10 Temmuz 2017 Pazartesi

Bölüm-4

-Olcay Bey, taslağınızı editör arkadaşlarımız inceledi. Ama siz de takdir edersiniz ki romanınızda işlediğiniz konu pek popüler bir konu değil. Evet mitolojik efsanelerdeki tanrıları günümüz sosyal medya fenomenlerine benzetiyor olmanız, mitolojik olaylarla bugün yaşınılanlara göndermeler yapmanız bir yere kadar ilgi çekiyor. Ama bahsettiğiniz bazı konular, nasıl en doğru şekilde açıklayabilirim bilmiyorum ama biraz şey gibi...
-Açık konuşun lütfen, ikimizde bir çok şeyin farkında olacak yaştayız ve farkında olacak kadar ülkenin gerçeklerine hakimiz!
-Bahsettiğiniz, daha doğrusu anlattığınız bazı konular günümüzde yaşananlarla benzerlik taşıyor.
-Yani!
-Yanisi şöyle, editörümüzün not düştüğü konularla ilgili değişiklik yapıp biraz daha mistik hava katarsanız, ne bileyim mesela doğa üstü olaylardan falan bahsedip gerilim ya da korku temalı anlatımlarda bulunursanız kitabınızı yayınlayabiliriz.
-Evet editörünüzün düştüğü notları inceledim, bana diyorsunuz ki günümüzde nüfuz sahibi insanların ayaklarına basmayacak, etliye sütlüye dokunmayacak masallar anlatmamı istiyorsunuz!
-Bakın çok zengin ve akıcı bir diliniz var, anlatımlarınız, tasvirleriniz neredeyse mükemmel, okuyucuyu avucuna alıyor ama takdir edersiniz ki böylesine etkileyici bi dille yazmanız ister istemez okuyanların akıllarında soru işaretleri uyandıracaktır.
-Koyunları uyandırmadığım sürece sorun yok diyorsunuz?
-Lütfen, en nihayetinde ticari bir kaygı bu. Yayınevi politikamız gereği bazı konularda hassas olmamız gerekiyor.
-İktidara yakın olduğunuz için böyle davranıyorsunuz! Yarın başka bir iktidar gelince bundan önce yayınladıklarınızı ne yapacaksınız?
-Olcay Bey konumuz bu değil. Neyse, editörlerimizin tavsiyeleri doğrultusunda düzenlemeler yaparak eserinizi getirirseniz yeniden incelemeye alabiliriz. Şimdilik bu kadar.
-Aslında şöyle yapalım, siz iktidarı yalamak için nasıl bir roman istiyorsunuz onu açıkça söyleyin, ben de kelimelerimi hizmetinize sunayım!
-İyi günler Olcay Bey!

Masanın üzerinde duran dosyasını eline alıp arkasına bile bakmadan cam kapıyı çarpıp çıktı odadan. Bu görüştüğü dördüncü yayıneviydi ve neredeyse hepsinden aynı tepkiyi almıştı. İki yıl çalışıp araştırmalar yapıp ortaya çıkardığı roman, birilerini rahatsız edeceği düşüncesiyle sürekli red ediliyordu. Görüştüğü yayınevlerinden sadece bir tanesi kabul etmişti kitabı basmayı ama onlarda iktidara muhaliflerin düzenlediği bir konferansta konuşmacı olmayı kabul etmesi şartıyla. Oysa Ne kitabı yazmadan önce ne yazarken ne de şimdi siyasetle hiç bir ilgisi yoktu. tek derdi yazmaktı, aklındaki kelimelerdek kurtulmak için yazıyordu her zaman. Birilerine yaranmak ya da birilerini yermek için değil. Anlayamıyordu insanların onu kategorize edip sınıflandırmaya tabi tutmaya çabasını asla anlayamayacaktı...

Yayınevinin bulunduğu binaden çıktığı anda telefonu çalmaya başladı. Ekrandaki numara tanıdıktı. Son bir haftadır sürekli arayan, borcu olduğu bankalardan biriydi bu. Borcunu ödeyebilmek için yeni bir kredi çekmiş ama onu da ödeyemeyince sürekli aramaya başlamıştı bankalar. Part time çalıştığı işler dışında bir işi yoktu ve kazandığı ancak karnını doyurmaya yetiyordu ama artık dibe vurduğunu hissediyordu. Artık yazmayı bırakıp bir işe girip çalışmalıydı. Yazmayan bir Olcay? Bunu düşünemiyordu bile. Son bir ay içinde bulabildiği en iyi iş, bir barda garsonluktu. Öğleden sonra saat altıda başlayıp gece ikide biten. Borçlarını ödeyemeyecekti belki ama en azından bir kaç ay zaman kazandırabilirdi, ona kitabını yayınlatana kadar... Otobüs durağına geldiğinde oradan geçen otobüs hatlarını inceledi. Bir tanesi çalıştığı barın olduğu semtten geçiyordu. Oturup beklemeye başladı. beklerken yanına elinde bir demet kırmızı gül taşıyan en fazla yirmili yaşlarında bir genç geldi. Durağın diğer tarafına elinde o günlerin en moda giyim firmalarından birinin poşetini taşıyan aynı yaşlarda bir kız. Genç adamın telefonu çalar, konuşurken yüzü asılır. telefonu ilk açtığında söylediklerini duyabiliyordu ama bir kaç dakika sonra sanki fısıltıya dönen sesi rüzgarın uğultusunda kayboldu. Telefonu kapattığında gencin yüzüyle birlikte elinde taşıdığı güllerinde rengi soldu. Az önce yukarıya bakan çiçekler telefonun cebe konmasıyla birlikte yere eğilmişti. Durağın diğer tarafında beklemekte olan kız bunun farkında değil. Sadece genç adam ve onu izleyen Olcay farkında olan bitenin. Olcay ayağa kalkıp genç adama yaklaşıp ateşinin olup olmadığını sorar. genç adam ceplerini yoklayıp çakmağını çıkardığı an da Olcay bir dakika diyerek kızın yanına gider. genç adam bir an şaşırıp duraksar ve adını sonradan öğreneceği Olcay'ı izler. Olcay kıza duyamadığı birşeyler söyler, kız omzunda asılı duran çantasını açıp bir paket sigara çıkartıp içinden bir tanesini Olcay'a verir. Olcay sigarayı alıp genç adamın yanına gelir. Genç adam şaşkınlığın etkisinden kurtulup çakmağını ateşleyip sigarayı yakar. O an da kızın da az önce kendisinin yaşadığı şaşkınlıkla kendisine baktığını farkeder ve ne olduğunu anlayamamış gibi bir mimik takınır yüzüne, kız gülümser. Olcay sakin bir şekilde genç adamın yanında durarak sigarasını içmeye başlar. Bir kaç saniye sonra otobüs gelince kızı yanına çağırıp yarım sigarasın kıza verip otobüse binip uzaklaşır oradan. Kız kendisine bir emir verilmiş gibi Olcay'ın yanına gelip sigarayı alır ve öylece bakakalır arkasından.

-Ne tuhaf adam!
-Evet, benden ateş isteyince kendi sigarası var sandım ama gidip sizden sigara istedi.
-Benden sigara isteyince dilenci ya da tinerci sandım bir an ürktüm, çünkü sizin yanınıza geldiğini farkettim önce, sonra yanıma gelince sizin terslediğinizi düşündüm.
-Hayır, benden ateş istedi, ben çakmağımı çıkartınca sizin yanınıza gitti. Tuhafmış gerçekten.
-Evet, pardon benim otobüsüm geldi, size iyi günler.
-pardon! bu otobüse mi bineceksiniz?
-Evet?
-ben de öyle, yani başka bir otobüse binecektim ama gerek kalmadı.
-Oysa güzel çiçeklermiş, sahibine ulaşmayacağı için üzülmüş olmalılar, böyle boyunlarını yere eğdiklerine göre...
-Belki gerçek sahibini arıyorlardır...
-Nasıl yani?
-Lütfen siz önce binin.
-Teşekkür ederim.
-Otobüse binmeden önce ne demek istediniz anlayamadım?
-Bakın, çiçekler boynunu bükmekten vazgeçti.
-Evet, daha parlaklar şimdi!
-Buyrun, sizin almanızı istiyorum.
-Hayır, hayır teşekkür ederim ama bunu kabul edemem.
-Eğer kabul etmezseniz bu çieçekleri bir çöp kutusuna gömmek zorunda kalacağım, üstelik yaraşır bir cenaze töreni bile düzenlemeden.
-Bu çiçekleri kime aldığınızı bilmiyorum ama bana almadığınızı biliyorum.
-Adım Yusuf, 25 yaşındayım, bir teknoloji mağazsında çalışıyorum, üzerine fiyat etiketi koyabileceğin herşeyi satabilecek kadar çok kendime güveniyorum. Bu çiçekler ücretsiz!
-Adım Hilal, her ne kadar adınızı yaşınızı ve mesleğinizi az önce öğrenmiş olsam da yabancılardan karşılıksız bir hediye alma konusunda katı kurallarım vardır.
-O halde bu çiçeklerin cenaze merasimi olmadan bir çöp kutusuna atılmasının sorumluluğu size ait, nasıl isterseniz.
-Bundan sonra bir kadınla tanışırken ukala olduğunuzu da belirtmeniz gerekiyor, yoksa sizi hile yapmakla suçlayabilirler, şimdi benim yapabileceğim gibi.
-Daha önce işlediğim hiç bir suçta vicdanım bu kadar rahat olmamıştı...
..........

Olcay çalışacağı barın önüne geldiğinde daha bir saat vardı mesaisinin başlaması için. Personellere ayrılmış barın arka tarafındaki bölmeye gidip elindeki dosyayı bırakıp barın isminin yazılığı olduğu önlüğü giydi. hanüz kimse yoktu mekanda. Masaların tozunu alıp taburleri düzeltti. Daha çalışmaya başlayalı bir ay bile olmamıştı ama sıkılmıştı artık. Sipariş verecekler getireceğim. Masa boşaldığı zaman temizleyip yeni müşteriler için hazırlayacağım. Herkes gidince ortalığı temizleyeceğim. Bu rutin düşünceler arasında ilk müşteriler gelmeye başladı. Güler yüzle karşıladı onları. Her birini istedikleri yerlere oturtup siparişlerini aldı. Bir süre sonra omzunda asılı gitarıyla en fazla yirmi yaşlarında bir çocuk içeri girip sahneye doğru yöneldi. Ses sisteminde gerekli ayarlamaları yapıp şarkı söylemeye başladı.İlerleyen saatlerde mekan neredeyse tamemen dolmuştu. Başını hangi tarafa çevirse boşlan bardaklarını doldurmasını isteyenlerle gözgöze geliyor isteklerini yerine getiriyordu. kandaki alkol miktarının artmasıyla birlikte hem mekandakilerin hem de şarkıcının keyfi yerine gelmiş, doğal bir koro oluşmuştu. hep bir ağızdan söylenen şarkılar, boşalan bardaklar, dolan bardaklar, ayağa kalkarken sallanan insanlar, oturduğu yerden sesinin çıktığı kadar şarkılara eşlik edenler ki bazıları sessiz kalsa daha iyi olur, barda durup önüne konan her bardağı dolduran barmen, kasada oturan hesap fişlerin hesaplayan kasiyer, alkolü fazla kaçırıp hesaba itiraz ettiği için yaka paça dışarı cıkarılanlar, bazı masalarda tek basına oturup, tek basına yan masalarda oturan karşı cinslerini süzenler, tüm bunlar arasında gidip gelen Olcay... Saat iki olmak üzereydi. şarkıcı programını bitirip gitarını kılıfına yerleştiriyordu. İçeride sadece iki masada bir kaç kişi kalmıştı. Olcay diğer masaları temizlemeye ve tabureleri düzeltmeye başlamıştı bile. Şarkıcı gitarını omzuna asıp barın kapısından çıkarken bar sahibi içeri girdi. Kasanın yanına gelip hasılatı soruyor olmalıydı o anda Olcay'la gözgöze geldiler. Mekandaki son müşteriler de kalktıktan sonra masalarını temizliyordu.

-Olcay, biraz gelebilir misin, o işi başkası halleder. Hem daha erken temizlik yapmak için.
-Buyrun Mete Bey.
-Gülperi, Olcay Bey'in hakedişini hesaplayıp verir misin?
-Anlamadım? Yanlış bir şey mi yaptım? Neden ücretimi ödüyorsunuz şimdi? Daha ay başına bir kaç gün vardı.
-Bak Olcay'cım, seninle sürekli çalışman konusunda anlaştığımızı biliyorum ama senin de gördüğün gibi hafta içleri neredeyse bomboş ortalık. Sadece hafta sonları ya da tatillerde iş oluyor. Sen yine hafta sonları gelip burada takıl ücretini al, hafta içi de başka bir iş bakarsın kendine. Hem sen üzülme hem de biz üzülmeyelim öyle değil mi?
-Bakın Mete Bey, zaten part time işler bulabiliyorum ama bana sürekli bir iş gerekiyor. Çok fazla borcum var, kısa süreli işlerde kazandığım ancak karnımı doyurmaya yetiyor.
-Seni anlıyorum Olcay'cım ama seni sürekli işe alırsam sigortanı yaptırmak vergi vermek durumunda kalacağız. Sen de bizi anla, yorma gel iki kadeh içelim, otur dinlen biraz. Ne içersin?
-Sadece bira...
-Tamam bize oradan iki bira verin, kızım sen hesapladın mı Olcay Bey'in ücretini? Yarısı kadar daha ekle üzerine!
-Teşekkür ederim ama hiç gerek yok buna. Haketmediğim hiç bir şeyi istemiyorum sizden.
-Olur mu öyle şey Olcay'cım, eline sağlık geldiğin günden beri işini doğru düzgün yapıyorsun. Bunu bir çeşit ikramiye olarak düşün. Hem yeni olduğun için sana bahşişten pay da vermiyorlardır. Onu da telafi etmiş oluruz. Bu arada daha önce konuşamamıştık, senin bir mesleğin, bir uzmanlığın var mı?
-Hayır üniversiteyi yarıda birakıp askere gittim, geldikten sonra da orada burada kısa süreli ilerde çalıştım hep.
-Hımm.. Zor olmalı senin için. Yaş da ilerledikten sonra insanın bir işi öğrenmesi kalıcı olması zor olur. ben de senin gibiydim. Baktım bir iş yapamıyorum babamın da yardımıyla burayı açtım. Beki bir gün sen de kendine bir yer açarsın ticarete atılırsın ne dersin?
-Bu zamanda parası ya da birikimi olmayanların iş kurma hayali bile kurması çok zor. O yüzden pek düşünmüyorum.
-Hadi canım bu kadar çatma kaşlarını, umutsuz olma. Belki biriyle ortak olursun. Hem üniversite de hangi bölümde okudun? Oğlum ordan birer bira daha ver ama soğuk olsun. Ne bu böyle imamın abdest suyu gibi! Müşterilere de böyle mi veriyorsunuz birayı?
-Türk dili ve edebiyatı bölümünde okuyordum, ikinci sınıfta bıraktım okulu bazı nedenlerden dolayı.
-Hımm.. Devam etme ya da bitirme şansın yok mu dışarıda falan?
-Az önce dediğiniz gibi bir yaştan sonra öğrenmek zor oluyor!
-Sen zeki bir adamsın biliyor musun? Gülperi bahsetmişti geçen gün bir şeyler yazıyormuşsun. Yazar olursun kitap falan yayınlarsın belki?
-Aslında bir roman yazdım ama yayınevleri tarafından kabul edilmedi.
-Bir ara okumak isterim. Belki çevremdeki arkadaşlardan birinin tanıdığı yayınevi vardır onla konuşurum. En azından sanata katkımız olur ne dersin?
-Bir bira daha alabilir miyim?
-Gel şöyle masaya geçelim. Oğlum bardaklar boşaldıkça doldur bekleme istememizi. Başka neler yazarsın sadece roman mı?
-Kısa denemeler yazıyorum, anlık duygular ve düşünceler, kısa hikayeler bazen şiir...
-Ne zamandır yazıyorsun?
-Uzun zamandır hatırlamıyorum ne zaman yazmaya başladığımı.
-Vayy hatırlamadığın kadar uzun zamandır yazıyorsun ve şimdiye kadar seni kimse keşfedememiş. Yazık. Bak aklımda bir fikir var ama bugüne kadar hiç denemedim. Sesin güzel mi?
-Güzel derken?
-Yok yav şarkı söylemek için değil, yani güzel şiir okuyabilir misin?
-Arkadaşlar bazı şiirlerimi güzel okuduğumu söylerler ama ben emin değilim.
-Peki burada şiir gecesi yapsak sen müşterilerin istediği şiirleri hatta kendi şiirlerini sahneye çıkıp müzik eşliğinde okusan? Evet işte bu gözlerindeki ışıltıyı görmek istiyordum. Kabul et güzel fikir değil mi?
-Emin olamadım. Daha önce hiç topluluk karşısında şiir okumamıştım. Biraz ürkütücü geliyor bana.
-Bak açık konuşayım, istersem çok güzel sesli iyi şiir okuyan birilerini bulabilirim. Ama madem ki senin de paraya ihtiyacın var ve üstelik yazıyorsun sana bir fırsat vereceğim. Denemek için hafta içi bir kaç gece gelip bir kaç saat okursun bakalım nasıl tepki alacağız müşterilerden. Eğer tutarsa hafta sonuna alırız saatlerini, garsonluk yaparken aldığın paranın iki katını alırsın. Üstelik program boyunca içtiğin ücretlerde bizden olur. Ha ! Ne dersin? Hadi şerefe kaldıralım!
-Bu konuda kendime pek güvenmiyorum. Yazdığım şiirlerin bile güzel olduğunu sanmıyorum. O yüzden bilemiyorum.
-Canım sen de popüler şiirleri okursun. Hani şu sosyal medyada sürekli sözleri dönen şairlerin yazarların. Önemli olan güzel okuman. Dİnleyenleri mest etmen. Anlıyor musun? İNsanlar şiirleri senden dinledikçe daha çok içmeliler, daha çok içince ne oluyor?
-Sarhoş?
-Evet o da var, sarhoş olmak için daha çok içiyorlar biz de kazanıyoruz. Tamam Eğer bu fikrim tutarsa ve mekan dolarsa sana şimdi kazandığının üç katını ödeyeceğim.
-Bir şartım var!
-Şart?
-Şiirler dışında her gece kendi yazdığımı bir iki deneme yazısını ya da hikayeyi de okumak istiyorum.
-Bu biraz sıkıcı olmaz mı? Yani insanlar masal dinlerken sıkılabilirler.
-Dediğiniz gibi deneriz. olmazsa zaten değiştiririz ya da vazgeçeriz.
-Sevdim seni Olcay! Demiştim akıllı adamsın. Tamam hadi şimdi bir deneme yapalım çık sahneye.
-Şimdi mi?
-Evet hala içeride bir kaç müşteri var bakalım nasıl tepki vererecekler. Gerçi çoktan kafayı bulmuşlar ama olsun. Hem görmüş oluruz.
-Yalnız, yanımda hiç şiirim yok.
-Aklında da mı yok yazdıklarından?
-Hayır
-Nasıl bir şair kendi yazdığı şiiri aklında tutamaz ki?
-Belki şair değilimdir.
-Gülperi! diz üstü bilgisayarı getirirmisin? Tamam internetten kafana göre bir iki şiir bul çık sahneye, Oğlum! Olcay abinin sesine göre şu ses sitemini ayarlayın hemen, sakin bir müzkte bulun, bak ama sadece müzik söz olmasın! Hadi bakalım Olcay göreyim seni, ha biranı da al yanına...

Olcay oturduğu yerden kalkınca hafifçe sallandığını hissetti. Bir süre ayakta sabit durup yarısı dolu bira bardağını da alıp sahneye çıktı. Her gece müzisyenin oturduğu yüksek koltuğa oturuken Gülperi diz üstü bilgisayarı notaların konduğu yere bırakıp, Olcay'a gülümseyip indi sahneden. Olcay bilgisayarın internete bağlı olup olmadığını kontrol edip kendi blog sayfasına bağlanıp, eskiden yazdığı şiirlerden birini açtı. Aynı anda ses sistemini ayarlayan çocuk Olcay'dan mikrofana yaklaşıp konuşmasını istedi. Olcay'ın ağzından çıkan ilk kelimeyle birlikte tiz bir ses bütün barı yalayıp geçti adeta. İçeride son kalan müşteriler bir an ayılmış gibi dikkatli bakışlarını Olcay'ın üzerine çevirince utandığını hissetti. Kan yüzüne baskı yapıyordu adeta. Kalan birasını bir dikişte bitirdi sakinleşebilmek için. Birasını bitirip bardağı yere bırakırken garsonla göz göze gelip yeni bir bardak daha istediğni işaret etti. Garson işareti görür görmez hızlı bir şekilde bıra doldurup yanına getirdi. Bir yudum daha aldıktan sonra Olcay şiiri okumaya başladı. İlk bir kaç mısrada sesi çok az çıkınca ses sistemini ayarlayan çocuğun ikazıyla durdu. Çocuktan tamam işaretini alınca en baştan okumaya başladı. Sesi şimdi daha iyi duyuluyordu. Okumaya devam ederken çocuk başka ayarlarda yapmıştı. Artık sesi ona ait değilmiş gibi, hafif ekolu, biraz derinden gelmeye başladı. Üzerindeki heyecanı atınca çalan müziği hissetmeye başladı içinde. Müziğin temposuna uyarak sesini azaltıp arttırıyor, bazı kelimelerin üzerine vurgu yapıyor, bazı satırları nefesini tutarak okuyordu adeta. Bazı mısralar arasında durup bir yudum bira alıyor, derin bir iç çekiyor öncekinden daha içli bir şekilde okumasına devam ediyordu. Şiiri bitirene kadar bilgisayar ekranından ayırmamıştı gözlerini. Sanki kendi odasında az önce seviştiği bir kadına okur gibi okumuştu. Şiir bitirip başını kaldırınca müşterilerle göz göze gelmişti. Barın iki ayrı ucunda oturanlar ne zaman onun dibine kadar gelmişti ki? Şiir bitmiş, Olcay susmuş, müzik durmuş, aynı anda sanki zaman da durmuştu. Ne müşteriler, ne Mete ne de çalışanlar, hiçbiri hareket etmiyor büyülenmiş gibi ona bakıyorlardı. Bir kaç saniyelik zaman durması herkesi sarmıştı. İlk kendine gelen kasada duran Gülperi, yavaş ama kendinden emin bir şekilde alkışlamaya başlamış, ardından müşteriler, Mete ve diğer personeller de alkışa katılmışlardı. kendini tuhaf hissetti. Yerde duran bardağına doğru eğilip eline aldı. Sonra doğrulup sahneden inecekti ki müşterilerin arasından bir kadın bir tane daha okumasını rica etti. Kadının isteğinden sonra Mete'yle göz göze gelince onaylarcasına başını salladığını görünce yeniden yerine oturup başka bir şiirini açtı bilgisayar ekranında. Ses sistemiyle ilgilenen çocuk bu defa bir piyano sonatı açtı. Müzik çalmaya başladı. Bir kaç saniye kendini müziğin sihirli kolları arasına bırakıp içine işlemesine izin verdikten sonra okumaya başladı. Okudukça başka bir dünyanın içinde yol aldığını hissetti. Hiçbir kaygının, acının, üzüntünün olmadığı, kendi dünyasının içinde kollarını açmış süzülüyordu adeta. Bitirdiğinde daha önce olduğu gibi yine kimseden ses çıkmıyor herkes dikkatli gözlerle ona bakıyordu. Bu defa başını kaldırmadan bir yudum aldı birasından. Mete ayağa kalkıp müşterilere teşekkür ederken önmüzüdeki günlerde şiir geceleri yapacaklarını açıkladı. Artık kapanma zamanı geldiği için müşterilere hesap pusulalarının gönderilmesini istedi çalışanlardan.

-Olcay'cım sen neymişsin böyle yaaaa!!! Daha önce neden denemedik bunu. Hepimizi mest ettin gerçekten. Gülperi kızım! Cumartesi gecesi gelecek olan şu şarkıcı kadın vardı ya, adı neydi? neyse, hani şu çok para isteyen kapris yapan, ona söyle bu hafta iptal. Olcay Bey çıkacak sahneye. Bak Olcay'cım bu cumartesiye kadar sen düzenle şiirlerini, gelirsin buraya aynı az önce olduğu gibi okursun. Bu defa yanında bizim gitarist çocuk da olur. Birlikte kararlaştırırsınız, ne istiyorsan onu çalar. Eminim çok iyi olacak!
-Peki deneme yazılarım ve hikayalerim?
-Eğer onları da bu kadar güzel okuyabiliyorsan, küfür etsen umurumda değil! Yeter ki insanları büyüle! Şimdi evine git dinlen biraz, Oğlum! oradan bir şişe viski ver Olcay abine, Seninle güzel işler yapacağız Olcay'cım...

Mete, Olcay'ın karşılık vermesine fırsat bırakmadan arkasını dönüp uzaklaştı yanından. Olcay siyah bir poşet içinde kendisine verilen viskiyi alıp diğer çalışanları başıyla selamlayıp dışarı çıktı. Bu yaşadığı duruma sevinse mi üzülse mi emin olamıyordu bir türlü. Para kazanıp rahatlayacak olma düşüncesinin yanında şiirleriyle insanları sarhoş etme düşüncesinin iyilik/kötülük hesaplaşması vicdanını rahatsız ediyordu. Neden bazıları yazdıklarını beğenmiyor diye, beğenecek olanların okumasına engel oluyordu ki bu sistem? belki de yazdıklarını okuyanlar yakın çevresi olduğu için o kırılmasın diye çok beğendiklerini söylüyorlardı. Zaten yıllardır açık olan blog sitesini takip eden sadece bir kaç kişi vardı. O halde yazdıkları, eserleri! onlara eserlerim diyemiyordu ki hala... Kendini bir sanatçı, bir yazar, bir şair olarak bile görmüyordu. Peki az önce dinleyip onu çok beğenenler? Sadece sarhoş oldukları için mi beğenmişlerdi? O halde cumartesi gecesi de insanlar sarhoş olunca çok beğeneceklerdi. Evet, tam olarak buydu. yazdıklarını sadece sarhoşlar beğeniyordu. O halde o da sadece sarhoşlarla paylaşacaktı yazdıklarını. Neden olmasın? Kolunun altına sıkıştırdığı siyah poşete sarılı viski şişesini hissedip biraz daha içmek istedi o an. Adımlarını hızlandırırken arkasından gelen bir sesle duraksadı.

-Olcay Abi!!
-Gülperi?
-Ne kadar hızlı yürüyorsun öyle, sana yetişeceğim diye nefes nefese kaldım!
-Afedersin farkında değildim. Bir şey mi oldu? Hesaplarda bir hata falan mı var?
-Hayır, bir şey yok. Seninle yürümek istedim. Çok güzeldi şiirlerin, sesin, okuma tarzın... Tarif edemiyorum ama öyle içten ve nasıl deniyor??
-İçine...
-Hah evet! içime... Özür dilerim senden, daha önce bahsetmiştin yazdığından hatta blog sayfanın adresini de almıştım ama ne yalan söyliyeyim, herkes blog sayfası açıyor herkes bir şeyler yazıyor artık. Onlar gibi sanıp bakmamıştım. Ama bu gece pişman oldum. Eve gider gitmez hepsini okuyacağım.
-Teşekkür ederim Gülperi, ama büyütülecek bir şey yok. Öylesine yazılmış yazılar şiirler işte. Bu yüzden uykusuz kalma.
-Saçmalama yaaa... Mekandaki müşterileri görmedin mi? O kadar içtiler sen şiiri okurken hepsi ayıldılar ve yeniden sarhoş oldular. Gerçekten harika okudun. Hem Mete kolay beğenen bir adam değil, cumartesi gecesine seni koyması ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Laf aramızda o şarkıcı kadını hiç sevmiyordum. Burnu havada züppenin teki. Yok onu istemem, yok bunu getirin, yok ses sistemi kötü, yok gitarist acemi... Şarkı söyleyemiyorum demiyor da ona buna bok atıyor!
-Bilemiyorum, ben çok anlamam ama müşteriler eğleniyordu.
-Sarhoş olunca herkes eğleniyor, Ben çıkıp söylesem ben de eğlendiririm!
-Belki söylemelisiniz...
-Şaka yapıyorsun değil mi?
-Hayır, ben de şiir okuyacağıma inanmıyordum. Beğendiğine göre sen de bir gün şarkı söylersin.
-Sen çok özel bir insansın biliyorsun değil mi?
-Özel olmanın maddi karşılığı olmadığı sürece bu çok önemli değilmiş gibi geliyor artık.
-Amaaann abi, biraz kendini sev, değer ver. Her şey para değil!
-Çok şey para, neyse, nerede oturuyorsun sen? seni bırakayım bu saatte yalnız gitme.
-Aslında, biraz da o yüzden seninle konuşmak istemiştim ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum...
-Nasıl yani? Rahat ol, bir sorun mu var?
-Şey, abi sen yabancı değilsin. benimkiyle tartıştık biraz. Daha doğrusu bildiğin kavga ettik. Kovdu beni.
-Sen ailenle kalmıyor muydun?
-Burada çalışmaya başlayınca babamla tartıştım o da beni evden kovdu. Yani kısaca bu gece gidecek bir yerim yok. Acaba?
-Bu pek iyi bir fikir gibi gelmedi bana. Başka bir arkadaşın yok mu gidebileceğin?
-Yok, yani bu saatte kime gideyim ki? Neyse bir otel de kalırım bu gecelik çok önemli değil.
-olur mu öyle şey? Saçmalama! Ama şimdiden uyarayım seni, evim biraz dağınık ve pis olabilir. Bir misafir beklemiyordum çünkü.....


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder