27 Mart 2017 Pazartesi

ıslanıyor parmakları...

şeytanlarım suratını asmış bu gece
alevlerini beslemiyorum daha fazla
kazanımın altındaki ateşin
altını kısıp demlenmeye bıraktım ruhumu
acısı damağında kalacak
şeker kullanmazsın bilirim
bu sadelik zerafetin
seni benden ne kadar koruyacak?
ne zaman takılsa boğazıma söyleyeceklerim
iniyorum sahil kenarına
demirden kiliseleye gitsem şimdi
çıkarsam günahlarımı
çıplaklığım ayıplanmaz mı?
rakıma meze,
kulağıma ses
unutmayı istemekle unutmaya çalışmak arasında kaç fark var?
kırışmış elleriyle tutuyor kadın erkekliğimi
böyle pervasız istediği ben mi?
nefesim hızlanıyor,
kalbim, unuttuğum yerlerime gönderiyor kanımı
bedenimdeki
kulaklarımda uğultu
gözlerimde karartı
teslimiyetteki acziyet
bu kadar mı acınası?
bu kadar kabullenilesi
gözlerini dikip yüzümün aldığı şekillere
her dokunuşunda daha dikkatle
her dokunuşunda
sahiplenmesi
kırılma anımda daha bir şehvetle
kavraması
ıslanırken parmakları
yaklaştırıp yüzünü boynuma
şah damarımdan öpmesi
koklar gibi
varlığıma anlam yüklemesi
taşıyabileceğimden fazla
onunla gideceğim hayali
buradan kalkınca
alacak beni koynuna
ne sabah ne akşam
sonsuz bir şimdi beklentisiyle
nasıl da sabırla tutuyor kendini
şimdi avuçlarında
birazdan içinde
kasıkları yanıyor belki
belli etmiyor yine de
ısrarla konuşuyor
konusturuyor beni de
duymak istediklerini alıncaya dek
işkencesine devam eden sorgu yargıcı gibi
en zayıf yerimden yakalamış beni
kokusunu verip çekiyor kendini
peşinden geleyim diye değil
bileyim diye geride kalırsam
ne kaybettiğimi...
bir peçeteyle temizliyor elini
bir şey olmamış gibi
geçip karşıma gülümsüyor
kaldırıyor kadehini
yaşayacaklarımızın şerefine
çünkü saçma artık diyor
yaşadık bittilere....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder