anahtarı içinde kırılmış bir kilit gibiydi kalbim.
ne yedek anahtar işe yarıyordu,
ne de yeni bir çilingir,
zarar vermeden açılabilmesi için...
asla eskisi gibi kalamayacaktım.
belki de bu yüzden,
ne zaman kapalı bir kapı görsem,
tuhaf bir burukluk.
o kapının ardında ne varsa artık hepsi,
başka bir hayata kilitli.
yeni hayatlar hep biraz,
eskilerinde bozma.
biraz hasarlı, biraz eski,
biraz yorgun, biraz ürkek,
elinde anahtarı tutan her kadına karşı,
biraz daha mesafeli...
26 Ağustos 2014 Salı
20 Ağustos 2014 Çarşamba
susmasaydın...
haklılığımın hadım edilmiş yanlarına merhametle bakarken,
yeldeğirmenlerine saldıran ve vazgeçemeyen bu didişmeden,
içimdeki kifayetsiz kelimelerden zırh yaptım ruhuma,
karşısına dikilip meydan okuduğum en güzel değirmendin sen!
beni içine alıp, öğütüp, kendine karıştırmayı hesaplarken,
zırhımı daha da parlatıp sözlerimle,
gözlerini kamaştırıyordum...
sen duvar dibine sinmiş, kara bir kedinin anatomisine gizlenirken,
benim şaşalı günlerim geçiyordu.
son bir yenilgi için boynumu eğerken önünde,
kendi şaşkınlığına karışıp,
susuyordun...
yeldeğirmenlerine saldıran ve vazgeçemeyen bu didişmeden,
içimdeki kifayetsiz kelimelerden zırh yaptım ruhuma,
karşısına dikilip meydan okuduğum en güzel değirmendin sen!
beni içine alıp, öğütüp, kendine karıştırmayı hesaplarken,
zırhımı daha da parlatıp sözlerimle,
gözlerini kamaştırıyordum...
sen duvar dibine sinmiş, kara bir kedinin anatomisine gizlenirken,
benim şaşalı günlerim geçiyordu.
son bir yenilgi için boynumu eğerken önünde,
kendi şaşkınlığına karışıp,
susuyordun...
17 Ağustos 2014 Pazar
al beni içine!
tutup yakalarımdan çarpsan dolaba
ve yaslayıp dudaklarını dudaklarıma,
nefessiz bıraksan bir kez daha.
akşamın bir yarısı,
kör koyu bir kalabalıkta,
utanmadan,
hiç sıkılmadan,
alsan beni içine...
başka bir boyut, başka bir evren,
başka bir dünyada doğursan beni yeniden.
teninin kokusuyla uyuşurken,
kollarının arasında boğulsam,
öyle sarılsan bana...
sanki bıraksan,
kapılıp boşluğuna yaşamak telaşının,
kaybolsam...
korkum, senden sonra yeniden ayağa kalkamazsam değil,
sen gelene kadar hazırlayamazsam bu bedeni,
yeni bir yıkımına,
yangınına...
küllenmiş sayfaları arasından,
mısralar hatırlamaya çalışan,
kör kütük sarhoş bir şair.
hatırlayamasam da sen öp beni...
tut yakalarımdan,
çcarp bir dolabın kapağına.
sil aklımdakileri,
yenilerini programla.
hatalarımla öp beni,
ısır dudaklarımdan!
kanımı akıt içine.
utanmadan hiç sıkılmadan ayıp sözleri fısılda.
al beni içine,
başka bir dünyada yeniden doğur.
avuçlarında terlesin ellerim.
adım anılsın adının yanında.
yoksan eğer, senden sonra kalkamazsam ayağa,
boş bir taş bıraksınlar baş ucuma...
ve yaslayıp dudaklarını dudaklarıma,
nefessiz bıraksan bir kez daha.
akşamın bir yarısı,
kör koyu bir kalabalıkta,
utanmadan,
hiç sıkılmadan,
alsan beni içine...
başka bir boyut, başka bir evren,
başka bir dünyada doğursan beni yeniden.
teninin kokusuyla uyuşurken,
kollarının arasında boğulsam,
öyle sarılsan bana...
sanki bıraksan,
kapılıp boşluğuna yaşamak telaşının,
kaybolsam...
korkum, senden sonra yeniden ayağa kalkamazsam değil,
sen gelene kadar hazırlayamazsam bu bedeni,
yeni bir yıkımına,
yangınına...
küllenmiş sayfaları arasından,
mısralar hatırlamaya çalışan,
kör kütük sarhoş bir şair.
hatırlayamasam da sen öp beni...
tut yakalarımdan,
çcarp bir dolabın kapağına.
sil aklımdakileri,
yenilerini programla.
hatalarımla öp beni,
ısır dudaklarımdan!
kanımı akıt içine.
utanmadan hiç sıkılmadan ayıp sözleri fısılda.
al beni içine,
başka bir dünyada yeniden doğur.
avuçlarında terlesin ellerim.
adım anılsın adının yanında.
yoksan eğer, senden sonra kalkamazsam ayağa,
boş bir taş bıraksınlar baş ucuma...
9 Ağustos 2014 Cumartesi
Don Kişot...
yel değirmenlerini yenmek değil,
o savaşta esir düşmek istiyorumdur belki de.
zırhımı üzerimden çıkarmadan,
yara almak,
ama vazgeçmemek...
kan kaybederken dizlerimin üzerinde,
ölürken belki de,
küstahlık yapıp hesap sormak tanrıma!
gücün buna mı yetiyor? diye...
o savaşta esir düşmek istiyorumdur belki de.
zırhımı üzerimden çıkarmadan,
yara almak,
ama vazgeçmemek...
kan kaybederken dizlerimin üzerinde,
ölürken belki de,
küstahlık yapıp hesap sormak tanrıma!
gücün buna mı yetiyor? diye...
cevapsız çağrı!
aklının içinde uçuşup duran kelimeleri
ve içinde kopan fırtınaları
bastırabilmek için her gece
şişelerce alkol kullanıp,
yetmediği yerde,
arayıp telefon defterindeki,
eskiden sevgili olabilme ihtimali yüksek kadınları,
ve meşgule düşürülüyorsa aramaların,
yada hic açılmıyorsa ısrarlarına rağmen,
yazmayıpta ne halt edeceksin?
en ummadıkların çağrı bırakırken telefonuna,
başkasının senden esirgediği aşkı,
kimlere pay edeceksin?
sonra sevmediğin tenlerde uyuşturmak ihtimallerini değerlendirirsin tek tek.
sonra bakarsın ki hissetmiyorsundur artık.
tenin rengi farklı,
alınan nefes farklı,
öptüğün dudakların tadı farklı,
için durgun bir açık deniz gibi.
ne dalgalanıyorsun,
ne de gelgitlerden etkileniyorsun.
gidip geldiğin içinde,
dar bir boşluktan başka bir halt değil!
gidip bir türlü geri gelemediğin düşünceler canını yakar.
gelmemek işine gelir gibi,
canın yandıkça kapılırsın,
yazdıkça yazarsın.
sonra geçer bir süre.
alkol oranı artar kanındaki.
ve tenindeki ruj izlerini birleştirince ortaya çıkan resim,
mutluluğunun resmi olur,
anlarsın...
kaybettiğin ruhunun içine sıkıştığı ten,
başka tenlerin temasıyla kendinden geçerken,
biraz daha yabancı uyanırsın.
gözlerini açtığın her sabah,
geç olur.
durup,
herşeyi silip yeniden başlayamazsın...
ve içinde kopan fırtınaları
bastırabilmek için her gece
şişelerce alkol kullanıp,
yetmediği yerde,
arayıp telefon defterindeki,
eskiden sevgili olabilme ihtimali yüksek kadınları,
ve meşgule düşürülüyorsa aramaların,
yada hic açılmıyorsa ısrarlarına rağmen,
yazmayıpta ne halt edeceksin?
en ummadıkların çağrı bırakırken telefonuna,
başkasının senden esirgediği aşkı,
kimlere pay edeceksin?
sonra sevmediğin tenlerde uyuşturmak ihtimallerini değerlendirirsin tek tek.
sonra bakarsın ki hissetmiyorsundur artık.
tenin rengi farklı,
alınan nefes farklı,
öptüğün dudakların tadı farklı,
için durgun bir açık deniz gibi.
ne dalgalanıyorsun,
ne de gelgitlerden etkileniyorsun.
gidip geldiğin içinde,
dar bir boşluktan başka bir halt değil!
gidip bir türlü geri gelemediğin düşünceler canını yakar.
gelmemek işine gelir gibi,
canın yandıkça kapılırsın,
yazdıkça yazarsın.
sonra geçer bir süre.
alkol oranı artar kanındaki.
ve tenindeki ruj izlerini birleştirince ortaya çıkan resim,
mutluluğunun resmi olur,
anlarsın...
kaybettiğin ruhunun içine sıkıştığı ten,
başka tenlerin temasıyla kendinden geçerken,
biraz daha yabancı uyanırsın.
gözlerini açtığın her sabah,
geç olur.
durup,
herşeyi silip yeniden başlayamazsın...
8 Ağustos 2014 Cuma
önizleme-1
‘Yeter artık! Benimle oynamayı bırakın!’ Avazı çıktığı kadar
bağırmıştı Ahmet.
‘-Sen daha uyumadın mı? Zıbar artık!’ Bu ona sigara veren
memurun sesiydi. Çok uzaklardan geliyor gibiydi. Artık olmadığı bir yerden…
Başı dönüyordu. Onlarca koku alıyordu. Mehtap’ın parfümünün
kokusu, keskin bir tütün kolonyası kokusu, yanmış plastik kokusu, duştan yeni
çıkmış ten kokusu, sıcak çikolata kokusu, tüm kokular birbirine karışıyor ayırt
edemiyordu artık. Kendini rahat ve yumuşak koltuğunun üzerine bıraktı.
Televizyonu kendi kendine çalışmaya başlamıştı.
-Az sonra fizik kanunlara meydan okuyan bilimin
açıklayamadığı gizemli olaylar ekranınızda olacak, ayrılmayın!
Ekran bir saniye karardıktan sonra bir çocuk belirdi. En
fazla 10 yaşlarında olmalıydı. Elinde metal bir kaşık vardı. Çocuk kaşığa
bakıyordu. Birkaç saniye sonra metal kaşık eğilmeye başladı. Yanı başında duran
yetişkin kadın ve adam çocuğa hayretle bakıyorlardı. Çocuk ise bu sıradan bir
olaymış gibi hiç istifini bozmuyordu.
Ekran tekrar kararır. Aynı oda bu defa arada bir perde
çekilerek ikiye bölünmüştür. İki tarafta iki ayrı masa ve iskambil kağıtları
vardır. Çocuk kartların arasından bir tanesini çekerek masaya bırakır. Diğer
taraftaki kadın çocuk gibi kartlardan birini çeker ve masaya ters olarak koyar.
İki taraftaki kart birbirinin aynısıdır. Çocuk oturduğu yerden kalkıp pencere
önünde duran başka masaya gider. Çekmecede ki farklı şekillerdeki tahta
parçalarından birini seçer ve alır. Aynı
şekilde diğer taraftaki kadında kendi tarafındaki masaya gidip çekmeceyi açar
ve çocukla aynı şekilde ki tahta parçasını alır. Çocuk sanki kadının ne
yapacağını biliyor gibidir. Çocuk sandalyesine oturur. Ve başını kaşımaya
başlar. Yanında duran adam da aynı çocuk gibi başını kaşır. Derken diğer taraftaki kadın da çocuğu
görmediği halde başını kaşır. Çocuk gülmeye hatta kahkaha atmaya başlar. Aynı
şekil de adam ve kadında kahkaha atmaya başlar. Adamla kadın kahkaha atarken
gözlerinden bunu zorla yaptıkları öyle bariz belli olmaktadır ki. Çocuk odanın
penceresine bakar. Bir süre sonra pencere kendiliğinden açılır. Yanında ki adam
pencereye doğru yürür. Pencereye tırmanarak kendini aşağıya atar. O anda
kameranın arkasında olduğunu tahmin ettiği başka bir adam kameraya çarparak düşürür.
Sadece ayakları görünür. Odaya başkaları girer. Kayıt kesilir.
Ekran kararır ve yeni bir görüntü belirir. Önceki gibi siyah
beyaz olan bu filmde bir askeri gemi ve denizciler yer almaktadır. Bir savaş
gemisidir bu ama farklı olarak geminin ön ve arkasında devasa boyutlarda
elektrik bobinlerine benzeyenmakineler yer almaktadır. Gemiciler görev
yerlerinde beklemektedirler. Kamera bu devasa bobinlere yakın çekim
yapmaktadır. Bu bobinler büyük motorlara kablolarla bağlanmıştır. Kayıt
kesilir. Başka bir gemide yeniden başlar. Az önceki gemiye yaklaşık 200 mt.
Kadar uzakta olan bir gemidir bu. Beyaz önlükler giymiş muhtemelen bilim
adamları ve üst düzey rütbeli subaylar görüntüdedir. Karşıdaki gemiye bakarak
bir şeyler söylemektedirler. Bir bilim
adamı önündeki kontrol panelinde ki şalteri aşağı indirmesiyle az önce
görüntüleri verilen gemiye döner kamera. Geminin üzerini yeşil bir sis tabakası
kaplamaya başlar. Bir süre sonra geminin orta kısmı görünmez hale gelir. Daha
sonra mavi renkli ışıktan bir çizgi haline gelen gemi tamamen gözden kaybolur.
Gemide koşuşturmalar başlar. Panikleyen bilim adamları ellerindeki kâğıtlara
bakıp hararetli bir tartışmaya girerler. Birkaç dakika sonra gemi yeniden
görünür olmuştur. Kayıt durdurulmuştur. Birkaç saniye sonra kaybolup geri gelen
gemide yeniden kayıt başlamıştır. Gemi kaybolmadan önce onlarca denizcilerle
doluyken şimdi sadece birkaç tanesi kalmıştır güvertede. Bunlardan bazıları öne
doğru eğilip kusmaktaydılar. Bazıları öylece bir sağa bir sola yürüyüp duruyorlardı.
En tuhafı bir denizci metal direğin içine geçmiş bir halde kollarını hareket
ettirmeye çalışıyordur. Kayıt kesilir. Televizyon kapanır. Ahmet şoka
girmiştir.
Bir an için gözlerini kapatıp bekledi. Açtığında yine
hücresindeydi. Yanık halı kokusu kaybolmuştu. Kendini çok yorgun hissediyordu.
Gördüklerine bir anlam vermeye çalışmıyordu artık. Çünkü biliyordu. Şimdi tek
istediği uyumaktı.
6 Ağustos 2014 Çarşamba
kim dokunduysa sana ona git!
kollarındayken kendinden geçtiğin,
ve beni unutturan sana,
o adam boşaldıktan sonra,
bir kaç satır yazsın senin için...
varlığına şükran duysun.
yüzünü sürüp yüzüne,
sımsıkı sarılıp,
tenine kelimelerini bıraksın,
bir sigara yakmak yerine...
ve beni unutturan sana,
o adam boşaldıktan sonra,
bir kaç satır yazsın senin için...
varlığına şükran duysun.
yüzünü sürüp yüzüne,
sımsıkı sarılıp,
tenine kelimelerini bıraksın,
bir sigara yakmak yerine...