4 Mart 2014 Salı

kayıp mektuplar-3

sanki,
yeterince beklersem geçecekmiş gibi tüm bu olanlar... fırtına dinecek, ve aralanacak gri bulutlar. oysa ne bekleyecek kadar zengindik biz, ne de görmezden gelecek kadar güçlü. başımıza geldikçe anladık, acının ne kadar ağır olduğunu... başkalarından duyar aldırmazdık belki de şükrederdik her dinlediğimizde başımıza gelmiyor diye. üzülür gibi yapar bir yandan sevinirdik iğrenç bir insaniyet duygusuyla... oysa oluyormuş işte. bizimde canımız yanabiliyormuş. kendimizi bir telefon kulübesinde mavi pelerinini giyen süper kahramanlar gibi gördük her zaman. acı geçirmez, her nasıl olsa üstesinden geliriz sandık zorlukların. olmuyormuş...

her zaman ustası olduk başımıza gelenlerin sorumluluğunu bir başkasına atmakta ve çoğu zaman Tanrı'mız en büyük günah keçimizdi ve biz her başımız sıkıştığında isyana başvurduk. çünkü kısa vadede karşılık görmeyeceğimizi bilir ağzımıza geleni söylerdik. böyle böyle ertelenirdi yüzleşmelerimiz. biz hep ezilen, hakkı yenen, hor görülen ve kaybedendik. bir süre sonra öyle alıştık ki bu duruma, gurur duymaya başladık. çünkü başımıza gelenlerin sorumluluğunu üstlenecek kadar güçlü olmadık hiç bir zaman... kim bilir belki de bu yüzden Tanrı'yı biz uydurmuşuzdur... her kabus dolu gecenin sabahında uyanıp yeniden başlamak için, kendimize bir sus payı bırakabilmek için.

ne çok sustuk değil mi? ne çok günah, ne çok yanlış, ne çok kötülük geçti içimizden... bilerek, yaşayamazdık ama yeterince iyi yalan söyleyebilirsek kendimize bir şey olmamış gibi yapabilirdik. kimimiz bunu beceremediği için ölümü seçiyordu. sanki ölmekle çözülebiliyormuş gibi her şey... çözülüyor mudur gerçekten? bilmiyorum...

hep bir boşlık doldurma çabası içndeyiz. derin yarıklar açıyoruz ruhumuzda... imkansız aşklar tahayyül ediyoruz. ulaşılamayacak mevkiler paralar hayal ediyoruz sıradan hayatlarımızda, sonra ulaşamayınca içimizdeki boşlukları alkolle, sigarayla, uyuşturucuyla dolduruyoruz. yaptığımız tüm saçmalıkların temelinde bu yatıyor aslında...elindekiyle yetinemeyip başlarına daha büyük belalar alan insanlar haline geliyoruz. bu rahatsızlık bulaşıcı sanki. çok okuyup çok öğrenip çok düşünüyoruz yan etkilerini hesaplamadan. sonra öğrendiklerimizin bize ne kadar uzak olduğunu farkedince mutsuz ve umutsuz insanlar haline dönüşüyoruz. belki de bu yüzden en çok zombi filmlerini seviyorumdur kimbilir. tek isteği ve amacı açlığını gidermek olan tuhaf ve beyinsiz yaratıkların hikayeleri...

neyse...
daha çok alkol, daha çok sigara ve daha çok kelime... ben yazdıkça, sen okudukca değişen tek şey içimizdeki boşluğun hacmi... oysa bir sahil kasabasında ihtiyar bir kitapçı olarak ölmek istiyorum ben... büyük bir şehrin kaosunda, tanınmayan bir şair olarak değil...
ve umarım sen o ihtiyarın genç sevgilisi olarak devam edersin hayatına. tanınmayan şairin okunmayacak şiirlerinin gizli öznesi olarak değil...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder