3.
10.30
Anahtarını
kapının kilidine yerleştirip çevirdi. İçeri girdiğinde kalem
hala olması gereken yerde, halının üzerinde duruyordu. Yatak
odasına gitti. Telefonunu yere düşürmüştü. Eline alıp tuş
kilidini açtı. Ekranında 8 cevapsız çağrı ve bir mesaj
olduğunu gördü. Çağrılardan 4 tanesi Mehtap’tan gelmişti
diğer dört çağrı ise daha önce kayıt etmediği yabancı bir
numaradan. Sonra mesajlar kısmına geçip gelen mesaja baktı.
Cevapsız aramaları yapan numaradan geliyordu.
‘Programlamada
hata var. En kısa sürede görüşmemiz gerekiyor. Bu mesajı alır
almaz beni mutlaka ara !’
‘Nasıl yani…’
Saçma bir mesaj olmalı diye aklından geçirdi. Belki de
yanlışlıkla kendisine gönderilmişti. Silme tuşuna bastı,
telefonu masanın üzerine bırakıp bilgisayarının başına gitti.
Bilgisayarının düğmesine basıp açılmasını beklerken yerden
kalemi aldı. Bilgisayar fanlarının uğultusu bir an yükselip
azaldıktan sonra monitöre görüntü geldi. Bilgisayar tamamen
kendine geldikten sonra maillerini açtı. Üye olduğu birkaç forum
sitesinden gelen mailler dışında gönderenin isminin görülmediği
bir mail daha vardı. Herhalde bir reklam mailidir diyerek silecekti
ki yanlışlıkla silemeden açıldı.
‘Az önce
olanları sende gördün ve tamamen gerçekti. İnanmıyor
olabilirsin. Sana bu konuda açıklama yapabilmem için yüz yüze
görüşmeliyiz. ‘
Bu bir şaka
olmalıydı. Dersine girdiği sınıflardan birindeki bilgisayarla
arası iyi olan bir öğrencisinin düzenlediği iyi tasarlanmış
bir şaka diye aklından geçirdi. Mailin gönderilme saatine baktı.
02.15 dün gece uyumadan hemen önce gönderilmişti. Bunu daha önce
duymuştu. Bilgisayardan iyi anlayan bazı bilgisayar korsanları
bilgisayarına girip senin kameranı açıp seni izleyebiliyor hatta
kişisel bilgilerine ulaşabiliyordu. Kamerasını kontrol etti.
Monitörün üzerinde duruyordu. Evet, Evet kesin o çocuklardan
birinin işiydi. İyi de bildiği kadarıyla okuldaki en popüler ve
sevilen öğretmen O’ydu neden böyle bir şey yapsınlar? Maili
silinenlerin arasına gönderdi.
Son birkaç
senedir ilgi duymaya başlamıştı bilgisayarlara. Bunun en büyük
nedeni de Nadir’di. Çocukluk arkadaşı. Aynı mahallede
büyümüşler, askerlik görevi yollarını ayırana kadar nerdeyse
her şeyi birlikte yapmışlardı. İlk sigaralarını birlikte
Bakırköy sahilinde kayalıkların üzerinde içmişler, ilk flört
ettikleri kızlar bile kardeş ve birbirlerine çok benziyorlardı.
Ahmet üniversiteyi kazandığı zaman Nadir gereğinden fazla
uzattığı liseyi bırakıp askere gitmiş, askerden gelince vakit
kaybetmeden iş hayatına atılmıştı. İlk işinde bir klima
fabrikasında imalat bölümünde çalışmış kısa sürede kendini
gösterip şefliğe kadar yükselmişti. Yaklaşık on yıl kadar
çalıştıktan sonra büyük bir bilişim firmasında bilgisayar
departmanında görevlendirilmek üzere iyi bir teklif almış,
burada da yeteneklerini geliştirip sayılı bilgisayar
programcılarından biri olmuştu. Liseyi bile bitirememiş birinin
bu denli yükselip kendini geliştirmesi bir tezat oluşturuyordu ama
zekâsı ve yetenekleri tamamlayamadığı eğitiminin bütün
eksikliklerini gideriyordu. Lisedeki birçok inek tabirli arkadaşları
üniversitelerin en iyi bölümlerini kazanıp yıllarca işsiz
kalmıştı. Ama Nadir, sabırlı ve üretkendi. Okul dönemlerinin
aksine herkesten çok çalışıyordu. Yaptığı işi seviyordu ama
okulla arası hiç yoktu. Oda sevdiği işi yapmıştı.
4.
Bir sene kadar
önceydi. Ahmet bilgisayarına bulaşan bir virüs yüzünden
illallah etmiş, paraya kıyıp yeni bir bilgisayar almayı bile göze
almıştı. Nadir’i, fikrini sormak için aradığında ise
reddedemeyeceği bir teklif almıştı. Bir gecelik konaklama ve
birkaç bira karşılığında yeni bilgisayar masrafından
kurtulmak! Aslında bu bir süredir görüşmeyen iki arkadaşın
felekten bir gece çalması için bir mazeretti, onlarda
değerlendirdiler. O dönemin en yaygın ve etkili virüslerinden
biriydi bilgisayarına bulaşan. Basit ama etkili bu virüs bulaştığı
bilgisayarın sistem dosyalarına bulaşıyor, kullanıcı internete
bağlandığı anda devreye girip, kendi kaynak kodu üzerine bir
satır ekleyip karşı tarafa gönderiyor. Karşı tarafta, bu
virüsün kopyasının bulaştığı diğer bilgisayar bu yeni gelen
dosyayı alıp üzerine bir satır daha ekleyip başka bilgisayarlara
gönderiyordu. O an internette olan bütün virüslü bilgisayarlar
aynı şekilde davranıyor ve birkaç dakika içinde bu küçük
dosya binlerce bit boyutlarına ulaşıyor. Hem çalışan
bilgisayarı ölümcül derecede yavaşlatıyor hem de internet
trafiğini arttırarak bağlantıyı kopma noktasına getiriyordu. Bu
trafik yoğunluğu geniş bant internet bağlantılarını çökme
noktasına getirip, bulaşmış olduğu bilgisayarın işlemcisi ne
kadar güçlü olursa olsun yavaşlamasına hatta fazla ısınıp
yanmasına yol açabiliyordu.
-Bu makinanın
internet kablosu nerde?
Nadir vasfında
birinin sormaması gereken bir soruydu bu diye aklından geçirirken
aslında bu sorunun cehaletten değil de onu sınamak için
kullanıldığını fark edip bir an duraksadı Ahmet
-Meydey meydey,
cevap ver kule tamam!
-Tamam, anladık!
Uzanıp modemle
bilgisayar arasındaki kabloyu yerinden çıkardı.
-Sana yıllardır
söylüyorum. Bırak bu külüstürü artık. Sana ucuzundan iyi bir
bilgisayar toplayalım.
-Bana bu yetiyor.
Senin gibi günümü bunun başında geçirmiyorum. Benim için
internete bağlansın, ders notlarımı düzenliyeyim, arada bir
müzik dinliyeyim bana yeter. Ha bir de arada araştırmalarımda
bana yardımcı olsun
-Ne araştırması?
-Akademik
konular. Genelde bölümümle ilgili makaleler falan.
-Hayırdır? Bu
yaştan sonra başımıza profmu kesilicen?
Nadir’in sokak
ağzıyla konuşmasının nedenini hep lise terk olmasıyla
bağdaştırıyordu ama bariz bir şekilde bunun eğitimle değil de
O’nun karakteriyle ilgili olduğunu biliyordu. Lise değil birkaç
üniversite de bitirse, 60 yaşına da gelse, en elit ortamlarda da
bulunsa o hep aynı Nadir gibi konuşacaktı.
-Yo hayır,
sadece araştırmayı seviyorum.
-Dur dur yoksa
sen gece yarılarına kadar tanımadığın kadınlarla chat mi
yapıyorsun? Cevap verme! Ben şimdi senin son birkaç aydır
nerelere girdiğini anlarım.
Suratında
beliren kötü adamlara has sırıtmasıyla klavyeyi kendine doğru
çekerek ellerini tuşların üzerine uzattı. Usta bir piyanist gibi
hafifçe parmaklarını oynatıp sanatını icra etmeye hazırlandı.
Birkaç saniye sonra ekranda onlarca pencere açılıp kapanmaya
başladı. Sağ eli farenin üzerine gidip klavyeye geri dönüyor
sol eli ise klavyeden hiç ayrılmadan tuşların üzerinde dans
ediyordu adeta. Bir dakika kadar sonra en üstte açılan pencerede
bir liste belirdi. Son bir aydır girilen bütün internet adresleri,
giriş tarih ve saatleri hatta hangi sitede ne kadar süre kalındığı
listelenmişti. Nadir baştan sona bütün listeyi süzüp:
-Hım… Bir
rahibe kadar temiz görünüyorsun!
-Benim
çamaşırlarımı incelemeyi bırakıp şu illetten kurtulabilir
miyiz?
Duyduğu bu
sözden hiç memnun olmayan bir tavırla oflayarak ‘’-Okey
Dude.’’ dedi. Ekrandaki bütün pencereler bir anda kapanıp
karardı. Şimdi ekranın sol üst köşesinde imleç yanıp
sönüyordu.
-Dostum bu
külüstürün çalışmasını istiyorsan biraz mazot getirmelisin.
Yanında mümkünse tuzlu leblebi olmazsa tuzlu fıstıkta olur.
-Tamam, ama ben
gelene kadar başlama lütfen.
-Sanki
yaptıklarımdan bir şey çakacakmışsın gibi konuştun. Neden
seni bekliyeyim ki?
-Bekle dedim sana
iki dakika, zaten bir saattir boş boş eğleniyorsun.
İçeriye gidip
Dolaptan iki şişe bira çıkardı Ahmet.
-Bardak
istemisin? Diye seslendi…
-Gerek yok, sen
mazotu getir yeter.
Parmakları
arasına iki şişeyi sıkıştırıp diğer eline de leblebi dolu
kâseyi alarak arkadaşının yanına geldi.
-Manihaizm’le
mi ilgileniyorsun? Diye sordu Nadir.
-Mani ne?
-Manihaizm. Yani
Manicilik ((Manihæism, Manihaism) III. yüz yılın son yarısında
Mani tarafından kurulmuş bir dindir.
O güne dek bilinen tüm dinsel sistemlerin
gerçek sentezi olduğu ileri sürülmüştür. Manicilik aslında
Zerdüşt Düalizmi, Babilonya folkloru, Buddhist ahlâk ilkeleri ve
Hıristiyan unsurların bir karışımından oluşmaktadır. Bu
bileşimde önde gelen anlayış iki ezelî ilkenin, iyi ve kötünün,
çatışmasıdır.
Bu bakımdan din tarihi araştırmaları,
Maniciliği bir tür dinsel Düalizm (ikicilik) olarak
sınıflandırmışlardır. Bu din hem Doğu'ya, hem de Batı'ya
doğru olağanüstü bir hızla yayılmış; Kuzey Afrika, İspanya,
Fransa, Kuzey İtalya ve Balkanlar'da bin yıl süre ile dağınık
ve süreksiz biçimde varlığını devam ettirmiştir. Oysa, asıl
gelişimini doğduğu topraklar olan Mezopotamya, Babilonya ve
İran'da gerçekleştirmiş ve Doğu'da etkisini X. yüz yıldan
sonralara kadar sürdürdüğü Türkistan, Kuzey Hindistan, Batı
Çin ve Tibet'e kadar yayılmayı başarmıştır.
Sanki
karşısındaki Nadir bir dakika önce gitmiş yerine felsefe ve
dinler konusunda uzmanlaşmış bir bilim adamı gelmiş gibi
hissetti bir an. Kafası karışmıştı Ahmet’in. Ansiklopedik
bilgileri sanki okurmuş gibi ezberinden bu kadar düzgün bir
şekilde açıklaması, televizyon ekranında unutulmuş dinleri
anlatan bir uzman edası katmıştı Nadir’e.
-Bu da nereden
çıktı şimdi. Sen bunları nereden biliyorsun?
-Az önce
gezdiğin sitelere göz atarken fark ettim. Manihaizm kelimesi çok
fazla geçiyordu.
O yığın
halindeki liste de bu kelimenin varlığını, daha doğrusu bu kadar
çok geçmesini fark etmiş olması şaşırtıcıydı. Daha
şaşırtıcı olan ise Nadir gibi biri nasıl oluyor da böyle bir
konu hakkında bu kadar bilgi sahibiydi.
-Ne yani birisi
benim bilgisayarımdan Manihaizm araştırması mı yapmış?
-Dışarıdan
birisi değil. Senin makinanı zombi (Bilgisayar korsanları illegal
bir eylemde bulunmadan önce sıradan bir kullanıcının
bilgisayarını ele geçirir ve işlerini bu bilgisayar üzerinden
görürlerdi. Literatürde bu tür makinalara zombi deniyordu )olarak
kullanacak birinin izine rastlamadım. Kaldı ki hiçbir bilgisayar
korsanı böyle bir araştırma yapmak için senin bilgisayarına
girme zahmetine katlanmaz. Günümüzde bu konuyu araştırmak mevcut
yasalara aykırı değil. Bu evde başka kim bu bilgisayarı
kullanıyor?
Bir an
düşündükten sonra son bir aydır hiç misafiri olmadığını
anımsadı Ahmet. Kaldı ki misafirleri gelse bile bilgisayarına pek
yaklaştırmazdı.
‘’-Mehtap
olmalı… ‘’Deyiverdi. Bu cevabı verdikten sonra yeni sorular
kabuğundan çıkmaya başladı aklının dehlizlerinde. Düşünmeden
verdiği bu cevap aynı anda başka soruları da getirmişti
peşinden.
Mehtap… Ama
neden, nasıl? Ne alakaydı Mehtap ve unutulmuş bir din. Mehtap
hayatı boyunca tanıdığı en materyalist insanlardan biriydi.
Felsefi ve dini konuları bırak araştırmak konuşmazdı bile. En
azından kendisiyle.
-Az önceki
listeyi yeniden görebilir miyiz? Diye sordu Ahmet.
Nadir angarya bir
işi yapmak zorunda kalan inşaat işçisi gibi hissetti kendini.
İtiraz etmedi. Birkaç saniye sonra liste ekrandaydı.
-Manihaizmle
ilgili adresleri filtreleyebilir misin?
-İstersen
hepsini düzenleyip harf sırasına koyup açıklamalarıyla
yazıcıdan çıkartayım?
-Bende bunu
düşünüyordum.
-Kafamı
buluyorsun benimle?
-Hayır ciddiyim.
-Yazıcının
fişini tak!
Birkaç
gösterişli parmak hareketi ve tuş sesinden sonra eski yazıcı
sanki işkence ediliyormuş gibi inleyerek kağıt çekip yazmaya
başladı. Toplam üç sayfa.
-Ne yapmayı
düşünüyorsun bununla?
-Araştırmak.
-Direk Mehtap’a
sorsan?
-Önce nasıl bir
şey olduğunu anlamalıyım. Sonra bu ilginin kaynağına inmek için
doğru soruları sorabilirim.
-Hiç
değişmeyeceksin dimi?
Bunu söylerken
kötü adam sırıtması dudaklarına yerleşmişti Nadir’in.
-Plansız
yaşayamadığımı biliyorsun benim.
-Bilmem mi?
Lisedeki o kız olayını hatırlıyor musun?
-Ama paçamızı
benim sayemde kurtarmıştık.
Liseye
başladıkları gün binanın 3. Katındaki sınıflarına
çıkmışlar, cam kenarında en arka sıradaki yerlerini almışlardı.
Ahmet diğer binayı izliyordu. Genelde fırlamalık yapıp başlarını
belaya sokan Nadir olurdu. Ama o gün farklıydı. Boş geçen ilk
dersin bitiş ziliyle diğer binadan çıkan kızları saymaya
başlamıştı. Binadan çıkan 17.sıradaki kıza gidip çıkma
teklif edecekti. 18. İse Nadir’in olacaktı. Nadir dünden razıydı
bu eğlenceye, hatta gaz vermek için arkadaşına:
‘’-Hadi len…
Sen gidip bir kıza çıkma teklif edicen, yeme beni… ‘’Demekten
geri durmamıştı.
14…15…16…17…
Düz siyah saçlı, beyaz tenli, parlak simli külotlu çorap giymiş
bir kız çocuğu çıkıvermişti kapıdan.
‘’-İşte bu
kız, ben gidiyorum…’’ Diyerek sırasından kalkıp kapıya
yönelmişti Nadir’in şaşkın bakışları altında. Nadir camın
kenarına çakılmış kızı izliyordu bahçe içinde. Ahmet hiç
sağa sola sapmadan direk kızın üzerine yürümüş, kız bu
yürüyüşten çekinip önce arkasını dönmüştü. Ama Ahmet’in
kararlılığı karşısında çok fazla direnmeden, bu teklifi
düşünmeden kabul etmişti. Kızın, Ahmet’in yanından
ayrıldığını görür görmez iki sırt çantasını birden
sırtına alarak koşturmaya başlamıştı. Nadir bir an duraksadı.
18. Kız kimdi?
18 ya da 19 çok
önemli değildi onun için. Şimdi önemli olan en yakın ve en
pısırık arkadaşının bir zafer mi yoksa hüsran mı yaşadığını
öğrenmesi gerekiyordu. Ahmet’in arkasından yaklaşıp ensesine
bir tokat yapıştırıp kahkaha attıktan sonra sordu:
-Naber Kazanova?
-Kabul etti.
-Nasıl yani olm?
Kız seni tanımıyor bile. Nasıl kabul eder?
-Etti işte. Ona
olanları öylece anlattım O’da tamam dedi.
-Çıkıyorsunuz
yani?
-Hayır
çıkmıyoruz.
-Dalga geçme olm
benle neyi kabul etti o zaman bu kız?
-Adı Suna’ymış.
-Bu mudur yani?
-Akşam 6 da
dersi bitiyormuş.
-Olm bizim ders
iki de biticek napcaz o kadar saat?
-Sen 18. Kızla
tanışacaksın
Nadirin bir an
kafası karıştı. Ne 18’i? Diyecek oldu.
-O kız
hangisiydi ki? Ben dikkat etmedim.
-Suna’nın kız
kardeşi. Beraber çıkmışlardı kapıdan…
-Hangisinin
kapıdan önce adım atarak çıktığını gördün yani?
-Suna önce
çıktı. Yoksa onunla konuşmazdım.
Nadir Ahmet’in
bu tür ayrıntılara takıntılı olduğunu ve yanılmayacağını
biliyordu. İtiraz etmedi.
-Ne zaman
tanışıyoruz?
-Akşam saat
altıda dedim ya.
Saat altıyı
biraz geçerken okulun çıkış kapısında iki kafadar
bekliyorlardı. Kızlar gülüşerek onlara doğru yürümeye
başladılar.
-Suna, Nadir.
Arkadaşım, sözünü etmiştim.
-Sevil, benim kız
kardeşim.
Dörtlü grup
otobüs durağına kadar yürüdüler. Çok fazla konuşmadan daha
çok Nadir’in kötü esprilerine gülmeye çalışarak ve çokça
göz göze gelerek…
-Nerede
oturuyorsunuz?
-Bağcılar
merkeze çok yakın.
-Sizinle
gelebiliriz.
Ahmet bu teklifi
sunarken Nadirin gözlerinde şimşekler çaktı.
-Olm mahalle maçı
vardı hani ona yetişecektik?
Kız gülümseyerek
-Yarın
görüşeceğiz nasıl olsa… dedi.
Ahmet itiraz
etmedi. Ayrıldılar.
-Kafanı mı
çarptın sen?
-Hayır.
-Olm sen böyle
değildin bir günde noldu sana?
-Aşık oldum!
Deyivermişti Ahmet kendisinin bile beklemediği bir itiraftı bu.
Sonraki günlerde işler farklılaştı. Suna’nın başka bir
çıktığı olduğunu öğrendiler. Ardından dört tane abisinin
olduğunu ve babası dâhil ikisinin polis olduğunu… Ahmet dayak
tehditleri almaya başladığında Nadir olaya el koyup Suna’nın
çıktığı çocuğun kolunu kırmasıyla sonuçlanan
etki-tepkilerin, platonik ve umutsuz bir âşık haline gelen
Ahmet’in tüm ayrıntılarıyla Suna’nın hayatının akışını
ezberleyip nasıl tesadüfleri kaderinin bir parçası haline
getirmeye başladığını gördüler. Nadir takip eden iki yıl
boyunca Sevil’le oldukça düzeyli! bir ilişki yaşamıştı.
Ahmet ise aksine hep bir mücadele içindeydi. Suna’nın hayatının
her köşesine dahil oluyordu ve bunu yaparken sanki kaderin onları
bir araya getirdiği izlenimini öyle ustaca veriyordu ki bir aşk
masalı çıkartılabilirdi bu hikayeden.
O gün okulu asacaklardı ve devamsızlıktan kalmamak için yok
yazılmamaları gerekiyordu. Cuma günü öğlen saatinde din dersine
girmişlerdi. Din hocaları Cuma namazlarına gitmesi için çocuklara
izin veriyor ve yok yazmıyordu. Okulun müdür yardımcısı bu
boşluğu değerlendiren çocukların kaçmaması için okulun arka
duvarındaki boşluğun dibinde nöbet tutuyordu. Ahmet din
öğretmeninden izin alıp çıkmak istedi. Nadir’in şaşkın
bakışları altında sınıf kapısına yürürken Nadir’e
kalkması için işaret etti. Nadir şaşkındı çünkü doğru
dürüst namaz kılmayı bile bilmiyorlardı şimdi ise Cuma namazına
gideceklerdi.
-Noluyo olm,
imanamı geldin mübarek günde?
‘’-Sen bana
bırak… ‘’Dedi Ahmet. Pusuya yatmış müdür yardımcısının
bir anlık dikkatsizliğinden yararlanıp koşmaya başladılar.
Yıkık duvarın aralığından eğilip geçerek özgürlüklerine
kavuştular. Arkalarından bağıran müdür yardımcısının sesini
duymazdan geldiler:
-717 Ahmet yandın
oğlum sen geri gelme sakın!
Ağzından
köpükler saçan müdür yardımcısını umursamadan tüm
güçleriyle sahile kadar koştular. Suna ve kardeşi orda
bekliyorlardı.
-Geldin…
-Senin için
dünyanın öbür ucuna gelirdim…
Sımsıkı
sarıldı kız çocuğuna zayıf kollarıyla. Saçları yüzüne
değerken kokusunu içine çekti.
-Seni seviyorum…
Nadir, Sevili
alıp uzaklaşmaya başladı. İki kişilik bir oyundu bu ve fazla
kalabalığa gerek yok diye aklından geçirdi.
‘’-Herkes
böyle söylüyor… ‘’Diye iç çekti Suna
‘’-Ama ben
seni seviyorum… ‘’Diretti Ahmet. Kız çocuğunun dudaklarına
dudaklarını yaklaştırıp. Onun nefesini içine çekti. İlk defa
o gün gerçek bir öpüşmeydi bu ve hayatının sonuna kadar tek
gerçek olarak kalacaktı belki de…
Ertesi gün sabah
okula geldiklerinde kapıdaki görevli öğrenci ‘717 Ahmet sen
misin?’ diye sordu sertçe. Müdür yardımcısı ikinizi odasında
bekliyor. Ahmet istifini bozmadan odaya doğru yöneldi.
-Şimdi boku
yedik olm. Bizi kimse kurtaramaz. Diye hayıflandı Nadir…
-Sen bana bırak…
Kapıyı çalıp
içeriye girdiler. Nadir ceketini iliklemeye çalıştı
beceriksizce. Ahmet ise kendinden emin davet beklemeden müdür
yardımcısının masasının önündeki koltuklardan birine oturup
bacak bacak üstüne attı.
-Sizi disiplin
kuruluna göndermeden önce söyleyeceğiniz bir şey var mı?
Ahmet boğazını
temizleyerek
-Aylin Hanım.
Dedi
-Ne olmuş Aylin
hanıma?
-Her gün saat on
ikiyi iki dakika geçerken odanıza geliyor. Odanızın kilidi
kapanıyor. Yaklaşık 25 dakika sonra kilit açılıyor ve Nilgün
Hanım eteğini düzelterek odanızdan çıkıyor…
-Ne demek
istiyorsun?
Müdür
yardımcısı kıpkırmızı olmuştu.
-Aylin Hanım
vekil öğretmen. Burada kalabilmesi için müdür ya da sizin
tarafınızdan tavsiye edilmesi gerekiyor. Sanırım bu tavsiyeyi
aldı.
Müdür
yardımcısı yutkunarak masasındaki sürahiye uzanıp bardağına
su doldurdu.
-Bir şey ispat
edemezsin!
-Gerek yok zaten
söylentiler çabuk yayılır…
-Hemen bu odayı
terk edin sizi küçük piçler! Bir daha görmek istemiyorum sizi…
-Bir daha bizi
görmeyeceksiniz zaten. Biz mezun olana kadar bu bizim
görünmezliğimiz olacak!
Nadir kafası
karışmış ama ellerindeki bu kozdan müthiş zevk alarak
arkadaşına göz kırptı. Birlikte kapıya yönelip dışarı
çıktılar… Ahmet sanki on dakikadır nefes almıyormuş gibi bir
anda nefesini bırakıp derin bir iç çekti. Nadir’in sırtına
vurmasıyla öksürüğüne engel olamadı.
-Seni aşağılık
herif günlerdir her öğlen saatinde bunun için mi ortadan
kayboluyordun?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder