5 Temmuz 2017 Çarşamba

Bölüm-2

-Bakın bir yanlışlık olabilir mi? En son ne zaman doktora gittiğimi bile hatırlamıyorum. Yılda bir defa grip olurum, onu da yatmadan atlatırım. Siz şimdi kalkmış en fazla altı ay ömrüm kaldığını söylüyorsunuz. Şakamı bu?
-Bahsettiğmiz bu hastalık son ana kadar kendisini gizleyebilir, bir çok hasta herhangi bir sağlık sorunu hissetmediği ya da hissettiği rahatsızlıkları önemsemediği için teşhisde bulunmakta geç kalınır. Yaptığımız detaylı kan testleri ve filmlerden anladığımız kadarıyla hayatınızı düzenli bir şekilde yaşarsanız en iyi ihtimalle bir yıl olabilir. Düzenden kastımız içki ve sigarayı bırakacak, stresli ve sizi mutsuz eden ortamlardan uzak duracak, uyku ve yemek saatlerinize dikkat edecek ve sağlıklı gıdalar tüketeceksiniz. Bununla birlikte gerekli tedavilere hemen başlayacacağız. Yapılan araştırmalara ve elimizdeki bulugulara göre hayatta kalma şansınız yüzde onbeşten yüksek değil.
-Matematiksel bir denklemden bahsediyorsunuz sanki. Peki bu dediklerinizin hiçbirini yapmazsam neler olabilir?
-Yani aynı şekilde hayatınıza devam ederseniz, en iyi ihtimalle altı ay yaşarsınız. Son aylarınız oldukça ağrılı ve sorunlu geçebilir. Eğer tedaviyi kabul etmezseniz hazırlayacağımız beyannemeyi imzalamanız gerekiyor.
-Yani ölüm kararımı kendimin aldığını, sizin bir sorumluluğunuz olmadığını ispatlayacak bir belge?
-Lütfen bizi yanlış anlamayın bu tamamen yasal prosedürlerin gereği hazırlanmış bir belge. Ve evet durumunuzun bahsettiğiniz gibi bir yönü de var, bu bir gerçek.
-Anlaşıldı, siz beyannameyi hazırlayıp bana haber verin, ben biraz düşünmek istiyorum izin verirseniz.
-Fırat Bey düşünebilirsiniz tabi ki ama siz karar verene kadar geçen her dakika aleyhinize işliyor. Bunu unutmayın.
...............

Hastanenin kapısından çıkar çıkmaz bir sigara yakmak için elini cebine attığında, sigara içilmez uyarılarının yazdığı afişleri gördü. En azından bahçenin dışına çıkıncaya kadar bekleyebilirdi. Sigarayı dudalarının arasına alıp, behçeden çıkana kadar bekledi. Şehrin en büyük ve en iyi hastanelerinden birinde en iyi doktorlar tarafından muayene edilmişti. Yanlış teşhiş olabilir miydi? Olabilirdi tabi ki, insanlar her zaman hata yapar. Yöneticilik hayatı boyunca hep insan hatalarının sonuçlarıyla uğraşmamış mıydı? İşinde ne kadar uzmanlaşmış olursa olsun, insan faktörü her zaman hata yapmaya elverişliydi. Bu yüzden kimseye sonuna kadar güvenmiyordu kendisi dışında. Yurt dışındaki hastanelerden birine gitmeyi düşündü. İşinden bir haftalığına tatil bahanesiyle izin alır, dünya çapında bu hastalık konusunda ün salmış doktorlara muayene olur ve o zaman yeni bir plan yapabilirdi sonraki hayatı için... Neyi planlayacağım diye sordu kendine. Tüm hayatı boyunca gideceği okullar, alacağı eğitimler, gideceği kurslar, yapacağı işler hep bir planlamanın parçasıydı. Ya bu hastalık? hangi planda yer alıyordu?

İşyerinin bulunduğu dış yüzeyi camla kaplı gökdelenin önüne gelmişti.Kapıda duran güvenlik görevlilerine selam verip içeri girdi. Cebinde taşıdğı şirket kartını turnikelere okutup geçti. Binanın diğer tarafına bakan en uçtaki asansörün düğmesine basıp beklemeye başladı. Asansörün bir tarafı şehre bakıyordu. 22. katta bulunan ofisine çıkarken bulutların arasına yükseldiğini hissederdi. Öldüğüm zaman da böyle mi olacak diye düşünüp keyiflendi bir ara. Hayatı boyunca dini konularla hiç ilgilenmemiş, sadece dünyayı ve üzerindekileri önemsemişti. Tanıdıkları arasından ölenler olduğu zaman bile bu duygulara hiç kapılmamıştı. Başka bir duygusu varmıydı ki? Hırs, öfke, nefret, şehvet dışında ne hissedebilmişti? Son bir kaç ay dışında... Bir kaç ay önce? Planlarında değişiklik yapmaya başlamaya, sevgi, aşk ve mutluluk gibi duyguların da içinde var olduğunu anlamaya o zaman mı başlamıştı?

Sevgi'yle tanıştığı günü anımsadı ineceği kata gelip asansör durduğunda. Bir an için inmekten vazgeçip giriş katının düğmesine bası bekledi. Yeniden asansör harekete geçmişti. Az önce onu dünyadan uzaklaştıran asansör aynı hızla onu dünyaya geri getiriyordu. Sevgi'nin de onun üzerindeki etkisi böyle miydi gerçekten? Onu gerçek dünyadan alıp belki daha yavaş ama daha kararlı bir şekilde ütopik, insanların mutlu yaşayabileceği, rekabet içine girip kazanma hırsıyla birbirlerini kırmadan, yıpratmadan yaşadıkları başka bir dünyaya götürüyordu. Asansör en alt kata geldiğinde kapısı yeniden açıldı, işte tam da burasıydı Sevgi'nin ürkek bakışlarıyla karşılaştığı yer. Fırat bir toplantıdan çıkmış arkadaşlarıyla dışarı çıkarken, Sevgi başka bir toplantıya girmek için geliyordu. Üzerinde teninin kıvrımlarını ve rengini belli edebilecek kadar ince beyaz gömleği, altında gri renkli dizlerinin üzerine ancak gelen dar eteği, özenle uğraşıldığı belli olan omuzlarının üzerinde düz siyah saçları ve koluyla göğüslerinin arasına sıkıştırdığı kalın dosyalarıyla tam da burada, bu mekanik dünyalar arası seyahati mümkün kılan bir nevi uzay mekiğinin kapısında ki, karşılaştıkları an da bir asansöre bu kadar anlam yüklenebileceğini bilmiyordu; daha sonra ki görüşmelerinin birinde Sevgi anlatmıştı ona karşılşatıkları ilk yerin ne kadar özel olabileceğini. Asansör kapısı biraz bekleyince kapanacaktı ki birisi elini kapının arasına uzatıp durdurdu. Alt katında çalışan stajyerlerden biriydi. başıyla hafifçe selam verip yüzünü yine birazdan uzaklaşacağı şehre döndü.

Ofisine geldiğinde sekreteri onu ayakta bekliyordu. Patronun O'nu aradığını ulaşamayınca biraz sinirlendiğinden bahsetti. O yokken arayan diğer firmaları anlatmaya başladığında sanki duymuyormuş gibi sekreterinin yüzüne bakıp gülümsedi ve odasına girdi.Kadın dinlenmediğini hissedince sanki sesi düğmesine dokunulup hafifçe kısılan radyo gibi kısıldı ve sustu. Fırat'ın arkasından baktı bir süre, anlam verememişti, vermek için biraz daha uzun süre baktı, kapı kapanana kadar. Büyük deri koltuğunu pencerenin önüne kadar çekip bıraktı kendini üzerine. Yapacağı o kadar çok iş vardı ve doktorlar haklıysa bir o kadar az zamanı... O halde neden yapmalıydı ki o işleri? Neden yaşıyoruz, neder bu dünyadayız, Ne yapıyoruz? sorularını bu güne kadar kendisine hiç sormamış olması ilk defa garip geldi. Önce ailesinin sonra kendisinin yaptığı planlar sayesinde oldukça rahat ve konforlu bir hayat yaşamıştı. Kazandığı maddi güç sayesinde her istediğini yapıyordu. Evet çok çalışıyordu, hala çalışıyordu ve ölene kadar çalışacaktı ama bir çok insan hayatı boyunca yapamadıklarını yapmış, göremediklerini görmüştü. En sonunda Sevgi'yle tanışmıştı ve ilk defa erken bir emeklilikle bu hayattan vazgeçme kararı almaya yaklaşmıştı. Kaderin tuhaf bir ironisi gibiydi şu an yaşadığı. Hayat onu kendinden emekli etmeye karar vermişti. Kader mi? Bu güne kadar kaderin varlığına inanmayan, insanın kaderini şekillendirdiğini düşünen biri için ölüm oldukça aydınlatıcı olabiliyormuş demek ki, diye mırıldandı kendine. Yine de yaptığı ya da yapmadığı hiçbir şeyden pişman değildi. belki de ölüm tarihini öğrenen birine göre biraz fazla rahat olmasını buna borçluydu. Zaten son bir kaç yıldır yaşadıkları önceki hayatının tekrarı gibiydi. Her geçen gün hırsları ve doyumu azalıyordu. Sevgi'yle tanışana kadar... Sevgi... Zorlukla yutkundu... Onunla geçirebileceği o kadar az zamanının kalmış olması kötü hissettirdi. Evet daha önceden bir tercih yapma şansı olsaydı servetinin önemli bir kısmını kazanmak yerine o zamanı Sevgi'yle geçirmeyi tercih ederdi. Telefonunu eline alıp sevgilisini aramayı düşündü. Gerçeği söylemeli miydi?

Sevdiğin birine şu tarihte ayrılacağız ve bir daha görüşmeyeceğiz, nasıl söylenir? 'Sevgi, ben çok hastayım ve öleceğim....' Aklından Sevgi'nin bunu duyduktan sonra vereceği farklı tepkileri geçirmeye başladı. En sonunda yoruldu, her tepkinin ortak paydası korkunç bir hüzün ve acıyı beraberinde getirmesiydi. İşin daha kötü yanı, bunu ona ilk söylediği anda hissettireceği ve hissedeceği o korkunç acının, öleceği ana kadar sürekli taze kalacağı, o öldükten sonra Sevgi'nin içindeki o acının katlanarak artmasıydı. Yaşamak için değil de, sırf bu yüzden tedavi olmaya çalışabilirdi. Sevdiği kadının o kadar üzülmesini engellemek için... Doktorun söylediği aklına geldi, 'hayatta kalma şansınız yüzde onbeşten fazla değil...' O halde ne yapmalı? Yöneticilik yaparken insanlarda farkettiği bir durum vardı. Çaresizlik nedeniyle yaşanan kötü olaylar, insanların kendi tercihlerinden kaynaklanan kötü olaylara göre daha fazla acı veriyordu.  Yeni bir  yerden sonra insan evet bu benim yaptığım bir hataydı deyip kendisini affediyor, ya da çektiği acının yaptığı bir hatanın bedeli olduğunu kabul ederek çektiği acıyı kabulleniyordu. Ama kendi elinde olmayan başkalarından kaynaklanan faktörler nedeniyle başına gelen olumsuzluklarda, bunu yaşamayı hakedecek ne yaptım sorusunun cevabını bulamadığı için o acı hep taze kalıyordu.

Bulmuştu. Belki bunu anladığında Sevgi ondan nefret edecekti ama ondan ayrılınca çekeceği acının kaynağı ona duyduğu sevgiyse, bu nefret Sevgi için bir kurtuluş olacaktı. Düşünceler arasında gidip gelirken elinde tuttuğu telefonu farkedip aradı sevgilisini:
-Canım nasılsın?
-İyiyim canım sen nasılsın? Bir şey mi oldu, mesai saatlerinde aramazdın pek?
-yo, hayır, sevgilimi özlemiş olamaz mıyım? Bu kadar duygusuz muyum ben?
-Değilsin tabi ki, sadece genelde göstermeme konusunda uzmansın diyelim.

Kendisi gibi o an Sevgi'nin de telefonun diğer ucunda gülümsediğini sesinin sıcaklığından anlayabiliyordu.

-Akşam kaçta bitecek işin? gelip alayım seni dışarıya çıkalım olur mu?
-Canım ya, bu akşam arkadaşlara söz verdim, ama bak sana bir filmden bahsetmiştim ne zamandır bekliyordum çıkmasını. O yarın gösterime giriyormuş. Ona gidelim birlikte olur mu? Hem daha önce de söz vermiştin.
-Tamam hayatım, seans saatlerine baktın mı? Hangi saatlerde varmış?
-Akşam dokuzda son matine, hem senin işyerine yakın bir alışveriş merkezi var ya, oradaki sinemada, iş çıkışında buluşuruz, olur mu?
-tamam canım o zaman yarın akşam dokuzda görüşürüz, öpüyorum seni, bir de...
-Bir de?
-Seni seviyorum....
-Çok zorlanıyorsun değil mi? Eh tabi alışık değilsin, duygularını göstermeye... Ben de seni seviyorum sevgilim...

dedikten sonra gülerek kapattı telefonu Sevgi. Fırat hala kulağında tutuyordu. Belki de tüm o tedavi saçmalıkları yerine sadece Sevgi yeterdi onun iyileşmesi için, kim bilir?

Evet şimdi son planını tasarlıyordu kafasının içinde, son ve hayatı boyunca yaptığı en iyi plan olmalıydı. yoksa en sevdiği insanı tarifsiz acılarla tek başına bırakacaktı. Ceketini alıp ofisinden dışarı çıktı. Sekreterinin sorgulayan bakışlarıyla karşılaşınca biraz işi olduğunu yarına kadar gelmeyeceğini, arayanları not almasını söyleyip bir şey söylemesine fırsat vermeden uzaklaştı. Zavallı kadın bir elinde arayanları not ettiği defteri diğer elinde telefon öylece kaldı.Uzay mekiğine binerek dünyaya geri döndü, genelde sürekli müdavimi olduğu yakınlardaki bir bara attı kendini. Ayakta duramayacağını hissedinceye dek içti. Arada bir çok kişiyle konuştu, şakalaştı, eğlendi. Flört etmek için yanına yaklaşan kadınları nazikçe geri çevirip sonunda bir taksiye binerek evine gitti.

Ayıldığında saat öğleden sonrayı geçmişti. Kalkıp kendine kahvaltı hazırlarken kapanan telefonunu sarj olması için prize taktı.Bir şeyler atıştırdıktan sonra telefonunu açmasıyla onlarca mesaj geldi. Bir çoğu sekreterindendi. Yıllarca bir gün bile işine geç kalmamış birinin bu saate kadar işine gitmemiş olmaması, sekreterinden gelen son mesajında yazdığı gibi, polise haber verilmesi gereken bir durum olarak düşünülebilirdi. Neyse ki bu son mesaj bir kaç dakika önce gelmişti. Arayıp iyi olduğunu ama bugün işe gelmeyeceğini söyleyip yine cevap beklemeden kapattı telefonu. Patronunun çok kızacağını hatta evine gelip onu göreceğini biliyordu bu yaptığından sonra. Ama hissettiği tuhaf rahatlık duygusuyşa doyuncaya kadar sakin bir şekilde kahvaltısına devam etti. Ses sisteminin kumandasını kullanıp radyoyu açtığında çalmaya başlayan 'Where is my mind' şarkısı hayatın ona yaptığı küçük şakalardan biri geldi ve gülümsemesi kahkahaya dönüştü. telefon rehberini açıp incelemeye başladı. Yüzlerce isim kayıtlıydı belki binlerce, o kadar çoklardı ki... Bu kadar insanı ne zaman hayatına almıştı? ne çok insanın hayatına girmişti. Ve hepsinin hayatından birden çıkacaktı, sanki hiç varolmamış gibi. az önce içinde hissettiği rahatlığın arttığını hisseti. Sekreterini arayıp, yıllardır satın alıp yatırım yaptığı tüm hisse senetlerini satmasını söyleyip yine cevap beklemeden kapattı telefonu.

yeniden telefon rehberindeki insanlara geri döndü. Bir çoğu iş nedeniyle tanıştığı, bazılarının yüznü bile görmedi sadece sesini duyduğu insanlardı. Aralarda akrabalar, okul arkadaşları, eskiden birlikte olduğu kadınlar... İsimleri okudukça hemen hemen hepsini hatırlıyordu. ne zaman nerede nasıl ne konustuklarını. Olcay ismine gelince duruyor bir süre. Kimdi bu Olcay? Zorluyor hafızasını, son tanıştıkları insanlar arasında bu isimde biri yoktu. Önceki işyerlerini gözden geçiriyor, hayır, daha geri... Okul yıllarına dönüyor. Üniversite zamanları. Çok fazla ortamlara girmeyen, sınav dönemleri dışında çok fazla okulda görünmeyen, yapılan şiir yarışmasında dereceye girmese aynı sınıfta olmalarına rağmen tanışmayacağı o çocuk... Okul bittikten bir kaç yıl sonra, eski arkadaşlarla yeniden görüşme bahanesiyle gittiği yerde bir kaç dakika konuştuğu, telefonunu alıp verdiği, ,işe ihtiyacı olduğunda aramasını söylediği ama hiç aranmadığı aramadığı arkadaşı. Facebook adresinde de ekli olduğunu anımsayınca açıyor bilgisayarını ve sayfasına giriyor daha net hatırlayabilmek için. Evet en son iki yıl önce aradığını anımsıyor. Yine okul arkadaşlarıyla buluşma düzenliyorlardı. Arayıp nezaketen hal hatırma konuşmasından sonra buluşmaya çağırmıştı. Gelmiş miydi? Anımsayamıyor. facebook sayfasında paylaştıklarını okuyor dikkatlice. Şiirler, yazılar, hikayaler... Bir kaç yıl önce bir yazdığı bir kitabından bahsetmiş. Okuldayken de derslerin birinde öğretmenleri gelecekle ilgili olanlarını sorduğunda yazar olmak istiyorum dediğinde sınıftan gülüşmeler yükselmişti. Çünkü yazar olmak isteyen birinin ekonomi bölümünde okuması tuhaftı gerçekten. Yazdığı bazı şiirleri güzeldi ama bazıları çocukçaydı. En azından ona öyle geliyordu.

-Alo, merhaba Olcay, ben Fırat nasılsın?
-Fırat?
-Fırat evet, üniversiteden. En son çocuklarla toplanmıştık. Seninle aynı şehirden....
-Evet hatırladım.
-nasılsın neler yapıyorsun? Aramıyorsun uzun zamandır.
-Yeni kitabımla uğraşıyordum kusura bakma, bazen uzaklaşıyorum herkesten, sen nasılsın?
-Çok canım sıkkın, eğer müsaitsen seninle konuşmak istediğim bir konu vardı. Mümkün mü görüşmemiz.
-Aslında pek müsait değilim bu aralar, daha sonra görüşsek?
-Gerçekten çok önemli, beni senin anlayabileceğini düşünüyorum.
-Peki, madem bu kadar önemli diyorsun, ne zaman görüşelim?
-Bu akşam sekiz buçuk gibi sana uygun mu? Hala aynı yerde oturuyorsan sana yakın bir alışveriş merkezi var. Oraya gelebilir misin?
-Tamam, akşam görüşürüz.
-teşekkür ederim gerçekten, görüşürüz, hoşçakal.

Her ne kadar beklediği gibi geçmese de telefon görüşmesi yanılmadığını ölmeden önce anlayacaktı. İçindeki şüphe bataklığından uzak durarak planının sonraki kısımlarını hayata geçirmek için evinden dışarı çıktı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder