8 Mayıs 2014 Perşembe

bu gece son...

farkına vardığımdan beri kendime ihanetlerimin,
sıradan bir sevdayla yetinemiyorum.
durmadan başkalarının aşkında gözlerim.
küçük ayrıntıları inceleyip, kendime pay çıkarıp,
gerçekleri benim renklerimle boyuyorum.
ne beni çıkarınca içinden mantıklı kalıyor açıklamalarım,
ne de
ben söyleyene kadar inanıyorlar,
olan bitene...
soyulamayan kabuğu gibi hayatın,
üzerinden silkinip atamadıkların
gün boyu aklının köşesinde durur.
ne unutmayı beceriyorsun,
ne de unutmuş gibi yapıp etrafına gülümsemeyi.
onu içinden çıkardığından beri ne kadarını kaplıyorsun,
kendi hayatının?
o hayatına girmeden önce,
ne kadar sahibiydin?
şimdi
gitti diyerek doldurduğun satırların büyüsune kapılıp,
kendini tatmin etme telaşında.
sabah olsun diye,
sarhoşluğuna gömüyorsun anılarını.
yazıyorsun diye değil,
üstüne attığın toprak gibi yazdıkların,
anılarının...
sanıyorsun ki ne kadar çok yazarsan bu sevdayı,
o kadar derine iner ruhunda.
ya dibe batmayıp üzerine çıkanları
nereye saklarsın?
acemi bir tamircinin yapıştırmaya çalıştığı,
ama bir türlü tamir edemediği,
kurmalı bir oyuncağın parçalarını...

kanımı cekiyor yalnızlığım.
ne bir itirazım var ne de temyize gitmek için bir üst mahkemede,
yasal dayanaklarım.
lehimdeki bütün delilleri toplayıp bir kutuya,
ateşe vermek istiyorum.
kaybetmek,
kaybedilen sensen eğer,
mazeretlerin bir halta yaramadığıdır.
kaybetmek,
sahip olduğum evin içindeki sesinin yankısını silmekse eğer
duvarlarımdan,
bir sabah daha,
aynı odaların birinde uyanamamaktır,
bütün tıbbi müdahalelere rağmen...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder