12 Kasım 2017 Pazar

muhabbetle...

gel ya da gelme... gelme deseydin canım çok yanardı. sana 'geleyim mi?' diye sorduğumda aklımda sadece bu vardı. ya gelme derse... 'fark etmez' dedin ve tüm hesapladığım acı eşiklerinin yıkıldığını hissettim. bunu söylerken ne kadar farkındaydın bilmiyorum. bunu duyduğumda tüm farkındalıklarım aksi ispatlanmış boş bir önerge gibi anlamsız kaldı. içten içe kendimi 'gelme' deyişine hazırlamışken, kontra atağa kalkmak için planlar yaparken bir anda sahaya atılan yabancı maddeler nedeniyle maç iptal edildi. ev sahibi olduğum için üç sıfır hükmen mağluptum. kalem kırıldıktan sonra hakime en acıklı bakışlarını yöneltsen görmezden gelir ya, o görevini yapmıştır. itiraz hakkımı sakladım. kelimelerini okurken gülümsediğim, duygulandığım, hüzünlendiğim yazarın kitabını imzalatmak için sıraya girmiş insanlar arasında buldum kendimi. beklerken, bir sürü senaryo yazdım, oynamaya hazırladım kendimi. içimden tekrar ettim, bugün tesadüfler şehrinde ilk defa sokağa çıktım günler ardından. aylardır görmediğim kadını görme ihtimalimi dün gece kaybetmişken, sabah yola çıkarken sizin kitabınıza tutundum otobüste. bir görsem yetecekti oysa, itiraz hakkımı yüzüne karşı kullanacaktım. bazen insan uçurumun kenarına ne kadar yaklaştığını, uzaklaşmadan anlayamıyor ya, şimdi burada masanıza bıraktığım kitabınız ve ayakta duran ben o uçurumun rüzgarından nasibimizi aldık da geldik yanınıza. o yüzden isimsiz imza atın, muhabbetle...

hayatın soğuk şakalarından biriydi, sana yüz metreden fazla yaklaştığım anda aramıza binlerce insandan baraj kurması. uzun zamandır hazırlıksız girmiyordum herhangi bir sınava. çalışıyor muydum? hayır tabi ki. ama bunu bilmek bile yeterliydi. önce kalabalığın arasına karıştım, sonra kalabalığı içime karıştırmadan uzaklaştım başımı yerden kaldırmadan. yürümem gerekiyordu, yıllardır hep yaptığım gibi yürüyüp üstesinden gelmek. yine atlar aklıma geldi, hayatları boyunca ayakta yaşayan tuhaf canlılar. şimdi düşününce tüm bunların ne kadar saçma düşünceler olduğunu görüyorum. o an düşünürken nasıl da mantıklıydı. bilmiyordum çünkü uçurumun kenarında dolaştığımı. ansızın çıktım karşına, beklemediğin an da... seni uzaktan ilk gördüğümde, durup bir kaç saniye, ellerin ceplerinde, yavaşça sol tarafına döndün. sonra diğer tarafına. boynunu saran şalın, ellerini soktuğun ceplerini düşündüm. ne kadar şanslı olduklarını bilmeden sana o kadar yakındılar ki... ansızın karşındaydım işte. içimdeki tüm o sana sarılma seni koklama seni öpme isteklerimi nasıl bastırdım hala bilmiyorum. zincire vurulmuş kürek mahkumları geldi aklıma. elleri ayakları demir iplerle sarılmış. ne adım atabiliyorlar istedikleri kadar büyük, ne kollarını açıp sarılabilirler sevdiklerine. 'fark etmez' zincirini o an uydurdum kendime.

yanına oturup sana bakmaya başlayınca çocukluğum saklandığı yerden çıktı. önce ellerini uzattı ellerine, sonra ürkekçe sokulup saçlarını kokladı. yine susuyorsun dediğinde sadece tadını çıkarıyordum yanında olmanın. yanında olmanın büyüsünü anlatabilir miyim bir gün bilmiyorum. ama o anı yaşamayı öğrendim sanırım. biraz daha yaklaştım sıcaklığına. 'fark etmez' zinciri kırılmıştı ama 'başkaları' vardı artık sana sarılmak ve seni öpmekle aramda. bunu da umursamadığımı fark etmen uzun sürmedi sanırım. kaç bin olduğunu bilmediğim insanların arasında yanında yürürken ve dolaşırken hayal aleminden dünyamıza yansıyan görüntüler arasında, heyecanın, mutluluğun, sana hiçbirini anlamıyorum dediğimde garipsemen bile, garipsedin mi? hiçbirini anlamıyordum ama hepsini ayrı sevdim, bir şekilde o an yanımda olmanın en büyük nedenlerinden biriydi her biri. aklımı seninle dolduruyordum, yalnız kaldığımda da kullanayım diye. sonra, ayrıldık.

sevgili yazar, masanıza imzalamanız için bıraktığım bu kitabı yanınıza getirene kadar yaşadıklarımı size anlatsam, büyük ihtimalle gülümseyip unutacaksınız. sorun değil. ama hayat aynen böyle değil mi? bir saat boyunca sırada bekleyip bir kitabı imzalatmak için, bir dakikadan kısa süre içinde ayrılmak oradan. döneceğin ev aynı, döndüğünde o eve sen aynı, sadece kitap, bir imza taşıyor üzerinde. bu kitap imzalatma merasimlerinin anlamsızlığına inanırdım her zaman ki hala saçma geliyor ama sanırım önemli olan o imzanın atılacağı ana kadar yaşananlar. demiştim ya, insan uzaklaşmadan göremiyor bazen uçurumun kenarına ne kadar yaklaştığını. sırada beklerken size bunlardan bahsedecektim ama ne kadar yorgun olduğunuzu fark edince, ne çok 'fark' yaşanmış bugün değil mi? evet bu son farkındalığımla imza atmadan önce adımı sordunuz. gerek yoktu, gülümsediniz. ne kadar fark ettiniz bilmiyorum ama, yanınızdan uzaklaşırken mutlu olduğumu biliyor gibi imzaladınız.
muhabbetle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder