3 Nisan 2014 Perşembe

kayıp mektuplar-16

altı tane bira içtikten sonra, iki metre ötede duran bira şişesine leblebi sokabilmek gibi kötü alışkanlıklarımız vardı bizim. ve biz efes pilsen şişesinde ki etiketi sökmeden rahat edemezdik içki masasında... Teoman ve Yılmaz Erdoğan'dan arak cümleler arasına kafiyeli sözler sıkıştırıp, karşımızdakine psikolojik gerilimler yüklemeyi marifet sayanlardandık. oysa ki kendi söylediğimize kendimiz bile inanmayacak kadar iktidarsızdık. sahip olamadığımız iktidarların eksikliğini kelimelere yükledik. hala hangi otobüs durağında on dakikadan fazla otobüs bekliyor olsak, iett genel müdürüne ve yardımcısına küfrediyor bulurduk kendimizi...

oysa ki İstanbul'da yaşıyor olmanın bedelini harcadığımız zamanlarla ödüyorduk ki, aslında para vermekle kıyaslanınca bu o kadar da önemli değildi. para isteme benden, buz gibi soğurum senden, deyimini ata sözü haline getirecek kadar üstünde duruyorduk bu kavramın ve devalue edilen yeni Türk lirasının cebimizde açtığı deliği, içimizde sevgilinin açtığı yaradan daha çok önemsiyor oluyorduk.

bütün bunlar düş! ve uyanmadan hemen önce hızlıdan bir yazı akıp geçer. bu hikayede bahsedilen kişi, olay ve yerlerin gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur diye. madem gerçeklerle ilgimiz yoktu, ne işimiz vardı bu dünyada? biri bizimle kafa yapıyor ama bu kişiye kimsin sen diyecek kadar yetki verilmemiş aklımıza...

 sessizlik modunda ki hayatımızda, dikkat çekebilmek için birilerinin eteklerini öpme derdine düşmüşüz, öpmediğimiz her etek bize suskunluk olarak geri dönmüş. oysa biz baraj ve okul yapılsın diye vergi vermiyormuyduk? bu çeteleri ve derin devleti kim, hangi vergiyle yarattı?  ve ben hangi ülkenin çocuğuydum ki, şimdi ne yana baksam karanlık...

önümde koskoca bir ömür. çevremde yüzbinlerce insan. hepsinin yüzünde gülünç bir aldanmışlık...
herkes mutlu kapı gıcırdamıyor diye, sukunet korunmuş. koruduğumuz sukunet günah keçilerimizin ağzını bağlamaktan öteye geçmiyor artık ve biz kendi günahlarımıza keçi vazifesindeyiz...
bu yüzden kendi tanrılarımızın boyunduruğunda, ne sağa bakabiliyoruz ne sola...
her yön biraz daha üstümüze geliyor...
ve biz secde ediyoruz insandan bozma tanrılara...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder