22 Eylül 2015 Salı

1 ve 2

1.
Tuhaf bir koku alıyordu. Çürümüş elma ya da buna benzer hafif yanık kokusu. Bir süre gözlerini bilgisayar ekranıyla aydınlanmış yarı karanlık odada gezdirdikten sonra karşısındaki monitöre odaklandı. Uzanıp klavyesinin yanında duran, geçen öğretmenler gününde öğrencilerinden birinin hediye ettiği, metal kaplamalı kalemi eline aldı. Metalin serinliğini parmak uçlarında hissettikten sonra elini sağ tarafına doğru uzatıp kalemi boşluğa bıraktı. Nerdeyse aynı anda elindeki serinliğin kaybolmasıyla birlikte, kalemin halıya çarparken çıkardığı sesi duydu. Karanlığın içinde bunu görememişti ama zaten görmesine de gerek yoktu. Duyduğu sesten kalemin halının üzerine düştüğünü anlamıştı. Kalem de, yerçekimi de, halı da görevini yapmıştı. Basit komut satırlarına sahip bir kalem, halı ve yerçekimi tamda programlandıkları şekilde davranmışlardı. Bu zincirleme reaksiyonu anlamaya çalıştı. Etrafındaki her nesne görevlendirilmişti sanki. En küçük atomların bir araya gelip maddeyi oluşturması, o maddenin bir görev üstlenmesi ve diğer maddelerle etkileşime girip yeni bir programın parçası olması. Ve insan aklının bunu algılaması. Özüne inmeye çalışıyordu. En temeline… Proton ve nötronlar.. Artı ve eksi kutuplar. En temel kural buydu belki de. Bir ve Sıfır!
Sandalyesini biraz geri çekip öne doğru eğilirken vücudundaki kanın yüzüne toplandığını, elmacık kemiklerine ve gözbebeklerine baskı yaptığını hissetti. Karanlığın içinde el yordamıyla kalemi ararken parmak uçlarını halının pürüzlü yüzeyinde gezdirip kalemi buldu ve yeniden doğruldu. Yine o soğuk his. Baş parmağı ve işaret parmağının arasında tuttuğu metal parçası, yıllar önce daha küçük bir çocukken oynadığı plastik arabanın telini anımsattı. Gülümsedi, derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini kapatıp parmaklarını hafifçe araladı ve kalemin düşmesine izin verdi. O an için kalemin halıya çarpma sesini duyduğunu hayal etti. Gözlerini açtı. Şimdi görmesi gerekiyordu çünkü bir yanlışlık vardı. Uzun zamandır izlemeyi planladığın filmi izlerken, bir bardak çay almak için yerinden kalkmadan önce sahneleri kaçırmamak için kumandanın durdurma tuşuna basarsın ve ekrandaki hareketli kare o anda donuverirdi. Ekran da ki oyuncunun ağzı açık kalır, koluyla yanlışlıkla çarptığı bardak masanın kösesinden düşerken içindeki su sıçramaya başlar ve bütün damlalar, bardak öylece havada asılı kalır. Şaşkındı. Ahşap masayla aynı hizada boşlukta duran bir kalem. Bir şaka mıydı bu? Usta illüzyonistlerin numarasının inandırıcılığını arttırmak için yaptıkları gibi ama bir yandan da ürkerek elini kalemin etrafında gezdirdi. Görünmez bir iple boşluğa bağlıydı sanki. Bir an için ipi gördüğüne yemin bile edebilirdi ama dokunamadı. Dokunamıyorsan gerçek değildir! Bir ürperti hissetti, ensesinden sırtına doğru inen ter damlasının soğukluğuyla irkildi… Bu ancak filmlerde ve kitaplarda olurdu ya da en azından sıradan insanların başına gelmezdi. Bazen yaşadığı dejavuları, yada abartılı sezgilerini saymazsak, doğaüstü güçlerle kuşatılmamıştı. Şehir efsaneleri abartılarla yüklenmiş sıradan olaylardır diye aklından geçirdi ama hala o metal kalem havada öylece duruyordu. O an aklından fotoğraf makinası geçti. O anı belgelendirmek, hayalle gerçek arasında bir çizgi çekmek… Hareket edemiyordu. Sihirli bir an… Sihir dediğimiz göz aldanması değil miydi? Bu da bir çeşit yanılgıysa? Nefes bile almıyordu. Seslenip içeride uyuyan sevgilisini çağırmayı düşündü. Bir tanık daha istiyordu. Aklını kaçırmadığına, bunun bir hayal ürünü olmadığına kendisini inandırabilmesi için bir tanık! Ya kalem görevini hatırlayıp yere düşerse?
Doğa kanunlarından birinde sorun var diye aklından geçirdi. Bad coment or file name ! Komutlarda bir karışıklık oldu ve program hata verdi. Yerçekimi o an çekmekten uzaktı. Kalem ağırlığını kaybetmiş, düşme görevini yerine getirememişti. Ya bu bir yanılgıysa? Aslında kalem çoktan yere düştü, karanlık olduğu için gözleri bu bilgiyi beynine iletemedi, çarpma sesi ise kulak boşluğunda kayboldu… Peki, bu havada duran nesne neyin nesiydi?
-Tatlım sen daha uyumadın mı?
Yeni uyanmış olmaktan hafif çatallaşmış bu sese karşılık, istemsizce başını çevirdi. O an kalemin halıya çarpınca çıkardığı hışırtıyı duydu. Büyü bozuldu. Öpülmüş bir kurbağa yüzü aklından geçti. Masallarla büyüyen her çocuk hayalini kurmuştur o anın diye iç geçirdi.
-Tamam, bebeğim birazdan yatıyorum.
Uzanıp bilgisayarının faresini kontrol ederek bilgisayarı kapattı. Monitörün düğmesine basıp küçük yeşil ışığın sönmesini beklerken yerde duran kalemi gördü. Sandalyesinden kalkıp kalemi yerden alıp masaya bıraktı. Az önceki tuhaflıktan o kadar çabuk sıyrılmıştı ki kendisi bile şaşırdı buna.
Güzel siyah saçlı kadının yanına uzanıp kokusunu içine çekti. Düşünmemek için elinden geleni yapıyordu, öyle yorgundu ki yeni hipotezler üretip sonuçlara varmak için. Bu yaşadığıyla ilgili nasıl bir mantıklı açıklama olabilirdi? Olsaydı bile bunu kavrayıp açıklayacağı an, bu an değildi…
2.
06.30
Her sabahki gibi bu sabahta gereğinden önce çalıyordu saatin alarmı. Belki de 44 yaşına gelen birçok insan gibi sabahları kalkmanın zorluğu nedeniyle böyle hissediyordu. Uzanıp saatin üzerindeki küçük düğmeye dokundu. Gözlerini açmadan her sabah yaptığı gibi el yordamıyla alarmın ayarını 15 dakika ileriye alıp yeniden uykuya dalmaya çalıştı. Birkaç dakika daha kestirdikten sonra kendini kalkmaya zorladı. Genç beyinlere anlatılması gereken birkaç ünite konu vardı ve daha şimdiden müfredatın oldukça gerisine düşmüşlerdi. Bir coğrafya öğretmeni olarak derslerinde anlatılmaması gereken, hayata, insana ve varoluşun nedenlerine dair birçok konuda tartışmalar yapmak, genç zihinlerin önyargısız taze yorumlarını duymak hoşuna gidiyordu. Ölü ozanlar derneği kitabını okuyup filmini birkaç kez izledikten sonra neden böyle bir öğretmen olmayayım ki deyip öğretmenlik karakterinde ciddi bir değişiklik yapmıştı. Bu durum çocukların dersi kaynatması için bir fırsattı ve sonuna kadar değerlendiriyorlardı. Hatta okul müdürünün kulağına gidince bu tutumu yüzünden bir çok gayri resmi ikaz almıştı ama çokta önemsemiyordu. Senede iki defa gelen bakanlık müfettişlerinden olumlu eleştiriler aldıktan sonra müdüründe ikazları kesilmişti. Hem Akdeniz bölgesinin bitki örtüsünün çeşitliliğini bilmek çocuklara üniversiteye giriş sınavında bir puan bile kazandırmıyordu artık, zaten hayatlarının geri kalanında da bu bilgi, eğer Akdeniz bölgesinde gidip seracılık yapmayacaklarsa bir işlerine yaramayacaktı. Son yıllarda tarımla uğraşanların sayısı öyle azalmıştı ki!
Güneşin alabildiğine parlak ışıkları odanın içini doldurmuştu. Sevgilisi beyaz gömleği ve pantolonunu ütüleyip sandalyenin arkasına asmış, masanın üzerine de kahvaltı yapmadan çıkmaması gerektiğine dair imalı bir not bırakmıştı. Sevgilisi ondan bir saat kadar önce kalkıyor, bir gün bile şikâyet etmeden kahvaltı edip aynanın karşısında en az on beş dakika geçirip, hazırlanıp çıkıyordu. Birçok özelliğinin yanında buna da hayrandı. Bitmek bilmez bir enerji kaynağı olmalı bu kadınların diye aklından geçiriyordu sürekli. Haşlanmış yumurta kokusunu aldı. Yüzünü yıkamadan önce mutfağa gitti. Ocağın üzerindeki çaydanlığa elini uzattı, biraz yaklaşınca sıcak olduğunu anlayıp dokunmaktan vazgeçti. Belki de kesin bir uyanış için dokunmalıyım diye aklından geçirince, dün gece yaşadığı olayı anımsayıp ayılı verdi. Kalem hala yerinde miydi? Masanın yanına gitti. Oradaydı. Kalemi eline alıp boşluğa bıraktı. Kalem yere düştü. Bir kaleme taşıyabileceğinden fazla anlam yüklediğini düşünerek gülümsedi. Mutfağa gidip aceleyle kendine demli bir çay doldurup yumurtayı ağzına attı. Bir iki parça peynir ve bir dilim ekmek yedikten sonra üstünü değiştirip, çantasını alıp dışarı çıktı. Aklında hala dün geceki o tuhaf olay vardı.
08.45
-Aslında bu yaşadığımızı sandığımız dünya sadece bizim beynimizin algıladıklarından ibaretse ve biz aslında burada değilsek?
Selim çetenin elebaşıydı ve ne zaman dersten sıkılsalar o devreye girerdi. Saatine baktı dersin bitmesine 15 dakika vardı. Açıkçası kendisi de sıkılmıştı. Önünde duran kalın kitabı kapatıp çocuğa baktı.
-Burada olmasaydık muhtemelen siz devamsızlıktan sınıfta kalırdınız bende işime gelmediğim için kovulurdum.
Sınıfta gülüşmeler duyuldu.
-Belki de sen bize ülkenin tarım politikalarını ve toprak verimliliğini arttırmak için yapılması gerekenleri özetleyebilirsin.
Çocuk baltayı taşa vurduğunu anladı. Bu defa kaynatamayacaktı dersi. Yine de şansını denemeliydi. Sınıf içinde bir karizması olmayan, içinde bulunduğu grupta en çok ve en boş konuşup genellikle yüz mimiklerini kullanarak herkesi güldüren O’ydu. En kötü ihtimalle de şimdi çuvallasa bile büyük reyting alacağı kesindi.
‘’-Şey. ... Aslında benim merak ettiğim…’’
Çocuğun yutkunduğunu hissedebiliyordu. Bunu görmesine ya da duymasına gerek yoktu. Bazen bilirsiniz, bu öyle bir andı.
‘’–Elektrik’’ diyerek çocuğu rahatlattı… ‘’Algıdan kastımız beynimizde oluşan elektrik akımlarından başka bir şey değil. Gördüklerimiz aslında retinamızdan geçen ışığın beynimizin karanlık bir noktasında oluşturduğu üç boyutlu görüntülerden ibaret. Aldığımız koku nesnelerden yayılan küçük zerrelerin burun zarı üzerindeki özel sinirlerde uyandırdığı duygu ve bunun yine beynimizdeki ilgili bölgelerde karşılığıdır. Duyma da aynı şekilde gerçekleşiyor. Nesnelerin etrafa yaydığı titreşimleri kulaklarımızdaki sinirler algılıyor ve beynimizi uyarıyor. Örneğin bir gitarın tellerine vurulduğu zaman yayılan titreşimleri hissettiğimizde gitar sesini duymamız gibi.
-Sence tüm bunlar bir halüsinasyon olabilir mi?
Aslında tek derdi son 15 dakikayı ders işlemeden geçirmek olan Selim boyundan büyük bir işin altına girmiş gibi bir eliyle kafasını kaşıdı.
-İnternette gördüm, yeni bir bilgisayar oyunu çıkmış. Oyunu oynamak için özel eldivenler, kask ve özel bir giysi giyiyorsunuz. Ve bütün vücudunuzla oynuyorsunuz. Dokunup, görüp, duyup sanki gerçekmiş gibi. İstediğiniz zaman oyunu bırakıp çıkabiliyorsunuz. Çok matraktı. Eğer şu anki dünyada böyleyse şimdi ben dersten çıkmak istiyorum.
Sınıfta kahkahalar yükseldi. Zeki ve pratik zekâya sahip hazırcevap bir çocuktu ama bu zekâyı genellikle dersleri dışında kullandığı için muhtemelen okulu zamanında bitiremeyecekti.
Saatini kontrol etti Ahmet.
‘’–Tamam, sen çıkabilirsin.’’ Dediği anda zil çaldı. Çocuk suratında kocaman bir gülümsemeyle defterlerini toplayıp dışarı doğru koşarken diğer çocuklarda hareketlendiler.
‘’-Selim çıkabilir dedim, siz değil.’’ Bir anda herkesin yüzünde bir şaşkınlık belirdi. Bir saniye durup o şaşkınlığı izlemekten büyük keyif aldı.
-Önümüzdeki derse kadar hepiniz toprak verimliliğini arttırma konusunda yapılması gerekenleri kendi fikirleriniz olacak şekilde hazırlayıp getireceksiniz, internetteki hazır fikirleri copy/past etmek yasak. Ha! Biriniz Selim’ e de bunu iletirse sevinirim. Hepinize iyi günler çocuklar!


‘Sanki gerçekmiş gibi’ Selim’in bu sözü sınıfı boşaltan çocuklardan yayılan uğultu arasında kafasının içinde yankılanıyordu. ‘Dün gece olanlar beynimin bir oyunu muydu?’ Sanki gerçekmiş gibi…
-Ahmet Bey!
Öğretmenler odasının kapısından girerken bu sesle durdu.
-Ahmet Bey. Mehtap hanım sizi aradı cepten ulaşamamış sanırım akşam biraz gecikecekmiş. Toplantısı varmış.
Ceplerini yokladı. Her pantolon değiştirdiğinde, ceplerinde mutlaka bir şeyler unutmayı alışkanlık haline getirmişti. Muhtemelen telefonu da ordaydı. Bir anlık kaybetmişlik duygusu yerini tereddütlü bir rahatlığa bıraktı.
–Teşekkür ederim Sabahat Hanım.
Sabahat hanım elli yaşlarında öğrenci işlerinden sorumlu, hafif toplu, kısa boylu, gözlüklü bir kadındı. Oldukça meraklı bir kadındı. Okulda ki bütün dedikodulardan haberi vardı ki büyük ihtimalle bunun nedeni dedikoduların kaynağının bizzat kendisinin olmasıydı. Hiç evlenmemiş birkaç başarısız girişimden sonrada bunu aklından çıkarmıştı. Kendisine karşı ilgisi olduğunu hissediyordu ama mümkün olduğunca uzak durup her türlü imalı davranıştan kaçınıyordu. Gözde bir bekar sayılmazdı ama Sabahat Hanım konumundaki biri için çekici bir av konumundaydı.
–Başka bir şey var mıydı Sabahat Hanım?
Kadın sanki bu sözü bekliyormuş gibi gözlerinin içine bakıp tam karşısında duruyordu. Yeniden konuşmaya başlamadan önce yanaklarına pembelik düşüverdi.
–Hayır, bu kadar. Şey, öğrencilerin not çizelgelerini ne zaman teslim edersiniz? Zamanımız daralıyor.
-Yarın elinizde olur.
-Ha Sabahat Hanım! Bana kantinden bir çay söyler misiniz? Teşekkür ederim.


Bugünlük başka dersi yoktu. Bir süre öğretmenler odasında oturup çayını içip eve dönmeyi planlıyordu. Çantasından not çizelgesini çıkardı. Çocukların çoğu yazılı sınavlardan orta dereceler almasına rağmen hepsine kanaat notu olarak en iyisini verip ortalamalarını yüksek tutuyordu.
-Ahmet Bey şiirler nasıl gidiyor?
Yeni edebiyat öğretmeni Gülsüm. Daha yeni mezun olmuş ve ilk defa bu okulda öğretmenliğe başlamış, oldukça çekici ve şimdiden erkek öğrenciler arasında ün salmış bir kadındı. Ergenlik çağındaki erkek çocuklarının birçoğunun hayallerinde başrolde olduğu kesindi. Memurluğunun izin verdiği ölçüde dekolte giyinmesine rağmen ses tonuyla bile davet kârlığını açıkça belli ediyordu. Bir gün derse giderken karalama kâğıtlarını öğretmenler odasında unutmuş, dersten sonrada O’nu okurken yakalamıştı. Ahmet şiir yazdığının bilinmesini pek istemiyordu, en azından iş arkadaşları tarafından. Ama bunun yanı sıra bir uzmanın fikirlerini almak için ne zamandır fırsat kolluyordu. Gülsüm bir uzman olmasa da şu an için buna en yakın adaylardan biriydi.
-Fena değil. Son düzenlemeleri yapıyorum. Daha sonra sizin de fikirlerinizi alıp bir yayın eviyle görüşmek istiyorum.
-Siz bu konuda ciddisiniz!
-Eğer kayda değer bir şeyler varsa neden olmasın.
-Sabırsızlıkla son hallerini bekliyor olacağım.
-Hocam çayı siz mi istediniz?
Çayı uzatırken Gülsüm’ü baştan aşağı süzüyordu. Bir saniye daha baksa ağzının suları akacakmış gibi toparladı kendini.
-Hayır, Gülsüm Hanım değil ben istedim Cafer!
Cafer gözlerini Gülsüm’den ayırmadan çayı masaya bırakıp sırıtarak odadan çıktı. Tuhaf bir adamdı. Sabahat hanım kadar meraklı ama ondan daha patavatsız ve bununla gurur duyuyor gibiydi. Zaman zaman Sabahat Hanım’a bile asıldığına tanık olmuştu Ahmet. İkisi iyi ikili olabilir diye düşünüyordu. Ama Cafer’in üç çocuk babası olması, tahsil düzeyinin de ilkokul terk olduğunu öğrenince Sabahat’ın elindeki diğer umutlar tükeninceye dek Cafer’e yüz vermeyeceğine ikna oldu.


Çay berbattı. Bir yudum aldıktan sonra yarım bırakıp çantasını toplayıp çıktı. Çıkarken Gülsüm’le göz göze geldi. Bir an için kendisine göz kırptığını sandı, belki de sadece o an beklediği bir hareketti bu…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder