.
sıradan insanların yeri yok yazdıklarımda
belki de bu yüzden,
gizleniyorum satırlarımın arasına
bir Şİnasi daha çıkar mı merak ediyorum,
yazdıklarımı tercüme edecek.
yoksa zorunlu edebiyat derslerinde okutulan,
nefret ettirilen bir yazar olarak mı anımsanacağım?
kimin umurunda?
sanat sanat için var değil miydi?

bu akma olayının ruhum üzerindeki,
egomu okşayan tavrından hoşlanmadım.
oysa sürrealist yaklaşımlarla
her türlü ahlaksızlık ve kaygısızlık içinde
yazmıyor muyum?
ikinci yenicilerden kim kaldı?
ruh çağırma seanslarıyla
karakter seçiyorum kendime
oysa bir güzel sözüm yok,
kimi kandırıyorum?

suçluluk hissetmiyor olmam benim suçum mu?
sıkışıp kalmışım
sizin doğrularınızla,
benim yanlışlarım arasında
yorgunluk
bir otobüsün arka koltuğunda yakalıyor beni
penceremden akıp giden
hızlandırılmış sahneler gibi
dış cephe boyası solmuş gecekondu geçiyor yanımdan
zamansız ayaz vurmuş dallarına
çiçeklerini toprağa veriyor erik ağacı
dişleriyle kenelerini ayıklıyor köpek
yırtık pijamasıyla çingene çocuğu
agzı burnu sümük içinde
bir elinde yarısı yenmiş,
kalan yarısı kuru ekmek
kemiriyor ha kemiriyor
kahverengi çalılar ırzına geçmiş
boş toprak parçası
kibrit çakıp yaksan
daha çok yakışacak küllerin karası
yalnızlar oteli geçiyor yanımdan
bomboş otoparkı
gri kaldırımlar akıyor
durmuyor bu zaman aşımı
sıkılıyor izlemekten
bırakıyorum kendimi
yorgunluğa yakalandığım koltuğa
geçip gidiyor şehir yanımdan
aldırmıyorum
hayat tutup sarsıyor yakalarımdan
inanabiliyor musun?
ben de...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder