23 Mayıs 2014 Cuma

yorgun...

anlatamıyorum sana gideceğimi,
kalacağıma inandıramadığım gibi...
şimdi akşam oluyor,
sabahtan beri söylediğim her söz,
aklında bir hüzne karışıyor...

ne hazırsın yokluğuma,
ne de ben yazabiliyorum artık,
sensiz satırları,
hayatına müdahale etmeden durmaya...
gidiyorum!
üzerimde yoksulluğum,
vaktini çoktan doldurmuş bir fani gibi,
bu aşkın bir türlü bilinemeyeni.
üzerimden seni alınca,
aklımdaki boşluk,
yatırıldığım hastanelerin ilaç kokusuna karışıyor,
teninin renkleri...

bir türlü anlatamadım sana gideceğimi,
kalacağıma inandıramadığım gibi.
hala serseri bir mayın gibi denizin üzerinde,
ne çarpacağım belli,
ne de çarpılacağım.
kanımdaki alkol oranı kadar,
ve ayılabilme olasılığım,
sen yazdıklarımı okumadan önce
silebilme şansım...

hala anlamıyorsun değil mi?
gidiyorum hayatından.
kaldığıma inanmadığın gibi...
kollarında açarken gözlerimi,
ve öpüşlerinin sarhoşluğundan ayıltırken bedenimi...
ne kalabalık bir topluluktuk biz,
ne kadar zengin,
seni bana katınca,
bir cumhuriyet oluyorduk,
seni çıkartınca içimden darbeye uğramış
hükümetler gibi,
idama mahküm ediliyordu,
bu cumhuriyetin tüm idarecileri...

anlatamıyordum sana gideceğimi.
kalamadığımı anlatamadığım gibi.
yorgunduk ikimizde.
ben anlatamamaktan sen,
belki de işine gelmemesinden bu ayrılığın.
sırtında gezindiğimiz bıçak kadar keskindi sözlerimiz.
kesildiğimiz yerden kanar,
durdurulamayan kanamaların,
kaybından sorumlu tutulurduk.
ne takviyesi yeterliydi nakillerin,
ne de bundan sonrası için ayakta kalabilirdik.
şimdi giderken sustuğun her saniye,
içimde yaşamaya dair yeşerttiğim çiçeklere bedel.
sustuğun her an,
üstüne atılan toprak gibi,
ismimin kazılamadığı başucuna,
kabrimin....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder